Kürt meselesinin çözüm sürecine girilmesiyle birlikte ‘çatışma çözümü’ konusunda çalışan uzmanların da otoritesi arttı. Ders kitaplarında gördüğümüz, temel sosyopsikolojinin kurallarına dayanan belli başlı tespitler önemli ve derinlikli içgörüler gibi paylaşılabiliyor. Farklı vakalarda çözüm için uğraşmış olan kişiler bu deneyimlerini paylaşıyorlar ve sanki bunlardan doğacak, bir anda çözümü ‘doğru’ çizgiye oturtacak bir ‘üst bilgi’ beklentisi içinde olunabiliyor. Oysa bir yandan hiçbir çatışma diğerine tarihsel ve kültürel anlamda benzemediği gibi, söz konusu tarihselliğin coğrafya ile de yakından ilgisi var. Dolayısıyla her toplumsal çatışma ‘biricik’… Buna karşılık çatışma halleri arasında ortak noktalar ve benzerlikler de tabii ki mevcut, çünkü sonuçta insandan, insan ilişkilerinden söz ediyoruz. Bu benzerliğin daha pratik alanda aranması sadece zaman kaybına ve belki de gereksiz yanlışlara mal olabilir. Benzerliğin geçerli olduğu tek zemin zihniyet alanı… Her çatışma aslında bir ilişkiyi ve o ilişkiyi belirleyen, çoğunlukla karmaşık bir zihniyet bileşimini ima ediyor. Hepsinde somut bileşim farklı olsa da otoriter zihniyetin egemenliğini izlemek mümkün. Bu nedenle de ‘çözüm’ iki taraf arasındaki ilişkinin otoriter zihniyetin hâkimiyetinden çıkmasını, mümkünse demokrat zihniyete doğru kaymasını ama her vakada kendine has ve o topluma özgü zihniyet bileşimini yeniden üretmesini gerektiriyor.
* * *
Böyle bakıldığında Türkiye’nin demokratikleşme yönünde genel ilerlemesinin çözüm sürecine getireceği yarar, başka ülkelerdeki çatışma çözümlerinden aktarılacak deneyime göre çok daha fazla. Bugün Türkiye’nin örnek alabileceği üç örnek var: İrlanda, Bask ve Güney Afrika. En yakın olabilecek gibi gözüken İrlanda ama orada da tarihsel, coğrafi, siyasi ve kültürel açıdan iki olay arasında bir uçurum var. Bask İspanya’nın en zengin bölgesi ve halen elde etmemiş oldukları hiçbir hak veya özgürlük bulunmuyor. Oradaki mesele doğrudan ayrılıkçılıkla ilişkili. Güney Afrika ise beyaz azınlığın siyah çoğunluk üzerindeki tahakkümüydü. Çözüm gerçekte demokrasinin en basit kurallarının hayata geçmesini ifade etti. Buna karşılık siyasi ve toplumsal kültürün bir çatışmayı çözerek değişemeyeceğinin de bariz örneğini ortaya koydu. Çünkü yeni düzende şimdi siyah çoğunluğun beyaz azınlık üzerinde baskısından söz edilebiliyor…
* * *
Türkiye’nin kendi otoriterliği ile yüzleşmesi gerekiyor ve bu çabada ‘dışarıdan’ yardım almanız imkânsız. Hatta bu adım atılmadan gelecek bir dış yardım hükümet kanadının ve muhafazakâr çoğunluğun içe kapanmasına, tepkisel davranmasına, böylece otoriterliğin kucağında meşruiyet aramasına neden olabilir. Farklı örneklerden yararlanabilme önce böyle bir adımın yararlı olduğu kanısının yerleşmesini, tarafların bu yönde ‘meram’ sahibi olmalarını, üçüncü tarafları çatışmanın aracı kılmamayı içlerine sindirmelerini gerektiriyor.
Kürt meselesinin çözümü öncelikle demokrat zihniyete sahip bir anayasa ile ve her iki taraf içinde bu zihniyete sahip insanların sürecin parçası haline gelmeleriyle mümkün olacak.