12 senedir iktidar olan bir partinin yeni bir söylemle seçimlere girmesi zordur. Yeniyi tanımlamak, ister istemez eskiyi de tanımlamayı gerektirir. AK Parti'nin ilk iktidar yılları, eski Türkiye'nin hâlâ hayatta olduğu ve kolayca tanımlanabildiği dönemlerdi. Askeri vesayetin çökmesi ile birlikte, eski Türkiye'nin en önemli gücü oyun dışı kaldı ve AK Parti'ye yönelik “hükümet ama iktidar değil” algısı değişmeye başladı.
Bugün AK Parti zihniyetinin mutlak iktidarından veya hegemonyasından bahsetmek mümkün değil. 17 Aralık süreci ile bürokraside iktidarın zannedildiği kadar derin bir etkisinin olmadığı, hatta ve hatta çok kritik kurumların iktidarı devirmek isteyen yapıların elinde olduğu ortaya çıktı. Ekonomik alanda dengelerin değişmediğini görmek mümkün. Entelijansıyada, kültür dünyasında egemen olan zihniyet AK Partiye son derece mesafeli ve hatta düşman gören bir yaklaşım.
Tüm bunlara rağmen, AK Partinin bu süreçte, her seçimde artan oyları ve halk desteği ile gücünü konsolide ettiğini söylemek de mümkün. Bununla beraber, artık AK Parti ile büyüyen nesiller Türkiye'de gençliği oluşturuyor. Askeri vesayet kavramının pek de bir şey ifade etmediği, 1990'ları eski bir mazi olarak gören bir kuşak var.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğinde ve cesareti ile gelişen AK Parti'nin eski Türkiye yıkım sürecini, bekleyen süreç Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun tabiri ile bir “restorasyon” süreci. Eski Türkiye'nin kalıpları ve tabuları yıkılırken, yeni değerlere, kurumlara ve siyaset kültürüne duyulan ihtiyaç ayyuka çıkıyor.
Başbakan Davutoğlu'nun dün açıkladığı seçim beyannamesi (Yeni Türkiye Sözleşmesi-2023) bu açıdan ilginç. Yeni bir anayasa, idari ve siyasi sistem, vatandaşlık tanımı gibi vaatlere ek olarak, kalkınma, ekonomik gelişme, ve aktif dış politika gibi hâlihazırda hükümetin uyguladığı politikaların devamı vurgulanıyor. Kapsayıcı bir kimlik vurgusu, farklılıkları zenginlik olarak gören bir yaklaşım farklı kavramlarla ile güçlendirilmiş. Başkanlık sistemi vizyonu ve yerel idarelerin güçlendirilmesi fikri ile Türkiye'nin içinde bulunduğu siyasi sistem sorunlarına bir alternatif getirilmiş. Katılımcılık ve şeffaflığı arttırma vaadi, yasaklara ve yolsuzluklara karşı duruş yine metinde dikkat çeken maddelerden. Bu ifadelerin kağıt üzerinde kalmaması AK Parti'yi bekleyen ödevler olacak.
Bazı anahtar kelimelerin kaç kere kullanıldığı bu metne hâkim olan temalara ve ideolojik arkaplana dair bazı nüveler sunuyor: Yeni Türkiye (33 kere), özgür/lük/çü (24), demokrasi/tik (23), vatandaş (19), ekonomi/k (18), anayasa (17), insan onuru (12), kalkınma (9), sivil (9), hak (8), dış politika (7), güvenlik (5), hesap verilebilirlilik (3), milli irade (3), adalet (3), Ortadoğu (2), Avrupa Birliği (2), Avrupa (1), İslam dünyası (1).
Bugüne kadar Türkiye siyasetinde pek alışık olmadığımız bir kavramın bu metinde sıklıkla kullanıldığını görüyoruz: insan onuru. Öyle ki, bu kavram sadece anayasanın merkezinde, vatandaş-devlet ilişkilerini tanımlanırken kullanılmıyor. Örneğin dış politikanın da bu esas üzerinden kurulacağına yönelik bir vurgu var.
Bundan önce AK Parti söylemine hâkim olan “milli irade” vurgusunun, bu anlamda revize edildiğini ve “insan onuru”na dayalı anayasa, devlet-vatandaş ilişkisi ve dış politika ile yer değiştirdiğini görmek mümkün.
Bu bize ne söylüyor?
Eski Türkiye ile mücadele esnasında, sandıktan alınan gücü kullanmak için vurgulanan “milli irade” kavramının yerine, yeni Türkiye'yi inşa sürecinde başka bir arayışın hâkim olduğunu görmek mümkün. “Milli irade” bundan önce olduğundan daha az önemli veya meşru bir kavram değil elbette. Ancak yeni bir anayasa yapım sürecinde “milli irade” bir araçtan fazlasını söylemiyor. Bu anlamda, insan onuru, araç olarak demokratik süreçleri yani milli iradeyi kullanacak olan AK Parti'nin, bu irade ile kurmak istediği sistemin içeriğinin merkezinde olacak bir değer olarak ortaya çıkıyor.
Yeni Türkiye fikri ve demokratikleşme son durağı olan bir yolculuk değil. Sürekli yeni talepler ve değerler ile tanımlanacak, güncellenecek ve geliştirilecek bir ideal ve vizyon. Altı güçlü bir şekilde doldurulabilir, siyasi kültürün merkezine sinebilir ve politikalara esas oluşturabilirse, “insan onuru” kavramı bu arayışın önemli duraklarından biri olacak gibi görünüyor.