Prof. Dr. Üstün Dökmen’in, Armağan Çağlayan ile söyleşisinde kullandığı ifadeler tartışılıyor.
Dökmen şöyle demişti:
“Eczacı, mimar, inşaat mühendisi başörtülü, tesettürlü olabilir. Söylediğim aynen şu, bir eczacı başörtülü olabilir, mimar olabilir, Milli Eğitim izin verdiği için öğretmen olabilir, hâkim ve savcı benim alanım değil, karışmıyorum. Fakat başörtülü psikolog, başörtülü psikiyatrist, başörtülü PDR uzmanı olması meslek etiğine aykırıdır. Nötr olamazlar. Psikoloğun karşısındaki kişiye karşı nötr davranış içerisinde olması gerekiyor. Empati kurabilmesi gerekmektedir. Empati kurabilmemin temeli nötr davranmaktan geçer. Dünyada meslek etiği şudur, bizim insanlarımız bilmiyor. Psikolog, psikiyatrist, PDR uzmanı dini, siyasi, takım, milli simge kullanamaz.’’
‘’Herkesin birbirini suçlamayı bırakıp kendisiyle yüzleşmesi lazım’’
Ayşe Güzin Altunbay.
Çocuk ve ergen psikiyatristi ve psikoterapist Ayşe Güzin Altunbay, Dökmen’in bu düşünce tarzının Avrupa’da eski kuşak psikoterapistlerde de gözlemlediğini anlatıyor. Türkiye’de başörtüsü yasaklarından dolayı eğitim hayatına devam edemediği için Avrupa’ya giden Altunbay, Avrupa’da mesleğini yaparken bir sorunla karşılaşmamış. Ancak çevresinde başörtülü olan ve aynı mesleği yapanların birtakım önyargılara ya da ön kabullere maruz kaldığını belirtiyor. Altunbay, Türkiye’nin başörtüsü konusuna “takılıp’ kalmasının” ve bu tartışmaların yeniden alevlenmesinin enerji israfı olduğunu düşünüyor:
“Ben çocuk ve ergen psikiyatristi ve psikoterapistim. Üstün Dökmen Hoca’nın açıklamasının benim için iki yönü var: Bir Türkiye kapsamında, iki Avrupa kapsamında. Avrupa’da da, özellikle eski kuşak psikoanalistlerde Üstün Dökmen gibi düşünenlerle karşılaştım. Yani bu tamamen yok demek doğru değil. Benim böyle hocalarım da oldu. Ancak bu kabulün geçerliliğini sorgulayanlar çoğunlukta. Türkiye’den somut örnek veremem ama, bazı psikiyatr ve psikanalist hocalarda başörtüsüne karşı önyargılar var.
“Örtülü olduğunuzu görünce ‘bazı sorunlarını çözememiş’ muamelesi yapılabiliyor. Başörtülü olmak otomatik olarak bir yerlerde çözemediğin psikolojik sorunların var muamelesiyle karşılanmaya neden olabiliyor. Avrupa’daki en sevdiğim taraf, bunların tartışılabilmesi. Tartışmanın bir tarafı olarak aynı masada ben de konuşabiliyorum. Bazen karşımdakinin fikrini de değiştirebiliyorum. Bu inanılmaz keyif verici bir şey. Katılımcı demokrasilerde olan tartışma kültürü maalesef bizde pek yok. Büyükler, ‘doğru budur’ diyorlar, bizden de itaat bekliyorlar. Türkiye adına beni üzen bu.
“Almanya‘da başörtülü çocuk ve ergen psikiyatristi ve psikoterapist olarak çalışırken olumsuz şeyler yaşamadım. Bu konuda tedirgin hocalarla da çalıştım. Ama bazen gerçekten başörtüsü bir konu olabilir. Sonuçta kocaman bir projeksiyon yüzeyine sahip. Özellikle size gelen danışanın, dindarlıkla ilgili hassasiyeti olabilir. Bu sadece Müslümanlar için geçerli değil, Yehova’nın Şahitleri mensubu ailenin baskısından bunalan genç danışmanım da benim dindar olduğumu düşünüp rahatsız olabilir. Ancak bu aynı zamanda onun konularını anlayabileceğime dair bir algı oluşturup kapı da açabilir. Hiçbir şey tek taraflı değildir. Her riskin bir de şans potansiyeli vardır. Bunları algılamak ve yok saymamak önemli. Başörtüsünün bir etkisi olacağının farkındalığı önemli ama başörtüsü bir engel değil, baş edilebilecek bir konu. Sadece bilinmesi, yok sayılmaması lazım.
“Bir Başkadır dizisindeki psikoterapisti hatırlarsınız, başörtülü danışanıyla sorunları vardı. Kendi önyargılarıyla uğraşıyordu. Orada gördüğümüz gibi, tam tersi de olabilir. Başı açık birinin de ön kabulleri olabiliyor. Tam ve mutlak nötrallik zaten ulaşılamaz. Ayrıca nötralliği kim tanımlıyor? Seküler olan nötral mi? Başörtüsü tam bir aidiyet ve dindarlık mıdır? Sonuçta tüm aidiyetlerin dogmatikleşme ve bağnazlaşma potansiyeli var. Önemli olan farkında olmak, ezberlerini sorgulama cesaretine sahip olmak. Takılıp kaldığımız bu tartışmaların yeniden alevlenmesi bana enerji israfı gibi geliyor. Ben bu sebeplerden dolayı gittim Türkiye’den, başörtüsüyle okuyamadığım için.
“Neredeyse çeyrek asır sonra halen bunu anmak durumunda kalmak can sıkıcı ama bu bağlamda anlamlı. Ben 28 Şubat döneminde Hacettepe’de tıp okuyordum. İkinci sınıfı bitirip, üçüncü sınıfa geçtiğimde başladı süreç. Başörtümüzü açmadığımız için açılan soruşturmalarda bir çocuk ve ergen psikiyatristi hazır bulunurdu. ‘Sizin akıl sağlığınız bozuk, başörtüsü takmak psikolojik bir sıkıntı. O yüzden size destek olacak birini getirdik’ mesajı verilirdi. Yani bir de böyle bir algı var: Dindarlık ve başörtü takıyor olmak patolojik olarak bir sorun gibi görünüyor. Bunu ben Avrupa’dan da biliyorum, bu Avrupa’nın aydınlanma ve kadın hareketi ile de ilgili. Tarihsel süreci göz önüne aldığınızda bu algı anlaşıla da bilir. Ancak Türkiye’de yaşananlar Avrupa’daki sürecin suyunun suyu gibi. Her şey çok daha radikal. Avrupalılarla, yani aslında bu algıların kaynağındakilerle tartışmak, farklı görüş belirtmek, onları ikna etmek mümkün. Ama Türkiye’de bu çok zor.
“Hacettepe’de 98 yılında yasak duyurulurken yönetimden bir profesör hoca tüm başörtülüleri bir araya toplayıp, ‘Artık böyle okuyamayacaksınız. Başınızı örtmeniz için sizlere kimlerin burs verdiğini biliyoruz. Gelin bunu itiraf edin, biz size daha yüksek burs verelim’ demişti. Bu şizofrenik bir durum. Çünkü babasının vefatıyla başörtü takmaya başlamış 19-20 yaşında bir genç kızın, ileri yaşta bir hocasının gerçeklikten bu kadar uzak bir ithamına maruz kalması ne derece sarsıcıdır? Birbirimizi yargılayıp duruyoruz. Bazı başörtülülerde hemen tetiklenen refleksleri de sorunlu buluyorum. Sürekli, kendilerine haksızlık edilen ve haksızlığa uğrayan konumunda oluyorlar. Bu kadar yıldan sonra, hem başörtüsü hem yasak travmalarını anlatmak lazım, iki kesimin de. Herkesin birbirini suçlamayı bırakıp kendisiyle yüzleşmesi lazım.’’
Psikoterapist Ayşe Güzin Altunbay, Twitter’da tartışmayla ilgili çok paylaşılan bir flood paylaştı. Altunbay orada da şöyle dedi:
Başörtülü terapist olur, ancak terapistin başörtüsü de terapi odasında bir konudur. Bunun farkında olunmalıdır. Aynı bir terapistin engelli olmasının ya da siyahi olmasının ya da hamile olmasının ya da LGBTİ birey olmasının, vb bir konu olacağı gibi. Toplumda bazıları tarafından öteki konumunda olmanız terapist olmanıza engel değildir. Ancak ötekiliğinizle sunduğunuz projeksiyon yüzeyinin farkında olmamanız engeldir.
Bu mantığa göre sadece kendinizle aynı insanlarla psikoterapist olarak çalışabilirsiniz. Böyle bir kabul de sizin mesleğinizin erişim alanını ve objektiflik potansiyelini daraltmanız demektir.
Şunu tartışalım: benim başörtülü olmam, ailesinin zoruyla başörtü takmak zorunda olan, devam etmek istemediği halde bunu ailesine ifade edemeyen bir genç kız, benimle psikoterapi sürecinde olsa, başörtüsü ile bu çatışmalı ilişkisini bana karşı dillendirebilir mi?
Veya ailesinden gizlice ateizmi seçmiş ya da Hristiyan olmaya karar vermiş bir genç, benim başörtülü bir Müslüman olduğumu görüp kendini rahatça açabilir mi? Terapistin başörtülü olmasının bu durumlarda hiç bir anlamı olmadığını savunmak ancak “denial” yani inkar olur.
Ancak başörtüsünün terapiye engel olduğunu savunmak da en masum ifadeyle basit bir indirgemecilik olur. Bu durumda başörtüsü olmayan terapistlerin de, kendini dindar olarak niteleyen hastalarını derhal başörtülü terapistlere yönlendirmeleri gerekir. Bu saçmalık değil de nedir?
Meslek etiği hem kendinin hem de kendiyle beraber terapi odasına getirdiği aidiyetlerinin farkında olup, bunun hasta ile terapi ilişkisine zarar vermediğinden emin olmaktır. Yine meslek etiği, terapistin bundan emin olamadığı durumlarda hastayı başkasına yönlendirmeyi gerektirir.
Ancak bu etik sadece başörtülü terapistler için değil, başörtüsüz, makyajlı, kilolu, zayıf, uzun, kısa, gözlüklü, engelli, koltuk değnekli, siyahi, … tüm terapistler için geçerlidir.
Mesela Almanya’da akut psikiyatri serviste psikotik bir hasta benim, müslüman kız arkadaşının ailesi tarafından onu öldürmek için servise gönderilmiş bir “ajan” olduğumu düşünüyorsa, onun psikoterapi sürecini benim devralmam etik olmaz.
Ya da 14 yaşında hiphop yapmak istediği için dindar ailesi ile çatışmaları olan genç kız, üçüncü seansta benim yanımda kendisini annesinin bir arkadaşıyla konuşuyor gibi hissettiği için rahat hissetmediğini söylediğinde, onu bir arkadaşıma yönlendirmem meslek etiği gereğidir.”