Türkiye’nin Suriyeli mültecilere yaptığı maddi yatırım ve harcamaların sosyoekonomik açıdan ve güvenlik alanında sorunlar yaratacağı üzerinde çok duruldu. Ancak aynı Suriye’lilerin hem uzun vadede Türkiye’nin sosyal dinamizmini artıracağı, hem de kısa vadede önemli bir meşruiyet zemini oluşturacağı çoğunlukla es geçildi. Kasım seçiminde AKP’nin aldığı oyla yan yana geldiğinde mülteciler Türkiye’de iktidarın spektaküler bir dış politika hamlesi yapmasına izin vermiş gözüküyor. Bunda Rusya’nın düşüncesizce, sonucunu pek hesaplamadan attığı adımlar önemli rol oynadı. Çünkü böyle bir Rusya’nın varlığında, AB’nin Türkiye’yi kendi yanına çekme ihtiyacı çok daha fazla. Nitekim elde saklı tutulan kartlar şimdi açılıyor: IŞİD’in Esad ile petrol ilişkisi olduğu ve bunun Rus iş adamları, şirketleri ve bankaları üzerinden yapıldığı hem ABD Hazinesi, hem de Alman Dış İşleri tarafından açıklandı. Tabii bunlar yeni bilgiler değildi… Batı dünyası belki muhtemel maliyetlerden kaçma uğruna, belki Suriye’deki ‘işi’ hem Rusya’ya yıkıp hem de akılcı bir sonuç alabilecekleri yanılgısı nedeniyle, belki de bu fırsatı kullanıp AKP’den kurtulmanın mümkün olduğu hayaliyle ellerindeki bilgiyi sakladılar.
Siyasetin ‘duygusuz rasyonalitesini’ kanıtlarcasına şimdi Türkiye’ye NATO desteği veriliyor, düşen Rus uçağı ile ilgili olarak Türkiye’nin açıklaması doğrulanıyor ve ne denli ‘kararlı’ olduklarını ortaya koymak üzere de Karadağ’ın NATO’ya alınması gündeme getiriliyor. On bir yıl aradan sonra tüm AB ülkelerinin liderlerini bir araya getiren Türkiye buluşması bu arka plan önünde yapıldı. AB açısından amaç öncelikle mülteci girişinin durdurulması gibi gözükse de, bir Rus/İran Ortadoğu’su ihtimali karşısında AKP Türkiye’si ile uzun vadeli ve kalıcı bir birlikteliğin ne denli hayati olduğunun anlaşılması da önemli bir etken.
Türkiye ise buna çoktan hazırdı ve özellikle Batılılar tarafından en fazla eleştirilen yargı bağımsızlığı ve özgürlükler alanındaki fasılların açılmasını istiyordu. Son dönem geçerli olan AKP ‘literatürünü’ takip edenler bunu anlamakta zorlanabilir… Ama ortada çok basit bir denklem var: İktidarın antidemokratik müdahaleleri bir siyasi kavganın sonucu ve bugün AKP tabanının üçte biri açıkça bu kavgadan memnun değil. Dolayısıyla eğer Türkiye demokratik bir sıçrama gerçekleştirirse AKP oyu yüzde 55 seviyesine oturur…
Diğer bir deyişle AB ilişkisinin derinleşmesi AKP iktidarının garantisidir. Bu sayede önümüzdeki sürede Türkiye’nin normalleşmesine ve demokratikleşmesine yönelik büyük bir hamle görebiliriz. Söz konusu ortam Kürt meselesinin çözümü yönünde de daha kuşatıcı yöntem ve girişimlerin hayata geçmesini ifade edecektir. Ayrıca yapılacak olan yeni anayasanın evrensel normlara uygunluğu kaçınılmaz bir sonuç olacaktır. AB’ye yaklaşan bir Türkiye’de muhalefetin de daha rasyonel olması ve sürece katkı yapması beklenir. Bu bağlamda ortaya çıkacak olan başkanlık tartışmasının doğru bir yönetim modeli ortaya çıkarmaması beklenemez.
Yeni dönemin AB’ye de epeyce yararlı olacağı açık. Mülteci meselesinin yönetilebilmesinin yanında, Avrupa’daki Müslüman kitlenin entegrasyonu yönünde de daha sahici adımların atılması mümkün olacaktır. Buna Türkiye’nin sağlayacağı küresel genç nüfusun AB ekonomisine olacak olumlu etkisini ve AB’nin Türkiye üzerinden Ortadoğu’da aktörleşmesini ekleyebiliriz.
Her iki tarafın da yararına olan yeni bir uzun vadeli perspektifin eşiğindeyiz. Türkiye AB sayesinde demokratikleşmede seviye atlayacak, AB ise Türkiye sayesinde kendi içinde demokrat zihniyete yaklaşacak.