Ana SayfaYazarlarBeyaz Türkler ve Hizmet Hareketi

Beyaz Türkler ve Hizmet Hareketi

Beyaz Türkler ve Hizmet Hareketi, ülkenin geleceğine dair projeksiyonlarında sanki elbirliği ve söz birliği yapmışlar. Garip değil mi? Adeta referansları taban tabana zıt gibi görünen iki oluşumun, paralel yapılanmış olması… Ne var ki biz meselenin böyle olduğunu, tam olarak şimdilerde fark edebiliyoruz. Elbette bunda şaşılacak bir durum yok. Çünkü ideolojiler yaşanırken değil, “şapka düşüp”, kel göründüğünde “işleyen bir proje” oldukları anlaşılır.Bu iki blok, farklı doğrultulardan aynı yöne bakıyor. Hedefler, çoğu zaman kesişmiş gibi görünüyor. Amaçlar aynı olunca, kenetlenmeler veya buluşmalar da kolay oluyor. Hatta baştan beri, yolculuk araçları farklı olsa da, istikametin ve istikamet destekçilerinin hemen hemen aynı olduğunu gözlemleyebiliyoruz.Kısa bir kıyaslama yaparsak, maksadımız daha kolay anlaşılacaktır.Mesela beyaz Türkler, demokrasiye sıkıca bağlandılar(!) fakat despotizmi uygulamayı tercih ettiler. Lafı getirip eşitliğe bağladılar. Lakin kendilerinin üstün olduğunu kabul etmek şartıyla bir eşitlik(!) anlayışını lanse ettiler.Sanki bu, özde değil sözde demokrasi isteği gibi görünmektedir. Aslında onlar da haksız sayılmazdı! Çünkü cahil halk, onlar kadar aydın olsaydı, elbette isterlerdi herkesin eşit olmasını. Velâkin Urfa’da yaşayan gariban çoban ile Beyoğlu’nda yaşan üst sınıfın beyaz ferdi nasıl olur da bir olurdu!Atinalılar da demokrasiden yana oldular; ne var ki fikir babaları olan Aristo ve Platon, bu sistemin, ayak takımının işine yaradığını söyledi. Çünkü olması istenen Aristokrasiden başka bir şey değildi.Bizim beyaz Türkler de işin aslına bakılırsa, gücün üst bir sınıfta, aklı erenlerde, salon kültüründen anlayanlarda, kısacası köylülüğe hiç bulaşmayanlarda olmasını istediler. Bunu elbette açıkça söyleyemediler. Bunun için avam tabakasını, hatta orta sınıfı ikna edecek demokrasi adında bir mavi boncuk dağıttılar.Bizim aydınlarımız (!) Batı’dan gelen çoğu kavramı çarpıtsa da, demokrasi kavramıyla ilişkilerinde başarılı görünmektedirler. Çünkü Batı’nın da demokrasi karşısında, sözde ve özde olmak üzere iki farklı tavrı vardır. Mesela bu konuda söz sahibi olan Weber, gerçekte demokrasiye karşıyken, Alman toplumunda yer alan alt kültüre teselli armağanı olarak, demokrasi güzellemesi yapmıştı. Şu halde uygulanmakta olan demokrasiye bakacak olursak, üst sınıfın alt sınıfı sömürürken, onların kanına dokunmasın diye, uydurdukları bir ninniden başka bir şey değildir.Beyaz Türkler demokrasi nutukları atarken, Cemaat de hoşgörü diye tutturmuştu. Onlar da hoşgörü güzellemesine dair ince bir ayar verdiler ve kendi dillerince hoşgörüden bahsedip durdular.Doğrusu baştan beri Cemaat, adamakıllı bir hoşgörü senaryosu hazırladı, ancak şimdilerde hoşgörüsüzlük filmini gösterime sundu. Yine diyalog anlatısı yazdı, ancak diyaloğa kapalı oldu ya da isteklerini yerine getirtmek için takiyyeci diyaloğu tercih etti.Bu bağlamda hoşgörü platformlarını ve diyalog atılımlarını anımsayabiliriz. Hoşgörü veya tolerans söylemi, gizlice gücü elinde bulundurabilmek için bir maniplasyondu. Cemaat açıkçası şunu demek ister: Önde olan ve lider durumundaki bizlerin, farklı olan sizlere tahammülü, bir şekilde bize menfaat olarak dönecektir.Machiavelli devlet anlayışında da, devletin bekası için her şeyin meşru sayılması gibi, Cemaat’in bekası için tolerans, tahammül ve hoşgörü uyulması gereken stratejilerdir. Dahası Cemaat için her yol meşrudur. Yapılanlar “hizmet için” olacağından, neredeyse her şey mubahtı ve meşrulaştırıcı mekanizma zaten hazırdı. Müntesiplerini ikna etmek de zor değildi: Devleti kullanarak, alternatif kendi devletlerinin neferi olmaya cehd edenler için her şey olabilirdi. Hoşgörü sayesinde kendileri, Tanrı devletinin tahtına oturacak; diğer vatandaşlarsa yeryüzü devletinin bireyleri olacaktı.Esasında bu hoşgörü söylemi, modern toplumların “liberal”lik anlatısına ne kadar da benziyor!  Biz toplum olarak liberalizmi de kendi bağlamından koparıp özgürlük gibi anlıyoruz. Oysa liberalizm monarşiyi hedef alan, devletin bireylere özgürlük vermesi projesini savunan bir tür aydınlanma manifestosudur.Cemaat’in hoşgörü formülünün de gerisinde kendilerini devlet olarak varsayan bir algı hâkim. Dahası hâkim güç olduklarında, ötekilere karşı hoşgörülü veya tahammüllü olunacağını söylemekteler; tıpkı modern devletin liberalizm vaadinde olduğu gibi.Diyalog anlatısında da referans ve uzatılan zeytin dalı kıble olarak Batı’ya dönük. Hatırlayacak olursak, Papa Türkiye ziyaretinde diyalogu öne çıkarmıştı ve demişti ki: “Birleştirici bir Avrupa tabanı yaratmak ve Avrupa manevi değerlerini ve din(ler)ini diriltmek için diyalog zorunludur.” Bizden de bu projeye karınca kararınca, bir tutam destek neden gitmesindi? Elbette giderdi… İşte Cemaat, oranın buradaki sözcüsü oluvermişti.Doğrusu hem beyaz Türklerin hem de Cemaat’in tutumunu Türk tipi oryantalizm içinde değerlendirebiliriz. Bizim insanımızın, Batı gözlüklerini takarak, yine bize yerliymiş gibi bakmasını Türk tipi oryantalizm olarak düşünebiliriz. Kemalistler bunu açıktan; Cemaat ise maskeli yaptı.Ülkenin yüksek refah düzeyine ulaşması nutkunu en çok beyazlar okudu; amma 1923’lerden hiç çıkmak istemeyip orada kalmayı ilericilik; değişmeyi gericilik olarak anladılar. Evet, değişmeden kalma isteği daha çok arzu edildi. Hatta körpe Cumhuriyete öylesine sarılındı ki, sanki palazlanmasından korkuldu.Varlık sebepleri bir bakıma yeni cumhuriyetin açmazları olan Cemaat de sistemin kurulduğu gibi yasaklarla devam etmesini istedi.Dahası halkçılık öne sürüldü, ancak halk hep geriye itildi. Çünkü ona tepeden bakıldı. Sizin yerinize biz düşünürüz denildi. Cemaat de halk olarak kendi fertlerini kabul etti, diğerlerini potansiyel olarak “öteki” ve tehlikeli telakki etti.Devletçilik denildi; ancak beyaz Türkler, fırsat buldukça askerle paslaşarak despotizmi destekleyip, darbelere destek verdi. Cemaat ise işini sağlama bağladı. Emniyet güçlerine, dahası yargıya sırtlarını dayamayı, önemli bir Bizans oyunu olarak kurguladı.Peki, bu iki yapılanma arasında açık fark yok mudur? Elbette vardır… Mesela eskiden “beyaz”larımızı ve Kemalistleri uzaktan bile kestirebilirken; Cemaat öyle kamuflajlıydı ki, adeta bir uçağın kara kutusuna benziyordu; çok kapalıydı ve çözmek için ciddi çabalar gerekiyordu ve uzmanlara ihtiyaç vardı. Oysa şimdi Cemaat’in bir intihar bombacısı görünümü, başka hedefleri vurmaya çalışırken, özenle muhafaza edilen bu kara kutunun da deşifre olmasına yol açtı.   

- Advertisment -