Son dönemde Türkiye, AK Parti ve ‘işin esası’ Erdoğan karşıtı uluslar arası bir komplo varsayımına tutunan yeni bir aydın kesimi ile karşı karşıyayız. Bu yaklaşımın her şeyden önce analitik açıdan sorunu var. Çünkü gerçekliği kendi bütünlüğüyle ele almaktansa, içinden kendi işine gelenleri seçiyor. Böylece parçası olduğumuz gerçekliği tahrif ederken, onu anlamamızı ve doğru stratejiler geliştirmemizi de engelliyor. Ayrıca entelektüel ahlak açısından da sorunlu… Bizim neyi nasıl yaptığımızla, öne sürdüğümüz ilkelerle ne denli tutarlı davrandığımızla ilgisiz bir bakış bu… Ötekilerin bize tutum ve davranışını veri alıyor ve bunları önceden kabul edilmiş olan ideolojik bir bağlam içinde anlamlandırıyor. Diğer bir deyişle gerçekliğe açık yüreklilikle bakıp, her özneyi kendi anlam dünyası içinde değerlendirip oradan sonuç çıkarmaktansa, zihinlerdeki sonucu kanıtlayacak delil peşine düşüyor. Bu ise bizi ‘niyet’ sorunsalına getirmekte… Son kertede söz konusu anlatı, bizim iyi niyetimize karşı ötekilerin kötü niyetli olduğuna dayanıyor ve bunu kanıtlamak için de tarihte ‘bize’ yapılmış olan haksızlıklar sıralanıyor. Sanki Batı hep aynı Batı, biz de hep aynı bizmişiz ve tarih kadim bir ontolojik mücadele imiş gibi.
***
Kısacası, geçmişin ‘dinselleştirilmesi’ bugünün siyasetine faydacı bir ideolojik temel sunarken, bugünün gerçekliği de faydacı bir siyasetin gerekleri uğruna kırpılıp biçimlendiriliyor. Böyle bir taktiksel çabanın getiri üretebilmesi, kısa vadede sonuç verebilmesiyle mümkün. Eğer yükseltilen bu ‘enerji’ ile hemen bir sonuç alınabilecekse, tasvip etmeseniz bile yapılanı anlayabilirsiniz. Ama eğer bu türden ayakları havada bir hezeyanın ömrü, önümüzdeki hiçbir kritik karar anına yetişemeyecek, ya da yetiştiğinde varsayılan ciddiyetini yitirip mizahi hale gelecekse şimdiden bu işi bir daha düşünmekte yarar var.