Ana SayfaYazarlarİki Ziya (1) “Başı kurşunsuz Ziya” ve “başı kurşunlu Ziya” (*)

İki Ziya (1) “Başı kurşunsuz Ziya” ve “başı kurşunlu Ziya” (*)

 

Rohat Alakom’un Ziya Gökalp’in Büyük Çilesi: Kürtler başlıklı kitabı ilk olarak 1992’de (Fırat Yayınları) yayınlandı. Aradan çeyrek asrı aşan bir süre geçtikten sonra bu önemli çalışma Avesta Yayınları tarafından tekrar basıldı. (**)

 

Yeni baskıya yazdığı önsözde Alakom, 6-8 Ekim 2014 olayları esnasında Diyarbakır’daki Ziya Gökalp Müzesi’nin yakılmasına işaret ederek, Kürtlerin Ziya Gökalp’e tepkilerinin zaman zaman uç noktalara vardığını belirtiyor. Alakom’a göre, Türkiye’de Kürt meselesi barışçıl bir çözüme kavuşturulmadıkça “Kürtlerin asimile edilmesi alanında düşünce üretmiş olan Ziya Gökalp hem devletin hem de Kürtlerin gündeminde kalmaya devam edecektir.” (s. 13)

 

Celadet Ali Bedirhan’ın “Türkçülüğün en büyük peygamberi” diye tanımladığı (s.11), Alakom’un “Türkiye’nin manevi kurucusu, babası, ideologu ve düşünsel mimarı” olarak nitelediği (s.16) Gökalp, 1876 yılında Diyarbakır’da doğar. Babası Çermik Kürtlerinden Tevfik Efendi, annesi ise Pirinççizadeler olarak bilinen bir Kürt aileden gelen Zeliha Hanım’dır.  Gökalp ilk ve orta öğrenimini Diyarbakır’da tamamlar, 24 yaşında amcasının kızı ile evlenir.

 

“Tabancam bana hıyanet etti”

 

Daha evlenmeden önce, 1894’te 18 yaşındayken, Gökalp’in hayatını derinden etkileyen bir olay yaşanır; genç Ziya, kafasına bir kurşun sıkarak intihar girişiminde bulunur. Ancak şans eseri hayatta kalır. Olayın canlı tanıklarından biri, Abdullah Cevdet’tir. Gökalp’in Abdullah Cevdet’e ilk sözü “Tabancam bana hıyanet etti” olur. Ardından ona kurşun kalemle yazılmış buruşuk bir kâğıt uzatır. Abdullah Cevdet, bu ana ilişkin anılarını 26 Ekim 1924 tarihli Vakit gazetesinde etraflıca anlatır:

 

“Kendisinin hayattan bizar olduğunu yaşamaktan lezzet almadığını söylüyor, fakat kanının çehre-i istibdada saçılmamış olduğuna teessüf beyan ediyordu. Yani Sultan Hamid’i öldürmek yoluna ölmek mümkün iken bunu yapmamış olduğunu teessüfle söylüyordu. Kurşun kalemle yazılı olan bu mektup hâlâ mahfuzumdur, ancak Harput’taki evrak ve kitapların arasındadır.”  (s.28)

 

İntiharın nedeni hakkında çok farklı görüşler vardır. Kimi intiharın altında sorunlu aile yapısının — “asabi” bir anne ve “akşamcı” bir baba — yattığını söyler. Kimi neden olarak, okumak isteyen Ziya’yı İstanbul’a göndermeye yanaşmayan ve kızını ona vermek isteyen amcası Hacı Hasip’in dayatmalarını gösterir. Kimileri ise intiharı Ziya’nın düşünsel bunalımına bağlar.

 

Genç Ziya’nın fikir dünyasını şekillendiren iki isim vardır. Biri, felsefe öğretmeni Yorgi Efendi’dir. Hilmi Ziya Ülken, Ziya’yı intihara Yorgi Efendi’nin onun üzerindeki tesirinin sürüklediğini iddia eder.

 

“Yorgi efendi kendisine felsefe öğretiyor, Yunan filozoflarını tanıtıyordu. Bir yandan da aile bakımından dinci ve muhafazacı idi. Bu iki yön arasında kalan Ziya şiddetli bir inanç krizi geçirdi, kurşun kafasında kaldı.” (s. 30)  

 

“Manevi bir kolera”

 

Ziya’nın düşüncelerine yön veren diğer isim ise Abdullah Cevdet’tir. Muhafazakâr çevreler “tanrıtanımazın biri” olarak gördükleri Cevdet’ten rahatsızdırlar. O dönemde Diyarbakır’da zaten var olan koleranın yanında Cevdet’in Diyarbakır’da bulunmasını “manevi bir kolera” olarak adlandırırlar. Yakınlarını Cevdet’ten uzak tutmaya çalışırlar. Nitekim Ziya’nın amcası da onun Cevdet ile arkadaşlık kurmasına karşı çıkar.

 

Ancak, 1894’te — intiharından kısa bir süre önce — Abdullah Cevdet ile tanışan Ziya, onun etkisi altına girmiştir. Meselâ Ziya’nın Diyarbakır’dan İstanbul’a gelerek Baytar Mektebi’ne girmesini sağlayan, Cevdet’in teşvikleridir. Bu nedenle Cevdet’in Ziya’nın kişiliği üzerinde bıraktığı kalıcı etkilerin Ziya’yı intihara götürdüğünü düşünenler az değildir. Örneğin Uriel Heyd’e göre “Abdullah Cevdet’in etkisi, duygularını boşaltmasına ya da etkin bir çalışma yapmasına olanak sağlamaksızın Gökalp’in iç gerilimlerini daha da artırmış” idi. (s. 33)   

 

İntiharındaki Cevdet etkisini Gökalp’in kendisi ise şöyle anlatır:

 

“Abdullah Cevdet eline balta almış yıkılması gereken düşünceleri yıkıyor, bu bir hizmettir. Fakat biz gençleri yalnızca Abdullah Cevdet’e bırakıp da onların kafalarına yeni idealler, yeni inançlar yerleştirmesek, fikir ve ruh bakımından onları harabe haline sokmuş oluruz. Ben gençliğimde bunun acısını pek iyi tattım. O acı beni intihara bile sürükledi.” (s.31)

 

“Keşke kurtulmasaydı da memlekete Türkçülük gibi geri fikirleri yaymasaydı”

 

Gökalp’in intiharına ilişkin farklı sebepler ileri sürülse de bu olayın Gökalp’in hayatında bir dönüm noktası oluşturduğuna dair bir mutabakat vardır. Cevdet, intihardan önceki Ziya ile intihardan sonraki Ziya’nın farkını çok veciz sözlerle betimler:

 

“Otuz sene evvel başı kurşunsuz Ziya’yı, otuz sene zarfında başı kurşunlu Ziya’da beyhude aradım ve ben onu matemini otuz seneden beri her gün bir vesile ile biraz daha tutuyorum; başına tabanca sıkan Ziya, başına tabanca sıkılan Ziya’yla hiç de aynı değildir.” (s. 32)

 

İki Ziya vardır ve bu iki Ziya birbiriyle sürekli kavga halindedir. Cevdet, intihardan önceki Ziya ile dost, intihardan sonraki Ziya ile düşmandır. Yıllar sonra Gökalp Malta’ya sürüldüğünde onun ailesini ziyaret eden Cevdet, Gökalp’in kızına “Ben, babanızın şahsını severim, fakat fikirlerine düşmanım” der. (s. 32) Kendisi Türkçülüğün karşısında olan ve zaman zaman Kürt gruplarla yakın ilişkiler kuran Cevdet, Gökalp’in zaman içinde Türkçü bir ideologa dönüşmesine o kadar büyük öfke duyar ki, onun için “Keşke kurtulmasaydı da memlekete Türkçülük gibi geri fikirleri yaymasaydı” ifadesini kullanır. (s.32)

 

İntihar olayının nedenleri ve sonuçları Gökalp’in düşünce dünyasının şekillenmesinde çok belirleyici olur. Kafasına sıktığı kurşunu bütün hayatı boyunca kafasında taşır. İntiharın tesirinden ölünceye kadar kurtulamaz.

 

Onun intihara kalkışmasında Cevdet’in ne kadar etkili olduğu bilinemez. Ama son dönemlerinde bu iki Kürdün birbirlerinden hiç ama hiç hazzetmedikleri kesin olarak bilinir. Hattâ “Abdullah Cevdet’e duyulan kızgınlığın yön değiştirerek, onun Kürt oluşu nedeniyle bütün Kürtlere yöneldiği” belirtilir. (s. 35)

 

“Kendimi hissen Türk sayıyordum”

 

Başarısız intihar girişiminden sonra Ziya hayatına yeni bir rota çizme çabası içine girer. Abdullah Cevdet’in yönlendirmesiyle 1895’te İstanbul’a gelir, Baytar Mektebi’ne girer. “O zaman İstanbul’da tıbbiyelilerin teşkil etmiş olduğu gizli bir cemiyet vardı. Onlarla beraber çalışmaya başladım” diyen Gökalp, ilk ciddi siyasi çalışmalarına bu dönemde başlar. (s. 40)

 

Kürt ve Türk siyasi ve kültürel hareketlerin yeni yeni gelişmeye başladığı bu yıllarda Gökalp hem Türk hem de Kürt milliyetçi aydınlarla ilişkiler kurar. 1899’da çocukluk arkadaşı ve yakın akrabası olan Ahmet Cemil Asena’ya yazmış olduğu bir mektup dolayısıyla gözaltına alınır. On ay Taşkışla’da tutuklu kalır ve 1900’de Diyarbakır’a sürülür.

 

Uzun yıllar sonra yazdığı bir yazıda bu ilk İstanbul tecrübesini anlatırken bir arayış içinde olduğunu net cümlelere ortaya koyar. “O zaman kadar kendimi hissen Türk sayıyordum, fakat bu zannım ilmi bir tahkikata müstenit değildi. Hakikati bulabilmek için bu taraftan Türklüğü, diğer taraftan Kürtlüğü tetkik etmeye başladım. Her şeyden önce de işe dilden başladım.” (s. 41)  

 

Bazı kaynaklarda, İstanbul’da kaldığı dönemlerde Gökalp’in Bitlisli bir Kürt yazar olan Halil Hayali ile birlikte Kürtçe üzerine dilbilgisi incelemeleri yaptığına değinilir. Meselâ Kadri Cemil Paşa, “Halil Hayali, Ziya efendi ile birlikte Kürtçenin gramerini kaleme almışlar bir de sözlüğünü yazmaya başlamışlardı ki, Ziya Efendi bu okuldan çıkarılınca Diyarbekir’e dönmeğe mecbur olduğundan bu yazılan eserleri de beraberinde Diyarbekir’e götürmüştü” der (s. 52-53).    

 

Gökalp de, Hayali’nin adını vermeksizin, Kürtçe üzerine çalıştığını teyit eder. Aile üyeleri de Gökalp’in Kürtçeye dair araştırmalarının olduğunu doğrular. Örneğin kardeşi Nihat Gökalp anılarında, Ziya Bey’in “Kürtçeyi, tetkik ettiğini… Kürtler ve Kürtçenin Diyarbakırlılar ile olan münasebeti hakkında Küçük Mecmua’sında mufassal malumat verdiğini” anlatır. (s. 42-43)   

 

Gökalp’in dayısının oğlu Pirinççizade Fevzi, 1909’da Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi’nin 6. sayısında yayınlanan bir mektubunda, Gökalp’in on yılı aşan çalışmalar sonucunda Kürtçe konusunda üç kitap hazırlamakta olduğunu yazar:

 

“En mükemmel Kürt ulularından ve erdemlilerinden Aktepeli Abdurrahman Efendi’nin Kürt diliyle bir tarih yazmakta olduğunu ve saygıdeğer Ziya Efendi’nin de on yıllık araştırmalarının bir ürünü olmak üzere müsveddesini hazırladığı Kürtçe atasözleri, dilbilgisini ve bir Kürtçe sözlüğü yakında yayınlayacağına…” (s. 45) 

 

Halide Edip Adıvar de Londra’da İngilizce yayınlanan anılarında, Ziya Gökalp’in gençliğinde Kürtçenin temeli ve grameri üzerine çalıştığını, bu durumun onun bazı çevrelerce bir Kürt milliyetçisi olarak tanınmasına yol açtığını belirtir. Ne var ki Adıvar’ın sonradan Türkçe yayınlanan anılarında bu bilgiye yer verilmez. (s 45)

 

“Düşünsel intihar”

 

Gökalp’in kısmen Halil Hayali ile birlikte hazırladığı belirtilen Kürtçe gramer ve sözlük, maalesef elimizde bulunmuyor. Bu çalışmanın akıbetine dair çeşitli rivayetler var. Kadri Cemil Paşa’ya göre, Ziya 1900’de Diyarbakır’a sürüldükten sonra Hayali ile olan ilişkisi kesilmişti. II. Meşrutiyet’ten sonra toplanan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kongresine Diyarbakır delegesi olarak katılan Gökalp’in İstanbul’da bulunduğu bir sırada Hayali beraber hazırlamış oldukları Kürtçe Grameri istemiş, ama “Ziya Efendi bunları yaktığını söyleyerek vermek istemediğinden Halil Hayali, Kürt milletinin muhtaç olduğu bu eserleri yeniden yazmağa başlamıştı.” (s. 53) Hayali’nin Kürtçe Alfabesi 2004’te yayınlandı.

 

Gökalp’in Kürtçe dilbilgisine ilişkin bir diğer iddia Musa Anter’e aittir. Anter, Gökalp’in kendi eliyle yazmış olduğu Kürtçe Gramerinin kendisinde olduğunu, 1972 yılında yapılan bir aramada diğer bütün kitaplarla birlikte Diyarbakır sıkıyönetim görevlileri tarafından toplatılıp daha sonra yakıldığını belirtir. Alakom, bütün bu açıklamalardan, Gökalp’in Kürtçe alanındaki çalışmalarını Kürt çevrelere vermek istemediği için “yaktım” dediği sonucuna ulaşır.

 

“Bu sözler ileride Ziya Gökalp üzerine yük olacak, düşüncelerini yakmaktan duyduğu sıkıntılar, suçluluk duygusu ve yoğun eleştirilerin hedefi olmaktan kurtulamayacaktır. Ziya Gökalp’in asıl çilesi bence bu yıllardan sonra başlayacaktır. Böylece o ikinci kez ‘intihar’ etmekten çekinmeyecektir. Bu ‘düşünsel intihar’ın acıları 1894 yılındaki intihar girişiminden daha yoğun olacaktır.” (s. 55)  

 

“Bir gün milli dâvâya kalkacaklar”

 

Gökalp’in Kürtlere dair en dikkat çekici eseri Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler başlıklı incelemesidir. Çalışma 1922’de hazırlanır ama fikri alt yapısı çok önceden Ziya’nın kafasında şekillenir. Özellikle Peyman gazetesinde çıkan bazı makalelerindeki görüşler, bu çalışmaya temel oluşturur. Gökalp’in kızı Seniha ile evlenen ve Gökalp üzerine araştırmalarıyla bilinen Ali Nüzhet Göksel, çalışmanın önce Milli Eğitim ve sonra Sağlık Bakanı olan Dr. Rıza Nur’un isteği üzerine yazıldığını belirtir.

 

Rıza Nur da, Kürdistan’ı kaybetmemek için Gökalp’i Kürt yerleşim birimlerinde incelemeler yapmakla görevlendirdiğini söyler:

 

“Sıhhiye vekili iken iskânın da o vakit bu vekâlete ait olmasından istifade ederek Ziya Gökalp’e Kürtleri tetkik ettirdim. Maksadım bu gibi malumatı toplayıp vaziyeti ilmi, iktisadi bir surette öğrendikten sonra, Kürtlerin Türk olduğunu öğrendikten sonra, Kürtlere Türk olduklarını anlatmak için teşkilat yapıp faaliyete geçecektim. Bugün Kürt denilen bu adamların çoğunun Türk olduğunu çoktan bilirim. Yalnız onlara bunu bildirmek, öğretmek lâzımdı. Türk, zavallıdır. Hadi Mısır’da, Cezayir’de yüzbinlerce Türkü kaybetmişiz, Araplaşmışlar. Fakat Kürdistan henüz elimizden de çıkmamıştır ve anayurtta Türkleri Kürtleşmeye bırakmışız.” (s. 57)

 

Nur anılarında da, Kürtleri asimile etmek sarf ettiği çabaları anlatır ve Kürtlerin sosyolojik yapısını araştırmak için Gökalp’e bir rapor yazdırmasını da bu çerçevede anar:

 

“Kürtler meselesi beni üzüyor. Bir şey yok ama bir gün milli dâvâya kalkacaklar. Bunları temsil (asimile) etmek lâzım. Tetkikata başladım. Temsil (asimilasyon) usullerine dair kitaplar getirttim. Kürtler hakkında kitaplar buldurdum. Diyarbakır’da olan Ziya Gökalp’e de para yollayıp Kürtlerin coğrafi, lisani, kavmi, içtimai ahvalini tetkik ettirdim. Bir rapor gönderdi. Maksadım, oranın bir Makedonya olmadan kökünden meselenin halli idi.” (s. 57)

 

Ancak bu kadar önem verilen bu rapor yazıldığı dönemde yayınlanmaz. Gökalp taraftarları bu incelemenin kamuoyu tarafından bilinmesini istemezler. Türkçülüğün Esasları’nı yazmış bir sembol ismin Kürt aşiretleri hakkında esaslı bir inceleme yaptığının ortaya çıkması halinde, “Kürt yoktur” ya da “Kürtler Türktür” diyen devletin resmi ideolojisi tepetaklak olurdu. Bunun için, kimileri tarafından Kürtçülüğün Esasları olarak adlandırılan Gökalp’in bu çalışması tam elli üç yıl karanlıkta kaldı ve ancak 1975’te Komal Yayınları tarafından kitap olarak basıldı. 

 

(*) Independent Turkey, 09.12.2019

 

(**) Rohat Alakom, Ziya Gökalp’in Büyük Çilesi: Kürtler

Avesta Basın Yayın, İstanbul, 2018.

 

- Advertisment -