Ana SayfaDış HaberÇEVİRİ | Yurttaşlığı satışa çıkarmak: Dünyadaki vatandaşlık alıcılarının yarısı Türkiye’de, İranlılar yılda...

ÇEVİRİ | Yurttaşlığı satışa çıkarmak: Dünyadaki vatandaşlık alıcılarının yarısı Türkiye’de, İranlılar yılda 10 bin ev alıyor

Dünyaca ünlü sol dergi New Left Review dünyadaki vatandaşlık pazarını yazdı: Türkiye dünyadaki vatandaşlık alıcılarının yarısından fazlasını ağırlıyor. Karayipler'deki mikro devletlerin ya da Vanuatu'nun, hatta Malta'nın aksine İstanbul, varlıklı bir göçmen için son derece yaşanabilir bir metropol. Başlangıçta en çok başvuru Irak, Afganistan, Filistin ve Mısır'dan geliyordu. Daha sonra Dubai'nin yabancı sakinleri devreye girdi. Covid-19 ve ardından Avrupa'daki savaşla birlikte Ukraynalılar ve Pakistanlılar da saflarına katıldı. Sonra Ruslar geldi. Varlıklı İranlılar için Türkiye'nin özel bir cazibesi var. Sebep sadece komşuluk ve vize istenmemesi değil, Türk lirasının değer kaybı. İranlılar ortalama yılda 10.000 konut satın alıyorlar. Vatandaşlık başvurusu yapan bir ajansın reklamlarında söylediği gibi: 'Türkiye'yi bir ev, sigorta ve yatırım olarak düşünebilirsiniz'.

Aux armes, citoyens! 1795’teki Devrim Konvansiyonu tarafından Fransız milli marşı olarak kabul edilen ‘La Marseillaise’in nakaratı böyle başlar. Artık ne serfler, ne tebaa, ne de vasallar değil, sadece eşitler olacaktır. Yurttaş: Antik dünyayla birlikte yok olan bir siyasi kategori (cives romanus sum), 1789 Devrimi ile kazanılan hakları kapsamak ve ulus-devletin tasavvur edilen topluluğunu birbirine bağlamak için yeniden ortaya çıkar. Yurttaşlık hakları zaman içinde (eğitim hakkı, sağlık hakkı, çalışma hakkı…) ve bunlara karşılık gelen görevlerle (zorunlu askerlik, jüri görevi, vergi yükümlülükleri…) birlikte genişletilecektir. Tam burada çağdaş insan haklarıyla karşılaştırıldığında önemli bir fark yatmaktadır: ‘Bir kişi, bir oy’ ilkesinde ifade edildiği gibi, aksi takdirde biçimsel ve teorik olan bir eşitliğe pozitif içerik kazandırma çabası hakimdir.

Bu vatandaşlık devlet anlayışı 1960’larda zirveye ulaşmış ve ardından düşüşe geçmiştir. Vatandaşlık, doğumla (ius soli), kan bağıyla (ius sanguinis) ya da uzun bir ikamet süresiyle kazanılabilen bir aidiyet biçimi olarak görülmeye devam etmektedir. Yine de vatandaşlık, deyim yerindeyse ‘seyrelmiştir’. Haklar azaltılmış (refah devletinin çöküşü) ve tamamen kaldırılmadıklarında (zorunlu askerlik) ise yükümlülükler daraltılmıştır (vergi yükünün hafifletilmesi). Vaandaşlık neo-liberalizmin zaferiyle birlikte bir metaya, yani alınıp satılabilen bir şeye dönüştürülmüştür. Amerikalı sosyolog Kristin Surak’ın Altın Pasaport kitabında yazdığı üzere, artık tüm dünyayı kapsayan bir ‘vatandaşlık endüstrisi’ mevcuttur. Kitap, bu endüstrinin ilk kırk yılının tarihine ilişkin bir bilgi, veri ve ilk elden anlatım hazinesi içeriyor.

Neden vatandaşlık satın alınmak istensin ki? İnsanlar başka bir vatandaşlığa göz dikiyorlar zira tüm vatandaşlıklar birbirine eşit olmuyor. Hayatlarımız bir ‘doğum hakkı piyangosuna’ bağlı. Surak’ın bize hatırlattığı gibi, Burundi’de doğarsanız yılda 300 dolarla ortalama 57 yıl yaşamayı umabilirsiniz; Finlandiya’da doğarsanız rakamlar 80 yıl ve 42.000 dolardır. Bugün gördüğümüz büyük göçler bu sınırsız jeopolitik eşitsizliğe dayanıyor. Sınırlar bu uçurumun korunmasına hizmet ediyor: Türkiye Cumhuriyeti, Suriyeli, Afgan ve diğer mültecilerin AB’ye girmesini engellemek için Brüksel’den yılda 6 milyar Avro alıyor; Tunus bu yıl itibariyle Sahra altı göçü engellemek için 1,1 milyar Avro aldı. Küçük bir cumhuriyet olan Nauru (12.600 nüfuslu 21 kilometrekarelik bir ada) son on yılda gayrisafi yurtiçi hasılasının yarısını Avustralya tarafından reddedilen sığınmacıları yöneterek kazandı.

Nitekim vatandaşlıklar arasında son derece temel eşitsiz bir durum olsa da, bize hala rutin olarak tüm devletlerin eşit derecede egemen olduğuna dair hukuki bir kurgu sunuluyor. Emer de Vattel’in Le droit des gens (1758) adlı eserine kadar uzanan bir kavram bu; eğer doğa durumunda insanlar tüm farklılıklarına rağmen birbirlerine eşitlerse, aynı şeyin devletler için de geçerli olması gerektiğini savunuluyor. Elbette devletler gerçek hayatta hiçbir şekilde eşit derecede egemen değiller.

Nauru gibi bir ülke, BM’de aynı oy ağırlığına sahip olmasına, dünyanın dört bir yanında büyükelçilikler açabilmesine, diplomatlarına dokunulmazlık sağlayabilmesine ve benzerlerine rağmen Almanya gibi bir ülkeyle eşit egemenliğe sahip değil.

Bu bağlamda Kristin Surak, Stephen Krasner’in Egemenlik (1999) adlı kitabından bir alıntı yapmaktadır: ‘Egemenlik söz konusu olduğunda en sık karşılaştığımız şey örgütlü ikiyüzlülüktür’. Vatandaşlığın bir meta olarak yeniden biçimlendirilmesi, biçimsel eşitlik ile gerçek eşitsizlik arasındaki bu çelişkinin bir sonucudur. Thomas Humphrey Marshall’ın 1950’de ifade ettiği gibi, ‘Vatandaşlık, üzerine eşitsizlik yapısının inşa edilebileceği eşitlik temelini sağlamaktadır’.

Pek çok kişi doğal olarak bu eşitsizlikten kurtulmak istiyor. Vatandaşlığın bir meta olduğu vakaların büyük çoğunluğunda bu göç yoluyla gerçekleşiyor. Fakat bunu göze alabilen az sayıda kişi için vatandaşlık basamaklarını tırmanmak için bir merdivenden ziyade görece hızlı bir asansör mevcut.

Vatandaşlık tipik olarak, küresel ticaretin çeperinde yer alan, emperyal yaptırımlara maruz kalan, siyasi huzursuzluk, savaş veya otoriterlikle damgalanmış ayrıcalıklı sınıflar tarafından satın alınır. Surak’a göre vatandaşlık piyasası “devletlerarası ve devlet içi eşitsizliklerin bir araya gelmesiyle” ortaya çıkmaktadır.

Kişinin kendisi ve ailesi için vatandaşlığın fiyatı birkaç yüz bin dolardan birkaç milyona kadar değişiyor. Alıcılar genellikle multi-milyonerler olsalar da, yasal statü arayan Filistinliler, yaptırımlardan etkilenen İranlı işadamları, kendilerini parti devletinin kamulaştırmasından korumaya çalışan Çinli elitler ya da Putin’in istikrarsız yönetiminden ve şimdi de savaş tehlikesinden kaçmak isteyen Rus oligarklar olabilir.

Bir dönem vatandaşlık sektörünün en büyük müşterileri Pekin’in tecavüzünden tedirgin olan Hong Konglulardı. Ama aynı zamanda Körfez ülkelerinde çalışan, emekli olduklarında yasal olarak orada kalma hakları olmayan ve kendi ülkelerine dönmek istemeyen Hintli, Pakistanlı, Endonezyalı üst düzey yönetici ve idareciler de var.

Özellikle bazı devletlerin vatandaşlığı fahiş bir ayrıcalık olduğu için, mevcut vatandaşlar bunu aşılmaz engeller koyarak korumaya çalışıyor. Dolayısıyla olağanüstü zenginler için bile jeopolitik piramidin tepesindeki devletlerin vatandaşlığını satın almak kolay değildir (yine de istisnalar vardır: Fransa Snapchat milyarderi Evan Spiegel’i vatandaşlığa kabul etmiş, Yeni Zelanda da Paypal’ın kurucusu milyarder Peter Thiel’e aynı muameleyi yapmıştır). Bir başka yöntem de en üst devletlere giriş ve ikamet imkanı sağlayan daha düşük dereceli bir vatandaşlık satın almaktır – devletler hiyerarşisi uluslararası hareketlilik hiyerarşisine karşılık gelmektedir.

AB veya Japon pasaportuna sahip olanlar 191 ülkeye serbestçe girebilirsiniz. ABD pasaportu ile 180; Türkiye pasaportu ile ise 110 ülkeye giriş yapabilirsiniz. Surak’a göre özünde, göçmenlerin katılmayı umdukları devlette yaşamaları gerekirken, vatandaşlık satın alanların sadece paralarının orada kalması yeterli.

Vatandaşlık ticaretinden ilk yararlananlar Caricom ülkeleri oldu: Bu ülkeler toplam nüfusu 18,5 milyon olan on beş Karayip mikro devletten oluşuyor. Kitts & Nevis, 1984 yılında belirli bir miktar yatırım yapanlara vatandaşlık veren bir yasa çıkararak emsal teşkil eden bir ilke imza attı. Bu, ‘Yatırım Yoluyla Vatandaşlık’ (CBI) olarak bilinmekte. Bu ada ülkeleri yüzyıllar boyunca şeker üreterek büyümüştü, on sekizinci yüzyılda küresel üretimin %20’sini Caricom ülkeleri üretiyordu, ancak 1970’lerde gemi endüstrisinin büyümesiyle bir ekonomik krize girdiler. Yatırım Yoluyla Vatandaşlık programı sonucunda GSYİH’lerinin %35’ini üretir hale geldiler. İngiliz Milletler Topluluğu’nun bir parçası olma avantajına sahip olan bu ülkelerde örfi hukuk geçerli, yani hukuk daha önceki yargı kararlarına dayanıyor: Örfi hukuk yalnızca yasak olanı tanımlarken, medeni hukuk yasal olanı tanımlıyor ve bu nedenle çok daha sınırlandırıcı bir mahiyette.

Şaşırtıcı olmayan bir şekilde Antigua, Grenada ve St. Lucia gibi Karayip Milletler Topluluğu ülkeleri de Caricom ülkelerini örnek aldı. Ardından ekonomisi tamamen muza dayalı olan Dominik geldi. 1990’larda WTO mevzuatı Chiquita’nın başarılı bir yasal itirazda bulunmasına imkan tanıyana üretilen muzları kadar öncelikle Avrupa’ya ihraç ediyorlardı. Bunu takip eden ‘muz savaşları’ adayı uçurumun eşiğine getirince, Yatırım Yoluyla Vatandaşlık programı adanın en önemli sermayesi haline geldi. Dominik, İngiliz Milletler Topluluğu’na üye komşularının avantajlarıyla boy ölçüşebilmek için daha düşük oranlarda vatandaşlık ve başka avantajlar (isim değiştirmeyi kolaylaştırmak gibi) sundu.

Kitts ve Antigua pasaportları 2009’dan bu yana sahiplerine Schengen Bölgesi’ne ücretsiz erişim sağlamakta. Dominik, Grenada ve St Lucia da 2015’ten bu yana aynı avantajları sunuyor. Bir pasaportun arzu edilirliği, sağladığı mobiliteye bağlıdır. Bu anlamda vatandaşlık ikametten farklıdır. Yaklaşık elli ülke (Portekiz, İspanya, Avustralya ve ABD bunların arasındadır) yatırım karşılığında vatandaşlık değil ikamet sunmaktadır. Fakat mobilite, sizi vatandaşlığa kabul eden devletten çok, ülkeye girişinize izin veren devlete bağlıdır (örneğin 2015 yılında St. Kitts Kanada’ya serbest giriş hakkını kaybetti ve pasaportunun değeri düştü). Bu nedenle vatandaşlık endüstrisi, daha fazla kural ve prosedür geliştirerek emekleme aşamasından istikrarlı bir şekilde yükseldikçe, büyük devletler vatandaşlık verme konusunda giderek artan bir nüfuza sahip oldular. Karayipler’deki mikro devletlerin vatandaşlığını almak için artık ABD’nin (ve giderek AB’nin de) onay vermesi gerekiyor.

Akdeniz’de vatandaşlığın ana satıcıları, tarihleriyle ilgili nedenlerden dolayı Malta ve Kıbrıs olmuştur. Malta’nın durumunda bunun nedeni İngilizce konuşulması, konumu ve Avrupa Birliği üyeliğidir. Yatırım Yoluyla Vatandaşlık programının şartları hem Malta muhalefet partileri hem de 1.800 vatandaşlığa kabul sınırı koyan Avrupa Parlamentosu tarafından şiddetle tartışıldı; 2020’de kapatıldı ancak o zamandan beri yılda 400 ve toplamda 1.500 vatandaşlığa kabul sınırlamasıyla yeniden başlatıldı (700.000 €’luk mütevazı bir yatırımın yanı sıra aile üyesi veya çalışan başına 50.000 €’luk bir fiyatla). Kıbrıs ise bir açıdan AB üyesi olma avantajına da sahip, ayrıca Soğuk Savaş sırasında tarafsız ülkeler arasında yer alıyordu ve güçlü bir Komünist parti geleneğine sahipti.

SSCB çöktüğünde Kıbrıs’ta, çoğu hukuk ve finans alanında çalışan ve Moskova ile güçlü bağlantıları olan Rusça konuşan profesyonellerden oluşan büyük bir nüfus bulunmaktaydı. Çok geçmeden Kıbrıs, yakınlığı, güneşi ve Avrupa’ya erişimi nedeniyle Ruslar için gözde bir yer haline geldi. Surak, Kıbrıs’ın başkentinin adının gayri resmi olarak ‘Limassolgrad’ ya da ‘Güneşli Moskova’ olarak değiştirildiğini, ‘Rus okulları, Rus mağazaları, Rus kulüpleri, Rus restoranları, Rus gazeteleri’ ile dolu olduğunu belirtiyor. Fakat 2013 Yunanistan kriziyle birlikte 100.000 Euro’nun üzerindeki tüm sigortasız banka mevduatlarına büyük vergiler (%100’e varan) getirildi. Birkaç yıl sonra Kıbrıs’ın Yatırım Yoluyla Vatandaşlık programı, tam da pandemi Çin’de ve başka yerlerde uygulanan acımasız karantinalardan kaçmak isteyenlerin pasaport taleplerini arttırmışken kapatıldı. Ruslar yeni bir sığınak aramak zorunda kaldılar.

Ruslar bunu, vatandaşlık satanlar arasında alışılmadık bir aday olan Türkiye’de buldu. Türkiye 80 milyonluk nüfusu ve güçlü ordusuyla dünyanın en güçlü 20 ekonomisinden biri. Yine de bugün dünyadaki vatandaşlık alıcılarının yarısından fazlasını ağırlıyor. AB üyesi olmayabilir ama başka avantajları da var. Karayipler’deki mikro devletlerin ya da Vanuatu’nun, hatta Malta’nın aksine İstanbul, varlıklı bir göçmen için son derece yaşanabilir bir metropol. Başlangıçta en çok başvuru Irak, Afganistan, Filistin ve Mısır’dan geliyordu. Daha sonra Dubai’nin yabancı sakinleri devreye girdi. Covid-19 ve ardından Avrupa’daki savaşla birlikte Ukraynalılar ve Pakistanlılar da saflarına katıldı. Varlıklı İranlılar için Türkiye’nin özel bir cazibesi var. Bu sadece Türkiye komşu ülke olduğu ve İranlıların vizesiz girebildiği birkaç ülkeden biri olması nedeniyle değil, aynı zamanda yüksek enflasyon (bu yıl %39) nedeniyle Türk lirasının keskin bir devalüasyona uğramasından da kaynaklanıyor. Türk lirası son iki yılda dolar karşısında değerinin yarısını kaybetti.

İranlılar Türkiye’de gayrimenkul satın alarak kendi devalüasyon ve enflasyonlarından başka yerlere göre daha az etkileniyor: şu anda yılda ortalama 10.000 konut satın alıyorlar. Tüm Akdeniz kıyılarında olduğu gibi İstanbul’da da konut fiyatları yükseldiği için bunlar karlı varlıklar. Vatandaşlık başvurusu yapan bir ajansın reklamlarında söylediği gibi: ‘Türkiye’yi bir ev, sigorta ve yatırım olarak düşünebilirsiniz’.

Vatandaşlık bu şekilde finansallaştırılmış, yapılandırılmış yatırım araçlarına benzer bir ürüne dönüştürülmüştür. Dünya çapındaki göçmen akışıyla (sayıları yaklaşık 200 milyon) kıyaslandığında, yatırım yoluyla vatandaşlığa kabuller çok küçük kalsa da (yılda yaklaşık 50,000) vatandaşlık hakkında tahmin edebileceğimizden daha fazlasını ortaya koyuyor. Örneğin bunlardan biri her zaman üzerimizde taşıdığımız ve kendimizi ondan kurtaramadığımız vatandaşlığın ülke dışındaki diğer insanları ne denli etkilediği üzerinedir.

Hindistan’ı ziyaret ettiğimde, yerel halkın Avrupalı turistlerin uyruğunu tahmin etme becerisine her zaman şaşırmışımdır. Vatandaşlık sistemimizin onlar için bir tür kast sistemi olduğunu ve birlikte büyüdükleri çok sayıda kastı (toplamda yaklaşık 3.000 kast ve 25.000 alt kast vardır) ayırt etme konusunda iyi eğitildiklerini anladım.

Surak’ın anlattığı belki de en ilginç olgu, çifte vatandaşlık arayan Amerikalılar. Bunların birçoğu ABD’ye vergi ödemeye devam etmek istemeyen yabancı ülke vatandaşları (vergi rejimi dünyanın neresinde yaşarsanız yaşayın ya da gelirinizi nereden elde ederseniz edin vergi ödemenizi şart koşuyor). Diğerleri ise seyahat edebilmek için ikinci bir vatandaşlık peşinde. Çifte vatandaşlığı olan büyük bir sosyolog bana 11 Eylül’den bu yana her daim Avrupa vatandaşlık belgesiyle seyahat ettiğini söyledi. Diğerleri Trump’ın seçilmesinden sonra müracaat etmiş. Kim bilir 5 Kasım’da neler olacak.

Kaynak: https://newleftreview.org/sidecar/posts/selling-citizenship

Çeviri: Hasan Ayer

- Advertisment -