Ana SayfaYazarlarAB süreci canlandırılabilir mi?

AB süreci canlandırılabilir mi?

 

16 Nisan referandumu sürecinde açık biçimde “Hayır” kampanyası yapmış, hatta Hollanda gibi bazı üyeleri bu vesileyle Türkiye karşıtlığını uluslararası sözleşmeleri çiğneme pahasına ortaya koymaktan çekinmemiş olan Avrupa Birliği’nin (AB) Brüksel Zirvesi’nden Türkiye ile ilişkileri onarma kararı çıktı. Konsey Başkanı Donald Tusk ve Komisyon Başkanı Jean Claude Juncker’in 24-25 Mayıs’ta NATO Zirvesi’ne katılmak üzere Brüksel’e gidecek olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşme talebinde bulundukları medyaya yansımış bulunuyor.  Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu’nun önceki gün A Haber’e yaptığı açıklamadan, bazı üye ülke liderlerin de Erdoğan’la ikili görüşme yapmak istedikleri anlaşılıyor.

 

Çavuşoğlu, söz konusu açıklamasında ayrıca Brüksel’deki görüşmelerde belirlenebilecek bir tarihte Türkiye-AB Zirvesi yapılacağını söyledi. Gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gerek Çavuşoğlu’nun açıklamalarından Türkiye’nin gündeminde AB tarafının dondurmuş olduğu müzakere fasıllarının kayıtsız koşulsuz açılmasının öncelik taşıdığı anlaşılıyor. Çavuşoğlu bu konuda şu hususun altını çiziyor: “Göç Anlaşması’nı imzalarken de şartlardan bir tanesi yani AB’nin atması gereken adımlardan bir tanesi fasılların açılmasıydı. (…) Henüz daha bir fasıl açılmadı. Oysa biz Göç Anlaşması’nı uyguluyoruz. “ 

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, AK Parti’ye yeniden üyeliği vesilesiyle yaptığı konuşmada, konuyla ilgili olarak fasılların açılmasını, AB sürecinin canlandırılmasının temel koşulu olarak ortaya koymuş ve şöyle demişti: “bundan sonra yapacağınız bir şey var. Bugüne kadar açmadığınız şu fasılları açmaktan başka çareniz yok. Açarsanız ne ala! Açmadığınız takdirde güle güle. “Dışişleri Bakanı, Erdoğan’ın bu sözlerinin “bizi bugüne kadar oyaladınız, bundan sonra da oyalamayın” anlamına geldiğini söyledi. Bir başka soruya karşılık, “kararlı olmaları halinde yeni fasılların her an açılabileceğini” belirtti. Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini’nin esasen hangi fasılların açılabileceğini değerlendirmek için bir araya gelme önerisinde bulunduğunu, kendilerinin de “yeter ki siz engelleri kaldırın, biz hazırız” mesajını vermiş olduklarını anlattı.

 

Buraya kadar kısaca aktardıklarımdan, AB tarafının bozulan ilişkileri onarma ve Türkiye’nin üyelik sürecinin kaldığı yerden devamını sağlama eğiliminde olduğu, Ankara’nın da bunun için fasılların açılması koşulunu ileri sürdüğü sonucuna varmak mümkün. Bu noktada başlıkta yönelttiğim soruyu açarak ayrıntılı biçimde yanıtlamakta yarar var. Türkiye’nin AB üyelik sürecinin, engellenen fasılların peyderpey açılması/ kapatılması suretiyle hedefe varması mümkün olabilir mi? 

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çıkışına ilk aşamada Avrupa Parlamentosu’nun (AP) Macar asıllı Hollandalı Türkiye raportörü Kati Piri Die Wielt üzerinden yanıt verdi. “Türkiye gerçekten üyelikle ilgileniyor olsaydı, Ankara’nın bunu göstermesi gerekirdi” diyen Bayan Piri şöyle devam etti: “AB’ye girmek isteyen, kriterleri yerine getirmek zorunda. Ama Türkiye’de bunu hiç göremiyorum. Bu yüzden müzakerelerin kesilmesi gerekiyor”.  AP ve özellikle Türkiye karşıtı yanlı tutumuyla tanınan kati Piri’nin Türkiye-AB ilişkilerinin seyrinde belirleyici bir rol oynadığını söylemek mümkün değil kuşkusuz ama AB tarafının ipleri koparmak istemese de Ankara’ya temel yaklaşımını değiştirmesi bugünkü konjonktürde çok iyimser bir yaklaşım olur.

 

Bir kere, 2013 yılından itibaren tek merkezden güdümlü olduğu basit bir okumayla anlaşılan Batı medyasının Erdoğan üzerinden yürüttüğü dezenformasyon temelli Türkiye karşıtlığının oluşturduğu kamuoyu Türkiye ağzıyla kuş tutarak tüm kriterleri karşılasa bile üyeliğe vize vermeyecektir. Çünkü Fransa başta olmak üzere birçok üye ülke Türkiye’nin AB üyeliğini halkoyuna sunmayı öngörüyor.

 

Kabul etmek gerekir ki Türkiye’nin AB üyeliğinin önündeki asıl engel Avrupa kamuoyunda daha Batı medyasının söz konusu dezenformasyon kampanyası başlamadan mevcut olan kötü imajıydı. Türkiye’nin olası üyeliği, adaylık süreci Helsinki Zirvesi’nde resmiyet kazandıktan sonra, siyasi kriterleri karşılamıyor olmasından daha çok, Maastricht ölçütlerini karşılamaktan uzak ekonomisiyle kaygılandırıyordu. “Yoksul Türkler AB’ye akın edecek ve Avrupalıların işlerini ellerinden alacak” propagandası insanları kaygılandırıyordu. Çok da haksız olmayan bu kaygıları gidermek için Türkiye’nin siyasi ve ekonomik kriterleri karşılama amaçlı köklü bir reform sürecine girmesi gerekiyordu.

 

Türkiye, Helsinki’den sonra karşı karşıya kaldığı tüm sorunlara karşın iyi, kötü köklü bir reform süreci yaşadı. AB ülkeleri ise, özellikle 2008 küresel krizinin ekonomileri üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle kemer sıkma politikaları izlemek durumunda kaldı. Sonuç olarak işsizlik başta olmak üzere ekonomik sorunlar yaşayan birçok AB ülkesinin uzağında kaldığı Maastricht kriterlerini Türkiye’nin büyük ölçüde karşıladığı bugünlere geldik. Ama ne var ki Helsinki ertesindeki haklı kaygılar dikkate alınırsa Türkiye’nin iyileşmesi gereken Avrupa kamuoyundaki imajı Batı medyasının Erdoğan karşıtlığı üzerinden yürüttüğü dezenformasyon kampanyası nedeniyle daha da kötüleşti. Yukarıda sorduğum soruya olumsuz yanıt vermemin bir nedeni bu.

 

Erdoğan karşıtları Avrupa kamuoyunun medyanın da etkisiyle Erdoğan’sız bir Türkiye’nin AB üyeliği hakkındaki kanaatinin değişebileceğini öne sürebilirler belki ama üyeliği kabul görecek bir Türkiye’nin bugünkü Türkiye olma olasılığı görünmüyor. Çünkü başta Almanya olmak üzere birçok AB üyesi, 15 Temmuz’da askeri darbeye ve Türkiye’nin bazı bölgelerini işgale kalkışan gruplara kol, kanat germeye devam ediyor. Gizli FETÖ’cülerin yeni ortaya çıkarılmakta olduğu dikkate alınacak olursa, olağanüstü halin ivedilikle kaldırılması ve KHK uygulamasından vazgeçilmesi talebinin “demokrasi” kaygılarından kaynaklandığı inandırıcı bir temele dayanmıyor. Bu nedenle Türk kamuoyunda haklı olarak darbe girişimine karşı verilmesi gereken demokratik tepkiyi yeterince göstermeyen ve medyaları darbe girişiminin doğrudan hedefi olan Erdoğan’a karşı karalama kampanyasını sürdüren bir AB’nin niyetinin Türkiye’nin lehine olmadığı görüşü yaygın.

 

Bu itibarla, kamuoyumuzun fasılların tümü açılsa/kapansa ve müzakere sürecinde ilerleme sağlansa dahi AB’ye tam üyeliğe sıcak bakması artık kolay değil. Üyelik momentumunun özellikle 15 Temmuz ve ertesinde Avrupa’nın Türkiye’ye karşı aldığı ve inatla sürdürdüğü pozisyonla kaçtığını söylemek mümkün. Uluslararası satranç tahtasında zaman içinde her şey değişebilir elbette ama birileri bir çırpıda yüzyıl öncesinin politikalarına dönülebileceğini fütursuzca ortaya koyabiliyorsa karşı tarafta yarattığı derin güvensizliğin sonuçlarına da katlanmak durumunda.                                  

 

     

- Advertisment -