Bülent Arınç’ın “kral çıplak” eleştirisinden sonra “çıplak kral”a oy istemesinin ağır bir çelişki oluşturduğundan söz etmiştim geçen yazımda. Arınç’ın kendi partisine ve liderine yıllardır epeyce sert eleştiriler yönelttiğini, fakat bu eleştirilerle ‘kral çıplak’ eleştirisi arasında mahiyet farkı olduğunu söyleyip şöyle bir sonuca varmıştım:
“Bülent Arınç’ın ‘kral çıplak’a kadarki AK Parti eleştirileri partinin kendince yanlış gördüğü politikalarına, pratiklerine dairdi. Bu, ‘partimin yanlışlarını eleştiriyorum ama doğruları yanlışlarından çok’a inanan bir siyasetçinin pozisyonuydu; dolayısıyla Arınç’ın aynı anda AK Parti’yi hem eleştirmesi hem ona destek istemesi arasında çelişki yoktu. Fakat ‘kral çıplak’ başka bir seviye; bu, Arınç’ın eleştiri silsilesinde niteliksel bir sıçramayı ifade ediyor ve bu eleştiriden sonra ‘çıplak kral’cılık hiçbir tevil kaldırmıyor.”
Peki, madem tevil kaldırmayacak bir çelişkiydi bu, Arınç gibi birinin bunu görmüyor olması düşünülebilir miydi? Bu soruyu da sormuş, açılımını bu yazıya havale ederek kendimce şöyle bir analiz yapmıştım: “Öyleyse neden yaptı bunu? Anlamak için belki de psikolojiye bakmak ve Arınç’ın ‘müdanasızlığını’ şimdi ‘müdanasız ama yalnız kalmayı göze alacak kadar değil’ diye tashih etmek gerekiyor.” (Burada yazının başlığını da hatırlamak iyi olabilir: “Bülent Arınç: Müdanasız olmayı seviyor, sevilmemeye dayanamıyor…”)
Birinci yazıda Bülent Arınç’ın geçmiş yıllarda AK Parti’ye ve özellikle de Erdoğan’a yönelttiği ‘demir leblebi’ eleştirilerden örnekler vermiş, Arınç’ın gerçekten de ‘kol kırılır yen içinde’ci bir siyasetçi olmadığını göstermeye çalışmıştım.
Dediğim gibi (ve gösterdiğim gerekçeyle) bunların hepsini tek tek ya da aynı anda söyleyip yine de Erdoğan’a destek istemekte bir çelişki yoktu. Fakat ‘kral çıplak, görmüyor musunuz” diye gürledikten sonra ‘çıplak kral’a destek istemek olmuyor, yine ilk yazıda söylediğim gerekçeyle…
Arınç’ın izahı hiç ikna edici değil
Bülent Arınç, kendisine yönelik ‘ondan sonra bu olmaz’ eleştirilerine bir tweet’le cevap verdi. Arınç cevabında Manisa’ya en büyük hizmetlerin AK Parti zamanında geldiğini söyledikten sonra “Bu yüzlerce eserde pay sahibi olan bir insanın miting meydanındaki AK Partili kalabalığa ‘Bu eserlere sahip çıkın, bu eserlerde payı olan Sayın Cumhurbaşkanı’na ve onun hükümetine destek olun’ demesi neden birilerini rahatsız etmiş olsun?” diye sordu ve eleştiri sahiplerini akla ve ferasete davet etti:
“Akıl onu gerektirir ki böyle bir kalabalığa söylenecek söz ancak budur. Yoksa benim miting meydanında kürsüye çıkıp ifadelerimin tam tersi yönde bir konuşma yapmamı bekleyen saf dil insanlar varsa onları da akla ve ferasete davet ediyorum.”
Arınç, cevabının son bölümünde de bu eleştiri sahiplerinin, onun siyaset yapma tarzını anlamadığını savundu:
“Bu vesile ile benim siyaset anlayışım üzerine bildiğinizi zannettiğim ama birilerinin ısrarla farklı göstermek istediği bir konuya da açıklık getirmek isterim. Ben siyaseti başkalarından farklı yapıyorum. Siyaseti halkımızın iyi yönetilmesi, mutluluğu, refah ve huzur içinde yaşaması ve onunla birlikte olmak şeklinde tanımlıyorum. Bugüne kadar da siyasetimi bu tanımlama üzerine şekillendirdim. Benim siyaset anlayışım şiddete, nefrete ve ayrımcılığa dayalı bir siyaset değildir. Bu dili de hayatım boyunca hiç kullanmadım. Sadece hizmet odaklı olarak vatandaşımızın gönlünde yer etmeye çalışan biri olarak bugüne geldim. Aktif siyasi hayattan ayrıldıktan sonra da şunu ısrarla söyledim. Ben AK Partiliyim, bu ev benim evimdir ve ben kendimi AK Parti’nin milyonlarca sahibinden birisi olarak görüyorum. Bugüne kadar AK Parti’nin doğrularına ve doğru yaptıklarına her zaman sahip çıktım, bundan sonra da sahip çıkmaya devam edeceğim.”
Bu cevap ancak Arınç’a ‘kral çıplak’ öncesi yöneltilmiş eleştirileri karşılar
Erdoğan’a yönelttiği, bu yazının birinci bölümünde sıraladığım eski eleştirilerden sonra da Arınç’a işte bu türden tepkiler gelmişti. Mealen: “Hem Erdoğan’ı bu kadar sert eleştiriyorsun hem onu desteklemeye devam ediyorsun, bu ne perhiz bu ne acı turşu?”
Arınç hakkında çok yazı yazdığımı söylemiştim. Bu yazılar bir yanıyla -dolaylı olarak- bu eleştiri sahiplerine bir cevaptı. Evet, Arınç bir yandan partisine ve liderine sert eleştiriler yöneltiyordu ama bunları Arınç’ın partinin ve liderin esas doğrultusunun ‘doğru’ olduğu inancıyla dile getirdiğini unutmamak gerekirdi. Böyle bakıldığında, sert eleştirilerle destek isteği arasında bir çelişki yoktu.
Fakat dediğim gibi, ‘kral çıplak’ başka bir seviye. Burada artık ‘olumlu’ ile ‘olumsuz’un ağırlığı yer değiştirmiştir. Hatta, Türkçede yerleşmiş anlamıyla ‘olumlu’ yanın artık neredeyse hiç kalmadığı bir durumdan söz ediyoruz.
Yani Arınç’ın eski ‘demir leblebi’ eleştirilerini alıp Arınç’a ‘bu ne, bu ne?’ diyenler haksız, Arınç haklıydı; ama ‘kral çıplak’tan sonra ‘bu ne, bu ne?’ diyenler haklı, Arınç haksız.
Hep susanlar mı, bir parlayıp bir sönenler mi?
Yanılıyor olabilirim tabii, fakat ben Arınç’ın bu son davranışının psikolojik ihtiyaçlarıyla ilintili olduğunu düşünüyorum; bu kadar ağır bir çelişkinin ancak psikolojiyle izah edilebileceği kanaatindeyim. Tam burada Arınç’ın, kendisini eleştirenlere “Yoksa benim miting meydanında kürsüye çıkıp ifadelerimin tam tersi yönde bir konuşma yapmamı (mı bekliyordunuz)” diye sormasını çok çarpıcı bulduğumu söylemeliyim. Hakikaten, yine Arınç’ın dediği gibi “Akıl onu gerektirir ki böyle bir kalabalığa söylenecek söz ancak budur…”
Fakat işte bütün mesele burada: ‘Kral çıplak’tan sonra o kürsüye çıkmamak gerekirdi. Çıktıktan sonra zaten ‘akıl’ hangi talimatı verirse o söylenir.
Burada şimdi ayrıntısına giremem, fakat Erdoğan’la Arınç arasındaki, en sonunda Arınç’ın Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu’ndan istifasına kadar varan gerilimi hepimiz biliyoruz. Onun da üstüne ‘kral çıplak’ eleştirisi gelince, eminim hepimiz gibi Arınç da Erdoğan’ın onu mitinge davet etmesine şaşırmıştır, çünkü bu ilişki hem AK Parti kamuoyunda hem muhalif cenahta böyle değerlendirilmiş, böyle kayda geçmişti.
30’lu yaşlarımda, ikisi de 70’ine yaklaşmış, şimdi ikisi de rahmetli, aile dostumuz bir karı-koca vardı: Necati abi ve Rana abla. Necati abi Rana abla için şöyle derdi: “Rana’nın iki sorunu var: Birincisi birilerinin onu araması, ikincisi aramaması…”
Arınç’ın psikolojisini biraz Rana ablanın psikolojisine benzetiyorum: İtiraz etmeden duramıyor, müdanasız… Fakat onun doğal bir sonucu olarak birileri tarafından ‘sevilmemeye’ başlayınca buna dayanamıyor. Hele onu sevmemeye başlayanlarla özel bir hukuku ve ilişkisi varsa…
İşte bu nedenle, Erdoğan tarafından mitinge davet edildiğinde hem sevindiğini hem tedirgin olduğunu düşünüyorum. Arınç gibileri üzerine yürüyerek geriletemezsiniz, onun gibilerin yelkenleri suya indirmesini istiyorsanız kullanacağınız araç bellidir: Dostluk, yumuşaklık.
Yani: Arınç o daveti reddedemezdi ve kürsüye çıkınca da “akıl” neyi gerektiriyorsa onu yapmak zorundaydı. Fakat bütün bunlar onun çelişkisini ortadan kaldırmıyor.
Yine de şu soru geçerli: Lider karşısında sürekli susanları mı tercih edersiniz, bir parlayıp bir sönen Bülent Arınç’ları mı?