Ana SayfaYazarlarİmamoğlu’nun siyasi geçmişinde bir kazı çalışması

İmamoğlu’nun siyasi geçmişinde bir kazı çalışması

 

Gazeteciliği yöneticilik mevkiinde yürüttüğüm dönemlerde, hiçbir gazetecilik tecrübesi olmadığı halde, hepsi hepsi bir saatlik yüz yüze görüşmeden sonra birlikte çalışmaya karar verdiğim lise mezunu gençler oldu; alternatifleri Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden mezun, beş yıllık, on yıllık tecrübeli muhabirler olmasına rağmen hem de…

 

Çoğu gazete-dergi yöneticisine tuhaf geldiğini bildiğim bu tercihimin nedenlerini anlatmak bu yazının konusu değil, fakat verdiğim kararlar için sonrasında hemen hemen hiç pişman olmadım.

 

Henüz tanışmadığım, dolaylı olarak tanıdığım ve gazeteci olmadığını bildiğim Elvan Salman’ın sırf merak duygusuyla girişip kotardığı ve bana gönderdiği bir dosyayı inceledikten sonra şöyle dedim kendi kendime: Şimdi bir gazeteyi ya da dergiyi yönetiyor olsaydım, yüzünü bile görmediğim bu kişiyi arar, birlikte çalışma arzumu iletirdim kendisine. 

 

“İmamoğlu: Dünden bugüne”

 

Elvan Salman bana gönderdiği dosya için, “İmamoğlu: Dünden bugüne” başlığını seçmişti. Amacını da şöyle açıklıyordu yazdığı metinde:

“Araştırmamın amacı, ‘İmamoğlu’nun 8 Mart’ta kadınlara tatil verdiğini biliyoruz, 1 Mayıs’ta yürümüş, Gezi Parkı’na destek vermiş ama söylemsel olarak tutarlı mı?’ sorusuna yanıt bulmaktı. Benim yanıtım, evet bu kişi bu işe ilk atıldığı gün de şu an dediklerini, yaptıklarını yapmış. Ve siyasete atıldığı ilk andan itibaren de bugüne hazırlanmış. Ek olarak, sosyal medya kullanımınında da ilk andan itibaren zamanının ilerisinde olduğunu söyleyebilirim. Normal şartlar altında kanalında bu kadar geriye dönük video bulmayı beklemiyordum açıkçası.”

 

Dosyanın içinde ilerlemeye başlamadan önce bir parantez açıp, bu örneğin, ülkemiz gazeteciliğinde merak duygusunun ve arka plan araştırma refleksinin ne kadar zayıfladığını bir kez daha gösterdiğini belirtmek isterim… Ekrem İmamoğlu, kimselerin bilmediği biriyken İstanbul gibi bir şehirde belediye başkanı seçildi. Böyle bir durumda bu kişinin siyasi geçmişinin ve o geçmişin bugünle tutarlılığının gazetecilerce didik didik edilmesi gerekmez miydi?

 

Elvan Salman, işte gazetecilerin yapmadığını yapmaya karar vermiş, internette gidebildiği kadar eskiye gidip bu soruların cevabını araştırmış.

 

Dili ve pozisyonu sahih mi, yoksa rol mü kesiyor?

 

Elvan Salman araştırmasında bir yandan İmamoğlu’nun kendine has siyaset dilinin ve pratiğinin onun siyaset yürüyüşünde son derece etkili bir biçimde “işlediğini” ve ona kazandırdığını anlatırken, bir yandan da onun bugün bize gösterdiği dilin ve işgal ettiği özgün siyasi pozisyonun sahihliğini sorguluyor.

 

Doğrusu, ben esasen ikincisiyle ilgiliyim, çünkü Ekrem İmamoğlu’nun Türkiye siyasetini dönüştürme kapasitesinin asıl burada yattığını düşünüyorum. İstanbul seçimi kampanyasında göreceğiz; İmamoğlu’nun özgün dili ve çizgisi partisinden çok farklılaştığı ve onun önüne geçtiği için, Adalet ve Kalkınma Partisi kampanyasını bunu dikkate alarak kuracak. Çünkü korkusu burada ve İmamoğlu’na oy verme eğilimindeki muhafazakârlara onun Ekrem İmamoğlu değil, “Cumhuriyet Halk Partili Ekrem İmamoğlu” olduğunu biteviye hatırlatacak.

 

Dolayısıyla, araştırmayı okumaya bir temenniyle başladım. İstedim ki, okuyup bitirdiğimde şu sonuca varayım: “Evet, bu öğrenilip uygulanmış bir dil ve pozisyon değilmiş, Ekrem İmamoğlu eskiden de öyleymiş, bu adeta onun mayasında olan bir şeymiş…”

 

Araştırmayı okumaya böyle bir temenniyle başlamamın bana özel bir nedeni vardı. Çünkü, a) “Böyle biriyle olmaz” denilen günlerde o türden olumsuz görüşlere itibar etmediğimi kayda geçirmiştim, ve b) seçimden önceki son yazımda, onun sahip olduğu özel maya nedeniyle Türkiye siyasetinde özel bir rol oynamaya aday olduğunu yazmıştım.

 

Elvan Salman’ın kazı çalışması, İmamoğlu’nun, benim ona atfettiğim özel rolü teyid eden unsurlar taşıyordu ve bu yönüyle beni çok memnun etmişti. Peki, neydi benim ona atfettiğim özel rol. Hatırlayalım (Serbestiyet, 28 Mart 2019).

“İktidarı esas olarak ‘mağdur edenleri mağdur etmek’ için istemek… Karşılıklı olarak giyilmiş bu deli gömleğiyle bir toplum nereye gidebilir? Bu yıkıcı döngü nasıl parçalanabilir? Parçalanabilir mi? Kendisine benzemeyeni mağdur etmek için sırasını bekleyen bu insanlara, sırasıyla mağdur, sırasıyla zorba olmak dışında alternatiflerin de olduğunu bu topluma kim anlatacak?

“Son iki yazımda, Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern’in, buna benzer kemikleşmiş karşıtlıkların dışına çıkan eşsiz tavrını konu etmiş, nâçizâne ‘Ardern aynası’ diye politik bir tâbir önermiş, açılımını da kendimce şöyle yapmıştım: ‘Olumsuz kutuplaştırıcı tutumların kemikleştiği koşullarda ortaya çıkan ve kendisinden yansıyanlarla mevcut ezberlerin sürdürülebilmesini zora sokan yeni, özgün ve olumlu bakış açısı ya da tavır.’”

 

Yazıda, bazı rezervler ve bariz bir temkinlilikle Ekrem İmamoğlu’nun Türkiye’de bu rolü oynamaya aday bir siyasetçi olarak belirdiğini söylüyor ve şu dilekte bulunuyordum:

“Seçimden önceki son yazım bu… Bu vesileyle belirtmek isterim: İstanbul’da sırf bu bakış açısı uygulama fırsatı bulsun diye Ekrem İmamoğlu’nun kazanmasını çok istiyorum.”

 

Kazı çalışmasının gösterdikleri…

 

Elvan Sağlam’ın araştırması, Ekrem İmamoğlu’nun 2008’de Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP) üye olmasıyla başlıyor. 2009’da Beylikdüzü ilçe başkanı olarak atanıyor, 2009 Aralık ayında ilçe kongresinde başkan olarak seçiliyor. İmamoğlu’nun kendi YouTube kanalında yer alan ve o günleri anlatan bir videoda onun “seçimle gelen ilk ilçe başkanı” olduğuna vurgu yapılıyor ki, bunu İmamoğlu’nun “atanmış” ilçe başkanı olduğu dönemdeki rahatsızlığına bir gönderme saymak pek de yanlış olmaz.

 

Videoda, onun CHP’nin 2008-2009’daki bürokratik çalışma tarzıyla taban tabana zıt siyaset pratiğinin bütün örneklerini görmek mümkün. Zaten bu sayede, göreve geldiğinde 600 olan üye sayısı dört yıl içinde 5 bine çıkıyor.

 

Binlerce ev ziyareti gerçekleştirdiği bu dönemde, CHP’nin en az oyu aldığı mahallelere özel bir önem veriyor, çoğunluğu oralarda olmak üzere Dayanışma Evleri açıyor.

 

2010 referandumunda, belediyesi Adalet ve Kalkınma Partisi’nde (AK Parti) olan İstanbul ilçelerinden sadece Beylikdüzü’nde “hayır” oyu çıkıyor, hem de yüzde 54 ile. 2011 genel seçimlerinde ise CHP’nin Beylikdüzü ilçesindeki oyu 2007 yılına göre yüzde 8, 2009 yılına göre yüzde 2 artıyor.

 

2014’te oyların yüzde 50.33’ünü alarak belediye başkanı oluyor, oysa 2009’da CHP Beylikdüzü’nde sadece yüzde 30.6 almıştı.

 

Kazandıktan sonra, bugünkü tutumuna paralel biçimde kaybedenlerin duygularını inciteceği kaygısıyla kutlama yaptırmıyor, ayrıca Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın makamına gidip onu kutluyor.

 

2017’de “hayır”a böyle çağırdı

 

Yukarıda da dediğim gibi bence Ekrem İmamoğlu Türkiye siyasetindeki asıl rolünü bir “kutuplaşma-kutuplaştırma kırıcısı” olarak oynayacak ve bu son derece hayati bir rol. Çünkü, öncelikle o rolü hakkıyla oynayacak bir aktör ya da aktörler çıkmadıkça, Türkiye’de siyaset normal mecrasında akmayacak ve bu rol oynanmadıkça, başka rollerle sahneye çıkanların da yolları kapalı olacak. Yoksa, İmamoğlu’nun elinde Türkiye’nin devasa sorunlarını çözecek sihirli bir değnek olmadığını ben de biliyorum.  

 

Ekrem İmamoğlu’nun, siyasetin ve toplumsal kesimlerin boğaz boğaza geldiği 2017 referandumunda yürüttüğü kampanyayı örnekleyen üç video, onun bu role yeni soyunmadığını ve rolünün sahih bir oyuncusu olduğunu bize bir kez daha gösteriyor.

 

Mesela videolardan birinde kahvede tavla oynayan iki kişi sırayla “bu bir seçim değil, bir referandum; evet de bizim hayır da bizim” dedikten sonra el sıkışıyorlar ve “önemli olan dostluğumuz” diyorlar. Bu arada ekranda “Ayrışmaya hayır” yazısı çıkıyor.

 

İkinci videoda bu kez rekabet, yeşilliklerini ve balıklarını satmak için müşterilere seslenen bir balıkçı ile manav arasında yaşanıyor… Aynı konuşmaları duyuyoruz yine ve sonunda iki esnaf “mühim olan kardeşliğimiz” diye birbirlerine sarılırlarken ekranda “bölünmeye hayır” sloganını görüyoruz.

 

Üçüncü videoda örgü örüp kahve içen iki komşu kadın (biri tesettürlü) sırayla “Bu bir seçim değil, referandum, evet de bizim hayır da bizim” dedikten sonra “önemli olan kırk yıllık hatır” diyerek birbirlerine sarılıyorlar. Ekranda bu defa “Kavgaya hayır” sloganını görüyoruz.

 

2017’de “evet”çiler ve “hayır”cılar birbirlerini ihanetle suçlarken, Beylikdüzü’nde bir ilçe başkanı “hayır”ın böyle de söylenebileceğini hatırlatıyordu bize.

 

Beylikdüzü’nün, 2010 referandumunda da, belediyesi AK Parti’de olduğu halde “hayır” diyen tek ilçe olmasında bu dilin tayin edici bir rolü olsa gerek.

 

İşte şimdi o dil İstanbul seçimlerinde bir kez daha sınanacak. Ben, İstanbul’da İmamoğlu’nun karşısına kendisini koyan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, bu dilin gücünü fark ettiğini düşünüyorum. Fakat önümüzdeki kampanyada kendini tutup, bildiğimiz dışlayıcı ve sert dilini terk edebilecek mi, göreceğiz.

 

Erdoğan bunu beceremezse yenilgisinin mukadder olacağını düşünüyorum. Becerse de sorun var: Bu defa da İmamoğlu’nun takipçisi konumuna düşecek ve sonuç onun için yine olumsuz olacak.

 

Erdoğan’ın işi bu defa çok zor. Üstelik bunun bir de 2023’teki Cumhurbaşkanlığı seçimleri var!

 

 

 

 

- Advertisment -