Ana SayfaYazarlarBoynunu büken öksüz lâle: Telafer

Boynunu büken öksüz lâle: Telafer

 

Size Telafer’i nasıl anlatsam? Veya anlatmaya nereden başlasam? Bilemiyorum. Yıl 2004… Bir gazeteci olarak Mahmur, Musul, Telafer ve Şengal arasında mekik dokuyor, haber kovalıyorum.

 

Nereye el atsam ayrı bir güzellik, ayrı bir koku, ayrı bir hikâye, ayrı bir tarih. Farklı inançlar, farklı kültürler… Dahası, acılar…

 

Hep şuna inanmışımdır. Bir toplumu anlamak istiyorsanız o toplumun “öteki”lerine dokunun… Size çok şey söyler.

 

Şengal ve Sincar Dağları’nda, Ortadoğu’nun sık sık soykırımdan geçmiş, acı görmüş, çile çekmiş mazlum halkı Ezidiler… Günlerce bana evlerini açtılar. Toprak damlı evlerinde yoksulluklarını paylaştım.

 

Telafer’de, ayrı bir halk oldukları, ayrı bir inanç formu oluşturdukları için hep baskı görmüş Türkmenler… Bu kadim şehirde Şemsi Kamer, kadının ezilmişliğini, hayata sunduğu estetiği ne de güzel anlatır.

 

Mahmur’da, yılanlar, akrepler içinde ayakta kalma mücadelesi veren Kürtler… Hızmalı, saçları kınalı Kürt kadınlarının ayaz gecelerde anlattığı masallar…Her biri yaşanmış ve acılı, dokunaklı hikayeler…

 

Avluda yaşlı amcanın sohbeti

 

Musul üzerinden Sincar bölgesine geçeceğiz. Dört bir yanda El Kaide örgütleniyor. Yollar tehlikeli… Bıçak sırtı gibi bir hayat yaşıyoruz. Sıcak bir yaz gecesinde Musul’dan Sincar bölgesine yol alırken bize kılavuzluk eden arkadaşlar “en iyi seçenek Telafer” deyince Telafer’de konaklıyoruz.

 

İlk kez Telafer’i görüyorum. Dikkatimi çeken şey, şehirde herkesin Türkçe konuşması. Sanki bir Anadulu kentindeyim. Aynı dil, aynı kültür, aynı yaşam formları, aynı kıyafet seçimleri. Aynı kültürel aura.

 

Bir Türkmen evine konuk oluyoruz. Evde bembeyaz sakallı, nur yüzlü, insanda dinginlik hissi uyandıran yaşlı bir amca… Akşam yemeğinden sonra evin avlusunda sohbet başlıyor. Yaşlı amca Azeri Türkçesini andıran şivesiyle deyişler eşliğinde o kadar güzel hikâyeler, yaşanmışlıklar anlatıyor ki, içimden “Allahım ne olur bu güzel gün çabuk bitmesin” duyguları geçiyor.

 

Yaşlı amcayı dinlerken şunu anladım: Tarihin en büyük eksikliği hep egemenlerin gözünden yazılması. Ezilenlere, sömürülenlere, soykırıma uğrayanlara yeterince yer verilmemesi.

 

O sıralarda kentte Sünni-Şii ayrımı yoktu. Ama birileri Sünni-Şii ayrımı çıkartmaya çalışıyordu. 300 bini aşkın kent, kendini Türkmenlik üzerinden tanımlıyordu. Yüzleri Irak’a değil, Türkiye’ye dönüktü.

 

Yaşlı amca, tabakasından cigara sararken tane tane konuşuyordu:

 

“Telafer bir lâledir, oğlum. Çünkü Allaha uzanan baştır Talefer. Uzun yıllar Türklere yol almaları için hilâlin parıltısı, yıldızların semahı oldu. Ama bilesin ki o baş artık boynu bükük, artık öksüzdür.”

 

Yaşlı bilge, Telafer’in neden boynu bükük öksüz olarak gördüğünü ise şu sözlerle açıklıyordu:

 

“Bizler, diğer halklar içinde en fazla Türk nüfusu barındıran tek kentiz. Ama Türkiye bizlere hiçbir zaman bu gözle bakmadı. Baktı da gücü mü yetmedi, yoksa diğer şeyler mi etkili oldu, doğrusu onu da hiçbirimiz anlamış değildir. Çık evleri dolaş. Her evde Türk kanalları seyredildiğini görürsün. Gençlerin odalarında Türk artistlerinin sanatçılarının fotoğrafları asılı olduğunu görürsün. Hepimizin yüreği Türkiye diye atar. Ama bilesin ilgisizlik de kahreder.”  

 

Hani yoldaşın ördek!

 

Bu güzel Türkmen şehrinden bugün geriye hiçbir şey kalmadı. Önce Amerika, Şii ve Sünni aşırı uçlara sahiplik yaptığı iddiasıyla 2004-2008 yılları arasında anlaşılmaz bir şekilde şehri sık sık bombaladı. Zaten bozuk ve yetersiz olan altyapı, bombardıman yüzünden kullanılmaz hale geldi.

 

Daha sonra sahneye IŞİD çıktı. 2014 yılı Haziran ayında şehri işgal etti. IŞİD’in kente saldırmasından sonra 400 bine yaklaşan nüfus 150 bine düştü. Göç bugün de sürmekte. Çatışmalar en büyük zararı kentin kültürel ve tarihsel dokusuna verdi. Geriye ne 1300 yıllık Telafer Kalesi, ne Hz. Yunus, ne de Hz. Ali’nin amcası Saad’ın türbesi kaldı. Koskoca bir kentin hafızası yerle bir edildi.

 

Bu durumu en güzel şekilde IŞİD işgali yüzünden Telafer’den akrabalarıyla birlikte Kerbela’ya göç eden, Türkiye’de de Pir Sultan tiyatro oyununda rol alan ozan Ahmet Rıza anlatıyor. Üç gün önce Cumhuriyet gazetesine konuşan Rıza, “koca bir kültür, koca bir tarih insanlığın gözleri önünde yerle yeksan edildi” diyor. Ozan Rıza, bunun bilinmesine rağmen Türkiye’nin kendilerine yakın ilgi göstermemesinden, seslerini dünyaya duyurmamasından yakınıyor. Bunu da bir dörtlükle anlatıyor:

 

“Karadır kaşın ördek

Yeşildir başın ördek

İki gittin bir geldin

Hani yoldaşın ördek.”

 

Neden sahipsiz bıraktık?

 

Türkiye Suriye’den göç eden milyonlarca insana yüreğini açtı. Çok da güzel yaptı. Doğrusu da buydu. Ama koskoca Türkiye Telafer’i sahipsiz bıraktı. Ne Telafer zulmünü gündemleştirdi, ne de oradan göç eden insanları bir yerde toplayacak, daha sonra yeniden kente dönmelerine imkan verecek zeminler yaratabildi. Ama hakkını yemeyeyim. Kendisi de bir Türkmen olan Ahmet Davutoğlu, Telafer’e özel önem verdi, bazı projeler geliştirdi. Ancak onun da bu projeleri hayata geçirmeye görev süresi yetmedi.

 

Türkiye, isteseydi Dohuk’ta veya Kerbela’da veya Türkiye’de bir Telafer Türkmen Göçmen Kampı oluşturabilir, olaylar bittikten sonra mağdurların yeniden kentlerine dönmelerine imkân sunabilirdi. Yapmadı.

 

Unutmayalım ki Telafer çok stratejik bir yerde bulunuyor. İran, Suriye, Irak, Türkiye arasında geçiş koridoru özelliği taşıyor. Kürtler olmadan Ortadoğu ile ilişki kurabilecek tek güzergâh üzerinde bulunuyor. Suriye Kürtleri ile Irak Kürtleri arasında da tampon bölge oluşturuyor. Bir özelliği daha var. O daha önemli. Kerkük kadar kaliteli petrol ve doğal gaz rezervlerine sahip.

 

Ortadoğu’da artık devletlerden çok şehirlerin ön plana çıktığı bir sürece girilirken Türkiye’nin kendisiyle aynı dil ve kültür habitatında bulunan bu stratejik kente bu kadar ilgisiz kalması anlaşılır gibi değil.

 

Bir yerde bir gariplik var ama nerede? Ben çok düşünmeme rağmen bulamadım!

 

- Advertisment -