Siyasi partilerin kendilerini ‘kurucu’ konumunda bulmaları genellikle kendi iradeleriyle olmaz. Her iktidar kendisine böyle bir rol atfetmekten hoşlanabilir. Ama belirleyici olan hemen her zaman söz konusu ülkenin geldiği tarihsel ve sosyolojik kırılma noktasıdır. Böyle anlarda genellikle tek bir idrak tüm toplumu kuşatır ve kabaca bakıldığında söz konusu idrak tek bir şey söyler: Geriye dönüş olmayabilir… Bu durum iki eksenli bir çatışma ortamı üretir. Bir yanda eskiye bağlı kalmak isteyenlerle eskiden kurtulmak isteyenler arasında, diğer yanda da yeninin nasıl kurulacağı konusunda farklı hedef ve hayaller besleyenler arasında. Çoğu zaman bu iki çatışma iç içe geçebilir. Örneğin yeninin kendi istedikleri gibi kurulamayacağı fikrine yanaştıkları oranda, eskiden kurtulmak isteyenlerin bir bölümü de beklenmedik biçimde eskiden yana tavır alabilirler.
Türkiye böylesi bir süreçten geçiyor. AKP iktidar dönemi eskiden kurtulma iradesi ile sistemin merkezini elinde tutan bürokratik ve toplumsal koalisyonun direnci arasındaki bir çatışmayı ifade etti. AKP’den kurtulma girişimlerinin sonuçsuz kalmasının yarattığı psikolojik birikim bugün bu partinin ‘şeytanlaştırılması’ ihtiyacını yaratmış durumda. Çünkü ‘geriye dönüş olmayabilir’ noktası geçilip ‘geriye dönüş yok’ çizgisinin eşiğine gelindi. Bu seçimleri de aynı oranla ve farkla kazandığı takdirde AKP’nin kendi hayal ve hedeflerini somut vaatlere dönüştüreceği yeni bir döneme girileceği açık. Nitekim iktidar da anayasa ve yönetim biçimi tartışmalarına yaptığı yönlendirici müdahaleler üzerinden, yeni dönemi gerçekten de ‘yeni’ olanın hayata geçirilebilmesini mümkün kılacak bir idari ve hukuki çerçeveye oturtma gayreti gösteriyor.
Bu stratejik hamle var olan iki çatışma ekseninin üzerine bir üçüncüsünü ekliyor. AKP ve karşıtları arasındaki gerilim, giderek neredeyse altta yatan çatışmaları yutan bir görünüm arz ediyor. AKP iktidarına şu veya bunu ‘yaptırmamak’ başlı başına bir muhalefet amacı olarak sunulabiliyor. Böylece HDP dahil tüm muhalefet bizzat kendi tercihleri sonucu eskinin parçasına dönüşüyor. Geleceğin inşası için akıl yürütme ve siyaset oluşturmanın yerini, sırf AKP’ye yarayacağı endişesiyle yeninin engellenmesi çabası alıyor. Ne var ki sonuç AKP’yi yeni olanın tek taşıyıcısı haline getirdiği ölçüde iktidarı güçlendirmekle kalmayıp, onu yeninin tek ‘tanımlayıcısı’ da kılıyor.
Dolayısıyla AKP’nin hayal ve hedefindeki ‘yeni Türkiye’, bu partinin muhtemel seçim başarısı ile birlikte gerçekçi bir vizyon olarak toplumun gündeminde… ‘Yeni’ olan siyaset ile üretilecek ve bu bağlamda AKP’nin tercihlerinin çok önemli olacağı açık. Görünen o ki söz konusu ‘yeni Türkiye’ algısının en önemli ve vazgeçilmez zemini seçilmişlerin atanmışlar üzerindeki hakimiyeti. Bunca yıllık iktidara karşın çözülemeyen bu meselenin ardında yüz yıllık Cumhuriyet tarihi yatıyor ve söz konusu geleneği Tanzimat sonrasının bürokratik sınıf teşekkülüne ve bilincine kadar geri götürmek mümkün. Bu nedenle değişimin bir anda olmayacağını, yeni anayasa ile birlikte farklı bir çekişme dönemine girileceğini beklemeliyiz.
‘Yeni Türkiye’ siyasetinin ikinci ayağı, yukarda sözü edilen gerilimin devlet yapılanmasının belirgin alanlarında muhtemelen doğrudan bir değişim stratejisine dönüştürülmesini ifade edecek. Yeni bir döneme girilmesiyle birlikte bürokrasi içinde adapte olma arzusu taşıyanların yanında, bunu göstermelik olarak yapıp gerçekte iç direnç odakları şeklinde kendi siyasetlerini yürütmek isteyen gruplar da olacak veya oluşacak. Bu nedenle siyasetin bürokratik direncin kırılmasını hedefleyen bir çizgi üzerinde somutlaşması şaşırtıcı olmaz. Bunun demokratik ilkeler rencide edilmeden yapılabilmesi ise AKP için çok kritik bir meşruiyet sınavı oluşturacak.
Ancak ‘yeni Türkiye’nin siyasetin önüne koyduğu en önemli bahis muhakkak ki kurumların yeniden inşası… Türkiye’deki kurumlar, ister devlete ister sivil topluma ait gözüksün, ne sağlam bir geleneğe ne de ilkesel tutarlılığı ima eden bir duruş ve kimliğe sahip. Üstelik son yılların kavga atmosferinde hemen hepsi araçsallaşmış, oportünist zihniyetin cazibesine kapılmış haldeler. Sonuç içerden yaşanan bir çürümedir… AKP kurumsal yapının yeniden kurgulanmakla kalmayıp, her bir kurumun adil, nesnel ve ahlaki ilkeler üzerinde yeniden inşa edileceği bir dönem yaratma iddiasıyla seçime gidiyor. Eklemek gerek ki bu ciddi misyon ancak bir toplumsal konsensüs yaratılarak başarılabilir ve iktidarın siyasetinin temel yönlerinden birinin de söz konusu konsensüsü üretmeye çalışmak olacağı açık.