Ana SayfaYazarlar“Katillerin isimleri açıkça söylenmelidir anne!”

“Katillerin isimleri açıkça söylenmelidir anne!”

 

Sevgili anne,

 

Bugün, Dresden’de bir oyun parkında bana salıncakta yer açmasını rica ettiğin adamın seni öldürmesinin üzerinden 8 sene geçti. Bugün, o adam sana “İslamcı”, “terörist” ve “o..pu” dediği için yargılanırken, verdiğin ifadenin ardından mahkeme salonunu terk ettiğimiz sırada o adam tarafından 16 bıçak darbesiyle öldürülmenin üzerinden 8 sene geçti. Bugün, 3 yaşındayken bir mahkeme salonunda gözlerinin önünde annesi ve katili engellemeye çalışan babası kanlar içerisinde kalan ben, artık 11 yaşındayım. Bugün, seni benden ayıran bıçak darbelerine karşı koymaya çalışırken yine 16 bıçak darbesi alarak yaralanan babamın polis tarafından –yanlışlıkla- bacağından vurulmasının üzerinden 8 sene geçti. Bugün, seni öldürdüğünde 28 yaşında olan katil artık 36 yaşında. Bugün, 3 yaşındaki bir çocuğun görmemesi gereken şeyleri gören ben, 11 yaşındayım. Bugün, eğer doğmuş olsaydı 8 yaşında olacak olan kardeşimin ölüm yıldönümü. Bugün sadece seni, -o iç aydınlatıcı gülüşünle- sen canım annemi değil, aynı zamanda öldürüldüğünde henüz senin karnında 3 aylık olan doğmamış kardeşimin de 8. ölüm yıldönümü.

 

Katiller duruşmalara tanınmamak için güneş gözlüğü ve kar maskeleriyle gelseler de isimleri açıkça söylenmelidir anne.

 

Son 8 senede birçok şey değişse de gözlerimi kapattığımda ortalığın kana bulandığı o dakikaları hâlâ aynı mide bulantısıyla hatırlıyorum: Sen, ben ve babam mahkeme salonunu terk ederken onun sana saldırması, araya girmeye çalışan babamın bıçağı fark etmesi, bıçağı almaya çalışırken akan kan, çığlıklar, katilin canhıraş bir şekilde bıçağı sana saplarken çıkarttığı sesler, çığlıklar, senin kendini ve içgüdüsel olarak kardeşimi korumak için bükülüşün, sonra sırtına, göğsüne, kollarına isabet eden bıçak darbeleri, çığlıklar, hırıltılar, babamın çenesine, boğazına, göğsüne ve karnına saplanan bıçak, mübaşirin koridora çıkarak yardım çağırması, içeriye giren bir adamın babama ateş etmesi, kan, barut kokusu, yine kan, bacağından vurulan babamın bilincini kaybederek, senin ise hayatını kaybederek yere düşüşün, babamın bilincini kaybetmeden önce yanına çöken hâkime, önce “Nefes alamıyorum” demesi, ardından “Ölüyor, karım ölüyor.” demesi, babamın gözlerini yumması, senin yerde cansız uzanışın ve benim bu kan, çığlık ve cinnet deryası ortasında birkaç dakikada 3 yaşından senelerin bütün ağırlığını kuşanarak büyüyüvermem.

 

Otopsi raporun, katilin sana saldırmasının ardından sadece birkaç dakika yaşayabilecek kadar fazla bıçak darbesi aldığını söylüyor. İç kanamaya neden olan bıçağın “çok büyük bir güçle saplanmış olduğu” yazıyor. 18 santimetreye kadar varan bıçak yaralarından biri kalbine, biri akciğerine, diğer birçoğu kaburgalarına, karaciğerine ve dalağına isabet etmiş. Müdafaa yaraların olmamış, yani katile karşı koyamamışsın.

 

Raporda benim korkudan sonuna kadar açılmış gözlerim, yerde kanlar içerisinde yatan anne ve babama bakışım, senin ve babamın kanlarının birbirine karışması, parçalanan, delinen kıyafetlerin ve vücudun, bunları hatırladığımda ciğerlerimin sırtıma değen yerlerinin sızlaması ve hissettiğim acının midemi bulandırması yazmıyor. Raporda biraz önce elini tuttuğum annemin vahşi hayvanlar gibi kendisine saldıran bir caninin darbeleri sonunda yerde öylece cansız yatıyor olduğunu o an bir türlü anlayamamış olmam yazmıyor. Raporda üstü başı annemin, benim –o iç aydınlatıcı gülüşüyle- canım annemin kana bulanmış katiliyle bir an için göz göze geldiğimiz yazmıyor. Raporda nefret ve düşmanlığın en acı yansımasının dışarıdan çelimsiz görünen bedenimde nasıl ruh bulduğu da yer almıyor. Raporda birlikte çektirdiğimiz, cinayetten sonra bütün gazetelerde kullanılan o mutlu resmimizde göründüğünün aksine babamın zayıflamış vücudu, solan gözleri ve mekanikleşen bakışları da yer almıyor.

 

Katiller hiçbir zaman tek kişiyi öldürmüş olmazlar anne.

 

Bugün, 3 yaşındayken koca bir adama dönüşmek zorunda kalmış bir çocukadam olarak hâlâ anlayamadığım bazı şeyler var. Bir insanın, oynadığımız parkta sana, -o iç aydınlatıcı gülüşünle- sen canım anneme hakaret etmesinin üzerinden 1 sene geçtikten sonra 32 santimetre uzunluğunda bir bıçağı tedarik edip, çantasına saklayıp, bekleyip, ardından bütün gücüyle sana, -o iç aydınlatıcı gülüşünle- sen canım anneme saplayabilecek hıncı nasıl biriktirebildiğini anlayamıyorum. Birisinin, bir kadını, hamile bir kadını bir, iki, üç, dört değil, 16 kez bıçaklayacak kadar yönünü kaybetmiş bir nefretin nasıl esiri olabildiğini anlayamıyorum.

 

Katillerin en sahici üzüntülere soktuğu insanlar, kendilerini suçlamaktan alıkoyamazlar anne.  

 

Belki o gün beni parkta oynatmasaydın, o katil ile karşılaşmayacaktın. Belki salıncağa binmek için sabırsızlanmasaydım, sen salıncakta oturan o katile bana yerini verip veremeyeceğini sormayacaktın. Belki babam Dresden’e mikrobiyolog olarak gelmeseydi, o parka gitmemiş olacaktık. Belki Almanya’ya hiç gelmeseydik, belki babam bu mesleği seçmeseydi, belki sen voleybolcu olarak kalsaydın, belki 3 yaşındaki oğluna, hakaret eden insanların cezasız kalmayacağını gösterip bir hayat dersi vermek istediğin için o mahkemeye gitmeseydik, belki görgü tanığı olmayı reddetseydin, belki sana küfreden insanların karşısına bu kadar korkusuzca çıkma cesaretine sahip olmasaydın, belki o gün miden bulanmış olsaydı, evde kalsaydın, belki babam seni bıçaklardan koruyabilseydi, belki ben hiç doğmasaydım…

 

Belki tüm bunlar olmasaydı ben seni, -o iç aydınlatıcı gülüşünle- sen canım annemi bir caniye bütün gücüyle bıçaklatan nefreti an be an yaşamamış olacak, annesi ölmüş her çocuk gibi onarılmaz bir tesellisizliğe düşmeyecektim. Belki o zaman ölü bir anneye sahip olmanın insanın vücudunda kan değil buz parçaları dolaşması gibi bir şey olduğunu tecrübe etmek zorunda kalmayacaktım. Belki benim 8 kimsesiz seneme mal olan o 16 bıçak darbesinin diğer insanlar tarafından hiçbir şeyi değiştiremeyecek kadar unutulabilir bir önemsizlikte ya da kendisine kolay alışılır bir sıradanlıkta görülmesine tanık olmayacaktım.

 

Katiller, insanın kadere olan inancını büyük sınamalara tabi tutuyorlar anne.

 

İçinde nefret barındırmaktan ziyade nefretin dışına bir vücut giydirilmiş hâli olan o katil, bir önceki duruşmada seni kastederek “böyle insanlara hakaret edilemeyeceğini, çünkü böylelerinin insan bile olmadığını” söylemişti. Sana saldırmadan hemen önce de şöyle sormuştu sesini yükselterek: “Sizin Almanya’da bulunmaya hakkınız bile var mı ki? Burada işiniz yok. NPD iktidara gelince bu iş artık bitecek. Ben oyumu NPD’ye verdim.”

 

Belki de bugün, senin ve kardeşimin ölümünün 8. yılında en acıtıcı şey, seni 3 yaşında bir çocuğun hiç tanık olmaması gereken bir şekilde kaybedişim değil, katillerinin farklı vücutlarda, farklı zamanlarda, farklı şehirlerde, farklı kurbanları, çocukları, anneleri, doğmamış bebekleri öldürmeye devam ediyor olması. Kimse katillerin isimlerini söylemeye cesaret edemese de en iyi ben, 3 yaşında 16 bıçak darbesiyle 30 saniyede bir çocukadama dönüşen ben, Alexander Wiens ya da Anders Behring Breivik ya da Thomas Mair ya da Baruch Goldstein ya da Beate Zschäpe gibi birçok farklı isimde hayat bulan o katili gözlerinden tanıyorum. Kimse açıkça söylemese de, geride kalanların acıları diğer insanlar tarafından hiçbir şeyi değiştiremeyecek kadar unutulabilir bir önemsizlikte ya da kendisine kolay alışılır bir sıradanlıkta görülse de ben, bugün 11 yaşında bir çocukadam olarak bu katillerin isimlerini kendi adım kadar iyi biliyorum.

 

Çünkü katillerin ismi açıkça söylenmelidir anne. Seni, kardeşimi, çocukluğumu benden alan katillerin ismi açıkça söylenmelidir.

 

 

 

- Advertisment -