Suç yahut CEZA

Kamu vicdanı özellikle siyasi figürler söz konusu olduğunda son derece iki yüzlü ve ölçüsüzdür. Örneğin Efraim Elrom’un katledilmesinden sorumlu olan Mahir Çayan’ın işlediği suç Ogün Samast’ın Hrant Dink’i öldürmesiyle yan yana konulduğunda ne söyleyebiliriz? Suçları ilericilik / gericilik ya da devrimcilik / milliyetçilik açısından tasnif etmeye mi başlayacağız?

Bir suçun ya da kabahatin cezası nasıl ölçülür? Neye göre verilir? Suç ile ceza arasındaki denge nasıl ayarlanır? 

Venedik Taciri’ni okuyanlar bilir. Yahudi tefeci Shylock elindeki sözleşmeye dayanarak borcunu ödeyemeyen alacaklısının vücudundan bir parça kesip koparmak ister. 

Sözleşme açısından Shylock haklıdır, yasaya göre borçlusu Antonio’nun etinden bir miktarı kesip alabilecektir. Antonio’nun avukatı – ki çok şükür bir kadındır, erkek kılığına girmiş olsa bile – akıllıca bir savunmayla Shylock’un acımasız talebini boşa çıkarır. Bir damla bile kan akıtmadan ne bir gram eksik ne bir gram fazla yani tam sözleşmede yazdığı kadar et kesmelidir Shylock – aksi takdirde Hıristiyan kanı akıtmanın ağır bedelini ödemek zorunda kalacaktır. Bu kesin ölçüyü sağlaması mümkün olmadığından Shylock mahkemeden eli boş ayrılır.

Shylock’un talebindeki orantısızlık açık değil mi? Ama bir yandan da ortada bir sözleşme var, Antonio bu koşulu kabul ederek borç almış.  Çağdaş dünyamızda da böyle sözleşmeler yok mu? Evet, kimse kimsenin etini kanını talep etmiyor, ama insanların çaresizlik içinde imzaladıkları sözleşmeler bazen o kadar ağır oluyor ki, “Ah şu kolumu kesip versem de kurtulsam” diyenler mutlaka çıkıyordur.

Geçmişte toplumlar ceza konusunda daha bonkördü. Suç işlediğine karar verilen bireyi kazığa oturtmak, kafasını ya da başka uzuvlarını kesmek, diri diri yakmak, kırbaçlamak, dövmek, aç bırakmak, kör etmek yadırganan cezalar değildi. Hatta yakın zamana kadar katıksız hapis cezası ya da halka açık idamlar ülkemizde de uygulanıyordu. 

Türkiye’de son halka açık idam 1960’da gerçekleşmiş, yani içimizde “idam seyretmiş” ve o günleri hatırlayan birileri var. Bana kalırsa özleyenler de var. Tarih nefes farkıyla arkamızdan koşuyor. 

Bugün idam cezası kaldırılmış durumda, ama zaman zaman yeniden seslendiriliyor. Örneğin çocuklara karşı işlenen ağır suçlarda idam cezasının uygulanması teklif edilse,  toplumun çok küçük bir kesimi buna itiraz edebilir.  Fakat “idam” talebinin bu sınırda durmayacağını biliyoruz. Kitleyi arkasına alan herhangi bir siyasi hareket rakiplerini idam sehpasına çıkarmanın yasal koşullarını yaratamaz mı? Ya da sokak hayvanlarını çocuklardan farksız görenler hayvanlara karşı işlenen suçlarda idam talep edemez mi? 

Aslında idam cezasını kaldıranlar da öldürmemek için değil, telafisi olmayan bir cezayı iptal etmek fikriyle hareket etmişti. Yasalar öldürmeyi bütünüyle yanlış görmez. Güvenlik güçlerine silahlı mukavemet gösteren bir insan, çatışma anında pekala öldürülebilir, böyle durumlarda öldüren bir çeşit soruşturmadan geçse bile koşullara uygun karar almışsa yaptırıma maruz kalmayacaktır.

Bir suçun karşılığı olan cezanın sınırını nasıl belirleyeceğiz? Ogün Samast yakın bir tarihte tahliye edildi. Toplam 16 yıl gibi bir süre cezaevinde kaldığı yazılıyor. Bu sürenin bir bölümünü aslında cezaevinde karıştığı başka bazı suçlardan ötürü yattığı söyleniyor.  Suçu işlediği sırada yaşı 18’in altında olduğu için yasa gereği bir cezasında indirim de almıştı.  Suçunun karşılığı 16 yıl mıdır? Sosyal medyada “elini kolunu sallayarak aramızda dolaşıyor” deniyor. Pekiyi gerçekten tam olarak ne ceza verilse hakça olurdu? İdam mı edilmeliydi? Müebbet hapis yeterli olur muydu? 16 değil de ne bileyim 24 olsa, 32 olsa… Bunlar kamuoyunu memnun etmeye yeter miydi?

Başka suçları ele alalım. Yakın zamanda bir vatandaşımız, “Eros” adı verilen bir kediyi eziyet ederek öldürdüğü suçlamasıyla mahkemeye çıktı. Kendisine yurtdışına çıkış yasağı verilmiş ve tutuksuz yargılanması için salıverilmiş. Belki kararı veren hakim de bunu az bulmuştur ama anlaşılan yasa böyle bir uygulamayı ön görüyor. Hakimlerin takdir hakkı var elbette ama yasanın sınırlarını da esnetemezler. 

Pekiyi bu kişinin cezası ne olmalı? Para cezası? Bir yıl? Beş yıl? Müebbet? Mesela Ogün Samast’la hemen hemen aynı cezayı alması hak mıdır? Şuna eminim, bu kişiyi eline geçirse gözlerini oymak isteyecek binlerce insan vardır. Ama bu mudur? Bir cezanın amacı öfkemizi dindirmek midir? Eğer öyleyse otomobilini çizen adamı öldürmek isteyen biri haklı mıdır?

Herhangi bir suç hatta kabahat sosyal medyaya yansıdığında hep bir ağızdan “ceza” talep ediliyor. Şaşırtıcı ama söylediklerine bakıp anarşist ya da özgürlükçü çizgiyi izlediğini sandığımız entelektüeller de cezaların azlığından ya da yıldırıcı olmayışından yakınabiliyor. 

Ceza bir düzenleme aracı. Toplumsal yaşamı iyileştirme amacıyla uygulanması gerekiyor. Kamu vicdanı denen doyumsuz canavarı tatmin etmeye kalktığımızda basit trafik kusurlarıyla ağır tecavüz vakalarını aynı sepete koymaya başlarız. İşte asıl o zaman kaos başlar. 

Kamu vicdanı özellikle siyasi figürler söz konusu olduğunda son derece iki yüzlü ve ölçüsüzdür. Örneğin Efraim Elrom’un katledilmesinden sorumlu olan Mahir Çayan’ın işlediği suç Ogün Samast’ın Hrant Dink’i öldürmesiyle yan yana konulduğunda ne söyleyebiliriz? Suçları ilericilik / gericilik ya da devrimcilik / milliyetçilik açısından tasnif etmeye mi başlayacağız? 

Çayan’ın emperyalizm üstüne teorik yazıları siyasi düşünce tarihimize benzersiz bir katkıdır. Ancak niyeti, ideolojisi, mücadelesine yüklediğimiz anlam ya da entelektüel seviyesine bakarak suç işlemediğini mi söyleyebilir miyiz?

Evinde sıkıştırdığı fareyi süpürgeyle vurarak öldüren bir ev hanımına ne ceza vermeliyiz? Asansördeki kediyi öldüren adamdan ne farkı var? Bazı canlıları “zararlı” olarak işaretliyoruz, hepsi bu. Yani ölçü yine kendi konforumuz. 

Empati ile çözebilir miyiz? Empati de güvenilmez bir melekedir. Aslana yem olan ceylan yavrusuna mı üzülmeli yoksa açlıktan bitap düşmüş aslan yavrularına mı? Sinema izleyicisi empatiktir. Hikayenin akışına göre acımasız bir mafya tetikçisiyle de özdeşleşebilir hayat kurtaran bir hekimle de.

Kendi adıma şöyle düşünüyorum: İnsana karşı işlenen ve şiddet içeren suçlar dışında hapis cezası çok ağır. İnsan doğasına güvenenlerden değilim. Aksine, merhamet ya da sevgi gösterilerimizin çoğunun bile altında ince hesaplar yattığı fikrindeyim. Ama hapishane ve ceza sayısını artırmanın bir toplumun dirliğine katkısı olacağını sanmıyorum. 

Kısacası bir an için Shylock’un keskin bıçağını elinize aldığınızı düşünün. Suçladığınız kişiyi gözünüzün önüne getirin. Tam olarak ne ceza vereceksiniz? 

Kabul edelim, kendimize karşı işlenen suçlarda çok daha acımasız olabiliyoruz. Bu nedenle insanlar basit nedenlerle doktor dövmeye kalkabiliyor, trafikte sinirlendiği sürücünün üstüne yürüyor ya da kardeşinin evini yakmaya kalkabiliyor. 

Herhangi bir konuda gelişigüzel hapis cezalarının sıralandığı yasaları çıkarmak çok zor değil, yasalar yazılı metinlerdir. Yazar, oylar, yürürlüğe sokarsınız. Ama hiçbir şeyi çözmeyen, bilimsel dayanaklardan ve toplum yararı gütme hedefinden uzak cezalarla sadece ortalığı kan gölüne çevirmekle kalırız. Geçmişte insanların kollarının bacaklarının koparıldığı dehşetli cezalar uygulanırken bile suçlar pek öyle azalmadı. 

Toplumsal ilişkileri sadece suçlar ve cezalar üstünden anlamaya kalkarsak, bütün dünyamız bir hapishaneye dönüşür. 

- Advertisment -