“Kim, kim birinci oldu?” Yutkunmanın yasak olduğu son sekiz saniye, nefes almadan, içimden seksene kadar saymışcasına yorucu geçti. Gözüm karardı desem, değil; vurgun da yemedim ki hiç, benzeteyim. Ama bilirsiniz orantısız kuvvet farklılıkları n’apar insana; oradan tahmin edin işte durumumu. Bir yandan kızımın rüzgârı doğru tarafına almış, suyun üzerinde kayan sorularına yetişmeye çalışıyorum; diğer taraftan aklım teknolojide. “Nasıl oldu; nasıl bu kadar hassas olabiliyorlar?” Saniyenin şu kadarda şu kadarı kadar fark var aralarında; yok canım!
Hemen en ukalâ arkadaşlarımdan birini “n’aber”den (what’sapp) yakalıyorum. “1968’de olsa aynı yarış, ‘fotofiniş’ derlerdi ya o vakitler, yakalar mıydı birinciyi?” diye soruyorum. Aynı anda yanıt veriyor: “Evet, eskiden bile fotofiniş bunu yakalardı” diyor ve devam ediyor, yazmaktan aldığı zevki bana hissettirmek istercesine; “derece aynı çıkardı [9.8] ama kamera ‘1 Bolt’ derdi.” İşte arkadaş dediğin böyle olur. Bir cümleniz aklındaki paragrafların kapısını çalar; içinden birkaç cümle süzülür gelir; ezberinizin taklit ettiği örüntülerin bir düzünü iki ters eder.
Kulvarlar kendimle yarışmak için var diye düşünürüm, serde sporculuk varmış gibi. İtinâ ile çizilen; vücûdumu bana saklayan; aklımı, ruhumu, adımlarımla, kulaçlarımla bir hizâya getiren kulvarlar. Geçen gün de sınırlardan bahis açılmıştı; ama bu aynı şey değil. Yok, yok; gerçekten değil. Bu sınır beni engellemiyor; tersine destek oluyor. Ufkumu, ucu bacağı olmayan bir yolu önüme seriyor. Aklımı kurarsam duvar saatimi kurar gibi, kulvarları da var ederim.
Aklımın saatini ayarlamam kolay. İçimden sayıyorum. İnanması güç; ama lütfen deneyin siz de. En kolayı cep telefonu. Başlatın; aynı anda içinizden, vücûd dilinizin heceleri gibi doğal halinde, birle başlayıp, her bir hecede bir arttırın. Cep telefonu altmış saniyeyi haber verdiğinde kaç hece söylemişsiniz? Bâzen kırksekiz, bâzen altmışüç çıkmaz, biliyor musunuz? Hep altmışın biraz altı çıkıyorsa veya bayağı altı; veya altmışın biraz üzeri veya bayağı üzeri, ne demektir bu? Ne düşünüyorsanız, elektronik posta adresim yukarıda; yazar mısınız? Lütfen birkaç kere tekrarlamayı ihmâl etmeyin.
Zaman ayarlamasını yaptım yapmasına da; şimdi bu doğal hâlimdi. Koşarken veya yüzerken nasıl yapacağım? Acaba aynı anda hem koşma veya yüzmeyi, hem de bu sayma meselesini hâlledebilir miyim? Tamam, kolayı var elbette. Yanıma cep telefonumu alır, öyle yarışırım kendimle. Siz lâdes diyene kadar bu sayma konusu aklımda.
“Kendimden önce orada olacağım!” Birkaç tane kendim var diğer kulvarlarda; bakın özenle yerleştiriyorum. Sahaya en yakın kulvarı çalışmaya yeni başlayan kendime verdim. Bunun adımları daha seri, kısa, ürkek. Sahaya en uzak kulvarı, sevgilimle aramın en iyi olduğu zamanki hâlime verdim. Geniş, emin fulelerle giderken, burnumun aşağı yukarı hareketleri arasındaki mesafe hep dar. Orta kulvarlar şimdiki zaman.
Koşuyorum. Eh, o kadar iltimas geçeyim kendime. Hem sağ gözüm, hem sol gözüm en az benim kadar hareketli diğer ben’leri hizâlıyor.
Evet, işte canım arkadaşım az önce söyledi; ne kadar yakın olursak olalım birbirimize ufuk çizgisinde, birimizin diğerinden farkını fotofiniş bile söyleyebiliyormuş. Kendimi ne kadar farkla geçtiğim umurumda mı? Şimdiki zaman kazansın istiyorum. Şimdiki zaman kazanamazsa, gelecek zaman da kazanamaz ki.. O zaman başkasına devrederim hakkımı.
Usain’i 2008 Ağustos’unda, ilk defa televizyondan izlediğim vakti hatırlıyorum. 100 metre finalinde yanındaki kulvarlarda eski hâlini seyrediyordu. Coşkusundan kollarını yana açıp sağ gerisine bakarak geçmişti finiş çizgisini 9.69’da. Lütfen tekrar bir seyreder misiniz: https://www.youtube.com/watch?v=SYHuylQcF8o
Justin aynaya bakıyor dünden beri; bir Usain’i görüyor, bir kendisini.