Bu sezon, Ekip Tiyatrosu ve Tiyatro İstanbul ortaklığında gerçekleşen iki oyunu, kısa aralıklarla izleme fırsatı buldum. Oyunlardan biri geçenlerde bahsettiğim "Popüler Gerçek" diğeri ise Shakespeare'in en bilinen ve en çok sahnelenen oyunlarından biri olan "Macbeth" 20. İstanbul Tiyatro Festivali'nde prömiyer yapan, usta oyuncu Bülent Emin Yarar'ın yönettiği oyunda; Simel Aksünger, Serkan Altıntaş, Aziz Caner İnan, Murat Kapu, İsmail Sağır, Ayşegül Uraz ve Cem Uslu yer alıyor.
Oyunun konusundan biraz bahsetmek gerekirse; savaştan zaferle dönen komutanlar Macbeth ile Banquo ıssız bir fundalıkta, esrarengiz bir şekilde, cadılarla karşılaşır, cadıların Macbeth'e sahip olmadığı unvanlar yakıştırarak sırayla Glamis Beyi, Cawdor Beyi ve geleceğin Kralı! diye selamlayarak kehanette bulunmaları, onları ciddiye almayan Glamis Beyi Macbeth'in kısa bir süre sonra kahramanlığından dolayı Kral Duncan'ın kendisine Cawdor Beyi unvanını vermesiyle kafasını karıştırır ve içinde krallık ihtirasını uyandırır… Kendinden daha hırslı olan karısı Lady Macbeth'in desteğiyle akla hayale gelmeyecek şeyler yapmaya başlar…
Shakespeare'in yüzyıllardır güncelliğini korumuş ve korkarım ki çok uzun zaman da güncelliğini yitirmeyecek oyunlarından biri Macbeth…
"Macbeth'e günümüzden bakınca, önce insanoğlunun bir dirhem yol almadığını görüyorum ama bunu söylerken sadece iktidar sahiplerini katmıyorum işin içine. Çünkü, bu hırs dediğimiz kavram hepimizin içinde var. Herhangi bir insana küçücük bir paye verildiğinde, bu insan, hemen bu payeyi kendi iktidarını kurmak için bir başlangıç hareketine dönüştürebiliyor… Benim için Macbeth bu. Bu arızalı halimizle yüzleştirme çabası." diye oyunla ilgili düşüncelerini özetleyen yönetmen Bülent Emin Yarar'a katılmamak mümkün mü?
Kral Duncan'ın dediği gibi "insanın içinden geçenler yüzünden okunsaydı keşke" insanın zayıflığı, ihtirası, gücü elde etmek için gözünü kırpmadan yapabilecekleri, sadece bir tesadüf olabilecek sözlere kendini inandırarak yola devam etmesi, yol arkadaşının/eşinin onu engellemek yerine daha da kötüye teşvik etmesi, bu uğurda en güvendiğin insanları gözden çıkarmak ve bütün bunlar uğruna elde ettiğin güçte bir an bile rahat edemeden huzursuz geçen bir yaşam, insani değerler ve her zaman olduğu gibi eninde sonunda vicdan muhasebesi…
Shakespeare'in dramatik dehasıyla birleşip, söz ustalığı da eklenince gücün gölgesindeki karanlıkta/kralıkta birbirini yok etmek için ittifakta bulunan bir karı koca ve çevresindekileri yakıp kavuran ihtiras rüzgârında savrulan insanların hikâyesini okumak kadar izlemek de insanı derinden etkiliyor…
Her ne kadar artık ezbere bildiğim bir metni, her sene başka bir tiyatrodan izlemek, her zaman beklentimi karşılamayıp, hayal kırıklığı yaratsa da sanırım her Shakespeare oyununda aynı merakla izlemeye gideceğim, böyle güzel sürprizlerle karşılaşma olanağım vardır umuduyla…
Salona girerken yine seyirciyi hazırlayan bir kayıt dinleyerek, oyunun başlamasını bekliyorsunuz, sahne tasarımı o dönemi yansıtarak sizi içine çekiyor, ışıklar, dekor, müzik, kostüm, her şey sizi yüzyıllar öncesine götürüyor, özellikle beyaz perdeler ve ışıkla verilen farklı mekan algısı çok başarılı…
Oyunda anlam veremediğim tek şey karadenizli kapıcı, o sahneyi oturtamadım kafamda onun dışında bir bütün olarak doğru bir reji ve oyunculukla kuşkusuz sezonun en iyi oyunları arasında yerini alıyor Macbeth!
Bir kez daha yönetmen koltuğundaki başarısıyla Bülent Emin Yarar'ı, başarılı sahne kostüm tasarımı ile Başak Özdoğan’ı, etkili ışık tasarımıyla Cem Yılmazer’i, sizi hep oyunun içinde tutan başarılı müziğiyle Orhan Enes Kuzu'yu, yorucu performanslardaki başarılarıyla bütün oyuncuları ama en çok da kısa aralıklarla iki farklı oyunda izlediğim karakterleri canlandırmadaki üstün performansıyla Cem Uslu’yu tebrik etmeden bitirmek olmaz.
İzlenecekler listenize "Macbeth"i de eklemenizi öneriyor, Ekip Tiyatro ve Tiyatro İstanbul'a birlikte bu sezona kazandırdıkları güzel oyunlar için teşekkür ediyor, alkışınız bol olsun diyorum.