“Depremle yıkılan Türk film camiası daha fazla uluslararası dayanışmaya ihtiyaç olduğunu söylüyor. ‘Dürüst olmak gerekirse, Avrupa şu anda Türkiye ile pek ilgilenmiyor. Biz bir şekilde dışlanmış durumdayız,”’diyor Boyacıoğlu. Berlin seçkisinde deneysel yönetmen Burak Çevik’in ironik bir şekilde ‘Unutma Biçimleri’ adını taşıyan tek bir Türk filmi olduğuna dikkat çekiyor. Ayrıca Berlinale’de ‘tek bir Türk jüri üyesi olmadığını’ da belirtiyor.”
Yukarıdaki haber Variety’den; 19 Şubat 2023. 6 Şubat depremlerinden hemen sonra. Berlin Film Festivali’nde Ukrayna’dan bahsedilmiş fakat Türkiye’de bahsedilmemiş. Türkiye, kimsenin umurunda değil. Boyacıoğlu, ya bu gerçekten zaten haberdar, ya da durumun ciddiyetini henüz öğrenmiş. “Biz bir şekilde dışlanmış durumdayız” cümlesindeki ‘bir şekilde’ye bakılırsa (“somehow”), ikincisi.
Depremlerden sonra, Hollanda’da yaşayan bir yazılımcının ya da Almanya’da bir doktorun, festivaldeki sinemacıların, bilhassa akademisyenlerin ya da öğrencilerin görülmek istemesinin sebebi belliydi: Onlara kara derili, yası tutulmaya değer muamelesi yapıyordu şu Avrupalılar. Yani, Türkiye’dekilerin Afganistan’da yaşanan bir terör saldırısına, Bağdat’ta pazar yerinde patlayan canlı bomba haberine verdiği reaksiyon kadar tepki veriyorlardı bizlere. Oysa, biz doğudakilerimizden farklıydık; onların yanında, Avrupa’daydık. Bağdat’taki ölüler gibi olmadığımızdan emin olmamız için daha fazla Avrupalı gözyaşı, hemen şimdi.
“ABD’li pop yıldızı Rihanna, Soma’yı unutmadı.”
Yok hayır, olmadı. Yıkık kerpiç evler, enkazlar… 19 Şubat’ta, artık iki hafta geçmişken üzerinden, enkazlar kaldırılmaya çoktan başlamışken… Boyacıoğlu’nun Rihanna’dan beklentisi gerçekçi değil.
*
7 Ekim’den bu yana uzun zaman geçti.
Önceleri ortalık yıkılacak sandık. Kahve zinciri eylemleri hayli ses getirdi, Bir YouTuber’ın Starbucks’ta çektiği ve insanları gizli bir hoparlörle uyardığı video milyon izlendi, ne kadar akıllıca bir eylemdi bu! O gördüğümüz, yurt dışında izlediğimiz YouTube videoları gibiydi adeta. TikTok’ta insanlar takdir etti, Arap dünyasının ilgisine mazhar oldu. Çok like aldı çok, oley! Yetmedi, yeni bir entelektüel de keşfetti Türkiye. Hem de sarışın ve İtalyanca biliyor – verdiği panellerde boş koltuk yok. Ağzından dökülen, “İslam mevcut insan bakiyesinden memnun değil, kendisine yeni bir insan bakiyesi devşiriyor” sözü bile alkışlandı. İslam’ın mevcut bakiyesini İsrail’in eliyle değiştirmeye çalışıp çalışmadığı sorusu, retoriğin gücü hatırına yok sayıldı. Bir gazeteci, bir yönetmenle olan şahsi hesabını Gazze üzerinden kesmeye çalıştı; o da magazinel anlamda destek oldu Gazze’nin görünürlüğüne. Sayesinde pazar keyfinde bile gündem olmuştur belki, enkaz altından çıkarılan ölü çocuklar.
Bu keşmekeşin arasında, direniş sözü neredeyse hiç duyulmaz oldu. Şehadet, zaten Gazzeliler için – onlar, ölümleriyle bize bir şeyler anlatmaya çalışanlardır, değil mi? Sakallı, ateist bir gazeteci “ticareti kesin” deyip ortalığı ayağa kaldırınca işin rengi değişti. Gözaltılar çoğaldıkça şiirli paneller azaldı, içerikler yok oldu. İş ciddiydi, neme lazım. Gazzeliler, birçoklarının ölümüyle sonuçlanacak bir yok oluşla karşı karşıyalarken, diğer tarafsa başka sıkıntılarla uğraşıyordu: Bu içeriklerin hiçbiri onlara hitap etmiyordu ki. Bir Amerikalının intihar eylemi biraz ses getirdi, fakat dehşet bir görüntü olduğundan tutunması mümkün olamadı. Üniversite eylemleri? Fena değiller, fakat bir pisuvarı sanat eseri kılan, Benjamin’in ‘aura’ diye tanımladığı o şeyden yoksun. Ruhi Çenet, YouTube hesabını bilmem kaçıncı kez çaldırırken, milyon izlenen Gazze içeriği konusunda ülkemiz sıkıntıda. Gazze için daha özel, herkese hitap eden bir içerik çok mu zor?
İşte, tüm bu sorularla boğuşurken biz, Macklemore’un şarkısı, hem de klibiyle, ne güzel girdi hayatımıza.
Şimdi, Berlinale’de şaşkın bir şekilde dolaşan Boyacıoğlu’nu; Avrupa’daki ofisinde, yan masadaki ofis arkadaşının umursamazlığından dert yanan yazılımcıyı daha iyi anlıyorum. Henüz fark ettim, gerçekten. Macklemore’un videosuna kadar İsrail destekçisi sandığım birçok arkadaşımın Gazze’yi desteklediğini, fakat paylaşımlarında dile getirmeleri için gereken o mükemmel estetiği bulamadıklarını, henüz fark ettim. Böylece, Macklemore’un çok paylaşılan şarkısından sonra yani, Google’a felaket sonrası çizimleriyle ünlenen o karikatüristin adını yazdım. Derken Twitter’daki grafik tasarımcının profilinde dolaştım bir süre. İkisinde de yeterli sonuç çıkmadı Gazze’ye dair. Birinde bir, diğerinde iki içerik. Demek estetik de önemliymiş, içerik en önemli. Teşekkürler, Macklemore.
Artık Berlinale’de ağlamak yok.
*
Sontag, fotoğrafın etik bir “pathos” uyandırmadığı gerçeğinden söz etmişti – anlatıyla desteklenmediğinde, dramaturjiyle beslenmediğinde yani, ancak “musallat” olabilirdi bir fotoğraf. Belki de bu da onun bir parçasıdır. Acıyı anlatı haline getirme şartı – karikatürlerle, müzikle; başka sanat formlarıyla güncellenmiş bir versiyonunu sunmadan olmaz. Eski fotoğraflara baktığımızda pek bir şey hissetmiyoruz artık. 11 Eylül videoları bile heyecanlandırmıyor. Ebu Gureyb’te çekilen fotoğraflar tekrar önümüze düştüğünde anlıyoruz: Hiçbir imge bize musallat olamaz, o kadar korkunç görünmüyorlar. IŞİD’in infaz videolarına tanık olmuş, Kathryn Bigelow filmlerini görmüş, Cem Yılmaz’ın son dizisini izlemiş bir nesil olarak Ebu Gureyb’teki fotoğraflara bakıyorum. Bir koreografi barındırmasına gayret edilmişler gibi neredeyse; sonrasında gördüklerimizin yanında hayli steriller.
11 Eylül’ü büyük bir sanat eseri olarak nitelendirdiği için tepki gören eleştirmenin adı neydi?
Fotoğraf, anlık iğrendirme gücünü, belki de çok fazla imgeye maruz kaldığımız için yitirdi: Ama Gazze’de insanlar ölmeye devam ediyor. ABD’de üniversiteler de ayaklandı, Hamas’ın 7 Ekim saldırı videolarını paylaşmadığımız sürece kimse bize terörist diyemez. İhtiyacımız olan daha fazla özgün içerik, hepsi bu.
Beni bilgisayarın başına oturtup bu yazıyı yazdıran, aklımda dönüp dolaşan sorun ise çok daha bencilce. Çünkü Türkiye hâlâ bir deprem ülkesi. Yurt dışındakilerden her an bize acınası gözlerle tekrar bakmalarını talep edebiliriz. Umuyorum ki, olası bir depremde, enkaz altında yardım beklerken, sesimizi duyurmanın tek yolunun birilerinin bizim için iyi bir şarkı yapması olduğunu hatırlamak bize güç verir.
Umudum, en azından, enkazdan çıkarılan cenazesi videoya alınan şanslılardan olmak. Rihanna’nın uzun yıllar sonra gelen klibinde, mavi sabahlığım ve ben, ölü sakallarım yeterli uzunlukta – harika görünüyoruz. Hepsi siz ve değerli takipçileriniz için.