Eğer AKP’nin ‘Yeni Türkiye’ sloganı vaatlerden hedeflere, oradan da hayallere uzanan bir çizgiyi ifade ediyorsa, topluma ilişkin tasavvurun bu üç unsuru gerçekçi bir şekilde birleştirdiğini, siyasi tasavvurun ise daha ziyade hedefi öne çıkardığını söylemek mümkün. Buna karşılık ‘yeni Türkiye’ bariz bir biçimde bu ülkenin gelecekteki ‘yeni’ konumuna ve niteliklerine gönderme yapıyor ve daha ziyade bir hayali seslendiriyor. Öte yandan bu gerçeklikle uyum sıkıntısı çeken bir hayal değil. Post modern küresel dünyanın açtığı olanakların, içinde bulunduğumuz coğrafyayı aşan bir perspektifle değerlendirilmesini ima ediyor. Aynı zamanda geleceğe bakarken yakın geçmişin ideolojik ayak bağlarından kurtulmayı, onun gerisinde yatan tarihsel ve kültürel zemini bir sıçrama tahtasına dönüştürmeyi umut ediyor. Böyle bakıldığında AKP’nin ‘yeni Türkiye’ tasavvurunun en önemli parçalarından birinin bizzat Türkiye’nin geleceği yer, edineceği misyon ve üreteceği etki halesi olduğunu ileri sürmek yanlış olmaz.
Söz konusu bakışın üç temel ayağı bulunuyor. Birincisi zihinlerdeki Türkiye hayalini geçmişle buluşturan bir kavramın, toplumun ve devletin zihni dağarcığına girmesidir. Bu kavram ‘sorumluluk’… Türkiye sadece çevresi ve coğrafyasına yönelik olarak değil, bir eşitlikçi ilişki arayışı doğrultusunda küresel mağduriyetleri kuşatan bir sorumluluk bilinci ile davranma niyeti sergiliyor. Bu yaklaşım AKP’nin son iktidar yıllarına damgasını vurdu. Ama şimdi ‘yeni Türkiye’ bağlamında derinleşmeye ve kurumsallaşmaya aday. Bunun anlamı, Türkiye’nin yeryüzündeki bütün haksızlıklara ve eşitsizliklere gücü yettiğince ama ilkesel anlamda her zaman ve kimliksel ayrımlara girmeden karşı çıkması, söz konusu grup, toplum veya ülkelerin sesi olmasıdır. Bu sahiplenmenin kaçınılmaz olarak bir miktar ataerkilliğe gönderme yapması şaşırtıcı olmaz. Çünkü sorumluluk hissi imparatorluk döneminin kaybedilmiş ruh ve anlam dünyasına duyulan özlemle de bağlantılı. Dolayısıyla ister istemez kendimize yönelik bir ‘büyüklük’ algısından muzdarip. Ne var ki günümüzün dünyası böylesi bir sahiplenmeye izin vermemekle kalmıyor, çoğullaşan ve kişiselleşen İslami duyarlılık da çok daha eşitlikçi bir ilişkiyi özellikle yeni neslin zihninde makbul hale getiriyor. ‘Yeni’ olana talip bir siyasi partinin bu yeniyi belirleyecek olan gelecek kuşakların anlam dünyasının dışında kalması düşünülemez. Öte yandan yaşanmamış olanın ağırlığı bugün bizlere aşırı duyarlılık ve tepkisellik hali olarak da yansıyabiliyor. Böyle bakıldığında ‘yeni Türkiye’nin gerçekçiliği ve kalıcılığı ataerkil ve demokrat yaklaşımların ne derece sentezlenebildiğiyle doğrudan bağlantılı olacak gibi gözüküyor.
Ülke tahayyülü açısından ikinci ayak, Türkiye’nin dünyaya entegre olmakla kalmayıp giderek artan bir uluslararası rol üstlenmesi hayalini yansıtıyor. Entegrasyon bireyleri ve kurumları dünya vatandaşı kılarken, devletler arası düzlemde hedeflenen nokta Türkiye’nin neredeyse küresel hiçbir meselede dışta bırakılamayacak bir ülkeye dönüşmesi. Bu ille de Türkiye’nin doğrudan müdahil olmasını, çatışmalarda rol almasını ima etmiyor. Ancak küresel dengelerin yeniden inşasında olabildiğince ‘işin içinde’ olma ve dikkate alınma amacını yansıtıyor.
‘Yeni Türkiye’nin ülkesel role ve konuma ilişkin üçüncü boyutu ise yukarıda anlatılanın niteliksel bir sıçramaya uğramasını ifade ediyor. Buna kısaca ‘küresel saygınlık’ demek mümkün. AKP’nin tahayyülündeki Türkiye hem gücüyle, hem de temsil ettikleriyle ‘büyük oyunun’ parçası olma peşinde olacak. Eğer temsil edilenler İslami veya bölgesel duyarlılıkla sınırlı kalırsa bunun gerçekleşme ihtimali pek olmayabilir. Ama eğer ‘yeni Türkiye’ bu kimliksel sıkışmayı aşarsa, tarih ve coğrafyanın ona yepyeni bir ufuk açabileceği de görülüyor. Küresel dünya kendine has yeni bir ‘birinci lig’ üretmek üzere ve Türkiye gibi ülkeler önümüzdeki on-yirmi yıl içinde yapacakları ya da yapamayacakları ile bunun içinde veya dışında yer alacak. AKP’nin hayali Türkiye’nin ‘birinci lig’ ülkelerinden biri olması. Bu ise sadece sözcü olmakla, yani belirli başka ülkeleri temsil yeteneği geliştirmekle elde edilebilir değil. Türkiye’nin aynı zamanda bir ‘sözü’ de olmalı ve bu söz bir yandan tüm coğrafyaların ve kimliklerin kulağına, diğer yandan geleceğin anlam dünyasına hitap edebilmeli.
‘Yeni Türkiye’ ülkesel açıdan gerçekçi bir proje, beklenti ve ihtimal… Sorumluluk alma istek ve iradesi demokrat zihniyet içinde şekillendirilebildiği ölçüde, ‘yeni Türkiye’nin küresel anlamı, rolü ve değeri de AKP’nin hayallerine yaklaşacak…