Ana SayfaYazarlarZihniyetle yüzleşmek

Zihniyetle yüzleşmek

 

Son yazıda, yaklaşan seçimlerle ilgili öngörüler geliştirmeye çalışırken yaygın toplumsal zihniyet yapımızın otoriter olduğunu ifade etmiştim. Bu zihniyet dünyasının penceresinden bakıldığında; uyumlu, iyi işleyen, güvenli bir ilişkiler sisteminin ilk ve en değerli unsurunun etkin bir otoritenin varlığı olduğunu; bunun diğer bütün ihtiyaçların önünde görüldüğünü öne sürmüştüm. Yine aynı pencereden, uzlaşma; gücün paylaşımı gibi yöntemlerin zaaf olarak okunduğunu söylemiştim. Bu zihniyet yapısının aktüel şartları nasıl anlamlandıracağı sorusunun seçim sonuçlarıyla ilgili önemi üzerineydi yazdıklarım.

 

Kanımca, bu zihniyet kodlarının hakkıyla tartışılması seçimlerden de daha önemli. Aramızdaki ilişkilere ve hakikat dediğimiz şeye yaklaşırken hangi akıl ve duygu dinamikleriyle tutum aldığımızı bilmek, sadece kendimizi tanımamızı sağlamaz; aynı zamanda bulduğumuzu zannettiğimiz hakikatin de sandığımızdan çok daha zengin katları; farklı köşeleri; ciddi muğlaklıkları olduğunu fark etmemize kapı aralayabilir. Hakikat bizim dışımızdaki bir nesnellik olduğu kadar, bakan öznenin, (yani bizim) algı ve anlamlandırma araçlarımızın da kurduğu bir şeydir. Hakikatin hiçbir zaman tümüyle, eksiksiz bilinemeyeceği önermesi de esasen bunu ifade eder.

 

O halde… Nedir bu otoriter zihniyet dediğimiz düşünce yönelimi? Nasıl tanıyacağız, neresinden yakalayacağız onu? Gözden geçirmeye, yüzleşmeye, değiştirmeye ihtiyaç duyacak mıyız? Bunları tartışmak gerekir…

Ampirik düzeyde edindiğim mütevazı tezlerim var bu çerçevede.

Bunları önem sırasına göre değil; serbest çağrışım dağınıklığı içinde tartışmak istiyorum.

 

Otoriter zihniyet yapısında gözlediğim önemli bir özellik, bu yapının merhamet duygusuna oldukça kapalı bir iç dünyaya yaslandığıdır. “İyilikten maraz doğar”; “acırsan acınacak duruma düşersin” mottolarıyla özetlenebilecek bir akıl/duygu bileşiminin içinden bakılır hayata ve ilişkilere. Elbette mağduriyetlere dair bir hassasiyet hiç yok değildir. Ancak önemli olan düzenin sağlanması, otoritenin zayıflamamasıdır. Otoritenin riske girmemesi için mağduriyet yaratma ihtimali belirdiğinde öncelik mağduru korumaya değil; otoritenin bekasına verilmelidir. Öte yandan otorite-mağdur karşılaştırmasında genellikle sorumluluk otoritede değil mağdurda aranır. Mağdurun öyle davranmaması durumunda böyle bir mağduriyetle karşılaşmayacağı düşünülür. Apolojiler hep otorite lehine işler. Üstüne titrenen, korumaya alınan, sıradan, herhangi bir özne değil; bütün öznelerin selametinden sorumlu olan otoritedir. Biraz abartmayı göze alarak şunu söyleyebiliriz: Çağdaş Ceza Hukuku’nun temel ilkesi “bir masumun, özgürlüğünden mahrum kalması; binlerce suçlunun özgür olmasından daha kötüdür” der. Otoriter düşünce bunun tam tersine savrulur. “Kurunun yanında yaşın da yanabileceği” bizim sivil zihniyetimizin koro halinde tekrarlanan mottosudur. Bir suçlu dışarıda kalacağına çok sayıda mağdurun içeriye girmesi göze alınabilir… (Nitekim günlük tartışmalarımın içinde 15 Temmuz gerekçe gösterilerek bu cümlenin aynen kurulduğunu duydu benim kulaklarım)

 

Benim bu “merhametsizlik” durumu olarak nitelediğim zihniyet kodları her zaman en açık sözlerle dile dökülmez elbette. Biz onu, “ama” larından; mazeret bulma iştahından;  çoğu kere de görmezlikten gelmelerinden ve susuşlarından tanırız. Herhangi bir insan hakkı ihlali çok göz önünde olmamışsa zaten gündeme getirilmez; fazlaca gündeme oturmuşsa yarım ağızla, en kısık sesle itiraz edilir (gibi yapılır)…

 

Söylemek gerekir mi bilmem; bu, baştan beri belirttiğim gibi bir “zihniyet” sorunudur bu ülkede. Siyaset sorunu değildir. Yani siyaseten hangi tarafta olduğunuza göre değişmez bu tutumlar. Otorite kimin otoritesiyse o tarafın davranışı budur. Laikler ya da muhafazakârlar ya da milliyetçiler… Kimsenin bu zihniyetin dışında olduğunu kolayca iddia edebileceği bir tarihsel pratikten gelmiyoruz. Siciller ortada. Dün “ikna odalarını” kurup başörtülüleri üniversitelere sokmayanlar bugün hayat tarzlarına saldırıldığını söylüyor. O ikna odalarından şikâyet edenler, bugün “subliminal mesaj” gibi uydurulmuş kavramlara dayanan iddianamelerle ceza yağdırılmasını makul buluyor…

 

Böylelikle “merhametsizliği” konuşurken söz kendiliğinden bizi otoriter zihniyetin ilkesizliğine; iki yüzlülüğüne getiriyor.

 

Evet bu ilkesizlik otoriter düşüncede sıradan bir sapma; zaman zaman içine düşülen geçici bir durum değildir. İlkesizlik ve çifte standart otoriter düşüncenin yapısal bir unsurudur. Çünkü otoriter düşüncede “kendine benzemeyeni tehdit olarak kabul eden” yapısal bir kod vardır. Yabancı dizgin altında tutulmalıdır. Çünkü o, adı üstünde bizim benimsediğimiz; kendimizden saydığımız otoriteye yabancıdır. Otoriter düşünce, bu yüzden yabancıyı kendi eşiti olarak görmez.

Evet, otoriter düşünce ayrımcıdır.

 

Kimliklere göre ayırır insanları. Laikse dindarı, dindarsa laiki; Türkse Kürt’ü, Çingene’yi, Kürtse Türk’ü, Sünni’yse Alevi’yi, Alevi ise Sünni’yi, Erkekse kadını, heteroseksüelse homoseksüeli vs. … Kısacası otoriter zihniyet hangi kimlik aidiyetinin içinden bakıyorsa, ötekini ayırır ve tekinsiz bulur…

 

Merhametsizlik kavramına dönerek bitireyim. Bu anlattıklarıma birçok kişi “empati eksikliği” gibi daha fiyakalı kavramlarla yaklaşıyor. Ben çok hayattan, durumu çok daha içinden anlattığına inandığım “merhamet” kavramını tercih ediyorum. Empati filan gibi, nötr, yumuşatıcı, mesafeli kavramların otoriter düşünceye hiç hak etmediği bir “anlayış” sunduğunu düşünüyorum. Sert ve hakiki sözlere ihtiyacımız var. Merhamet; bir başkasının düştüğü kötü duruma üzülme; başkasının acısına duyarlılık olarak tanımlanıyor sözlüklerde.  Merhametsizlik bence çok daha yakışıyor bu zihniyete… Çünkü bu erdemden yoksun…

 

 Serbest çağrışıma devam edeceğim…

Otoriter zihniyeti kurcalamaya çalışacağım.

Hadsizlik sayılmayacaksa, herkese de kendi içini ve çevresini bu gözle soruşturmasını öneririm…

 

- Advertisment -