Ana SayfaYazarlarBürokrasiyi yeniden yapılandırmak

Bürokrasiyi yeniden yapılandırmak

Başbakan Ahmet Davutoğlu önceki gün Habertürk Televizyonu’ndaki “Türkiye’nin seçimi 2015” programında, 7 Haziranda sandıktan yine iktidar olarak çıktıkları takdirde, hükümet programının 10 önceliğini belirlediklerini açıkladı. İlk iki madde olarak saydığı Yeni Anayasa ve Çözüm Süreci, üzerine çok yazdığım ve Türkiye için yaşamsal önemi bulunan konular. Ama başlıktan da anlaşılacağı gibi, bu defa Davutoğlu’nun 9. öncelik olarak dile getirdiği bürokrasinin yeniden yapılandırılması üzerine bazı düşüncelerimi dile getirmek istiyorum.

Türkiye’de demokrasinin gelişmesine büyük darbeler vurmuş olan, bugün de ciddi bir engel oluşturan bürokratik elitlerin siyasete müdahaleleri bürokrasinin yeniden yapılandırılmasını zorunlu kılıyor. Eski bir bürokrat olarak, bu konuda zaman, zaman kaleme aldığım yazılarda özellikle AK Parti’ye yakın duran yazarların son dönemde askerin siyasete müdahalesinin azalmasından hareketle bürokratik vesayetin artık bittiğine ilişkin çıkarsamalarının doğru olmadığını ısrarla savunuyordum. 

Bundan dört yıla yakın bir süre önce Kasım 2011’de yayımlanan “Devlet ve bürokratik elitler” başlıklı yazımda bu görüşümü şöyle dile getirmiştim: “ Gücünü mevcut darbe anayasasının antidemokratik ve ideolojik hükümlerinden alan Türkiye’nin asker ağırlıklı bürokratik elitleri bugün sesini çıkarmıyor görünse de etkinliğini yitirmiş değil. Aksine kendi ayrıcalıklarına karşı gördüğü AB sürecine açıkça tavır koyduktan sonra içindeki reformcu unsurları, -elbette AK Partili bakanların imzalarıyla- tasfiye etmiş olduğu için bugün çok daha “ulusalcı” ve herhalde “AKP düşmanı” bir nitelik kazanmış durumda. O bakımdan hükümetin 2007 öncesinde oluşturulan o büyük bürokratik kuşatmadan tümüyle kurtulmuş olabileceğine pek ihtimal veremiyorum doğrusu.”

Bu yazıyı kaleme alırken Hanefi Avcı’nın “Haliç’te yaşayan Simonlar” başlıklı kitabını daha okumamıştım ama bürokrasideki terfi ve tayinlere baktığımda gördüğüm bazı şeyler böyle bir yargıda bulunmamı kolaylaştırıyordu. Kamuoyu ve belki bir grup siyasetçi de, bakanlıklarda dönüp dolaşıp aynı isimlerin hem ANAP, hem RP, hem de DSP döneminde hep “ayrıcalıklı görevlerde” bulunduğunun farkında değildir olasılıkla. Aslında AK Partili yıllarımızda aynen devam eden bu tuhaf durum bürokratik vesayetin aynı minvalde sürdüğünün temel göstergesi. O bakımdan Davutoğlu’nun “yıpranmış bürokrasiyi yeniden yapılandırmak” olarak ifade ettiği bu adımın önemli ama çok da kolay olmadığına inanıyorum.

Aslında son dönemde “Paralel yapı” olarak adlandırılan ve Cemaat’le bağlantısı özellikle vurgulanan bu bürokratik vesayet odağı öteden beri var olan derin devlet yapılanmasının sadece bir başka yüzü gibi duruyor. Daha önce daha çok “Kemalist” ağırlıklı yüzüyle kendini gösteriyor ve Kürt, Ermeni ve Kıbrıs sorunlarında “şahin” tutumun öncülüğünü üstleniyordu. Bu tutumun belirgin milliyetçi argümanları vardı ve tüm hükümetlerce kullanılıyordu. Dikkat edilirse bürokratik vesayet odaklarının bu konularda ortaya koyduğu argümanlar, bu odaklara karşı savaş yürütmesine karşın, AK Parti içinde bile itibar görmeye devam ediyor.    

Benim eski bir bürokrat olarak edindiğim izlenime göre, bürokrasinin en büyük gücü terfi ve tayinlerde siyasetçiyi kendi işine karıştırmamak. Kamuoyuna aksettirilenin tam aksine siyaset kurumunun bürokrasi içindeki “adamları” Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakan danışmanları ile sınırlı tutuluyor ve çok daha önemlisi bürokrasinin her dönemde önerdiği isimler arasından seçiliyor. Başka bir deyişle siyasetçi, kendine yakın görüp bürokrasiye soktuğu isimlerle değil de, bürokrasinin önerdikleri arasından seçtiği isimlerle çalışıyor. Bu da özellikle Menderes’in DP’si, Özal’ın ANAP’ı ve Erdoğan’ın AKP’si gibi “istenmeyen” hükümetlerin bürokratik kuşatma altında olmasını sağlıyor.

Bürokratik kuşatma yukarıda belirttiklerim gibi devletin tutumunun değişmesi istenmeyen konularda siyasetçilerin ikna edilmesi ya da yönlendirilmesini içeriyor. Anımsanacak olursa, Türkiye’nin dış politikasının hükümetler değişse de değişmeyeceği hep söylenip dururdu. Bir dönem, terörle demokratik olmayan mücadele politikaları da hiç değişmezdi. Bürokrat mutlak doğruyu bildiğine göre, siyasetçiye bildiğini dayatırdı. Siyaset alanı o kadar daraltılmıştı ki devleti yöneten, sahibi olduğunu düşünen asker, sivil bürokratlar olmuş, siyasetçiler ise konu mankenine dönüşmüşlerdi. Davutoğlu’nun öncelikleri arasında yer almasından da anlaşılacağı üzere, bu durum bugün de tamamen düzelmiş değil.

Bürokrasi dediğimde 4. erk olarak ortaya çıkan derin devlet yapılanmasını kastediyorum; kariyer yapmaya yönelik büyük idealleri ya da sadece geçim derdi ile bu erkin içinde yer alan ve mesleklerinde liyakatin öncelikli olmasını arzu eden bürokratları değil tabii ki. Aslında bürokratik vesayet odakları, 26 Aralık 2013’de Serbestiyet’te yayımlanan “Yalnız bürokratı düşünen yok” başlıklı yazımda da belirtmiş olduğum gibi, sadece siyasete biçim vermiyor, aynı zamanda bu sistemin dışında kalan bürokratı da önemsizleştiriyor. Avcı’nın kitabında anlattıklarına bakılacak olursa, sadece kendi adamlarına yer açmak için kullanıp bir kenara attıkları bürokratlar bile olabiliyor.

Derin devletin 17-25 Aralık kalkışmasının belki de en yararlı tarafı, devlet içinde artık bittiği sanılan ve benim ısrarla var olduğuna dikkat çektiğim vesayet odaklarının maskelerinin düşmesi ve AK Parti’yi iktidardan indirmek amacıyla tüm Türkiye’ye zarar veren “pis işlerinin” birer, birer ortaya çıkıyor olması. Bu konuda daha neler göreceğiz bilmiyorum ama bugüne kadar öğrendiklerimiz bin bir yüzlü derin devletin içimizden sökülüp atılmasının en az Türkiye için Yeni Anayasa ve Çözüm Süreci kadar önem taşıdığını ortaya koyuyor.   

 

 

- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik