BM Zirvesi için New York’ta bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye BM Daimi Temsilcisi Feridun Sinirlioğlu ve Türkiye ABD Büyükelçisi Murat Mercan ile birlikte Central Park’ta yürüyüşe çıktı.
Bu iyi düşünülmüş bir PR çalışmasıydı tabii.
Ama Türkiye’deki benzerleri gibi her şeyin ayarlandığı, sürprizlere kapalı PR çalışmalarından biri değildi.
En azından kamera kadrajında etrafta çok fazla koruma görünmüyordu.
Cumhurbaşkanı parktaki bir banka oturdu, orada bulunan turistler ve Amerikalılar, koruma engellerine takılmadan Cumhurbaşkanının yanına gelip sohbet etti, fotoğraf çektirdi.
Yol boyu Cumhurbaşkanı ile el sıkışanlar arasında LGBT haklarını savunan, gay Yahudi çiftçileri kurduğu sinagogda evlendiren kadın haham Rachel Goldenberg, İzmir’den ABD’ye göç eden Amerikalılar, Arnavut, Çin, İtalyan turistler vardı.
Erdoğan, sigara içen siyahi bir Amerikalının eşine “sigarayı bıraksın, içmesin” diye nasihat bile verdi. Adam bu nasihate sigarasını ağzına takarak cevap verdi ama neyse ki ABD yasalarında Cumhurbaşkanına hakaret maddesi yok.
Banka gelip Erdoğan’ın yanına oturan bir başka Amerikalı Erdoğan’a “tahıl anlaşması ve drone’lar ve NATO’yu güçlendirdiği için” teşekkür etti. Sonra da kalkıp gitti.
Sonra Cumhurbaşkanı, öğle yemeği için Central Park’ta göl kenarındaki Loed Boathouse restoranına gitti.
Buradaki pedikap denen bisiklet taksi işi yapan Türklerle sohbet etti, Türk pedikabçilerin “Michael Jackson” adını taktıkları Burkino Faso’lu pedikabçi Michael, yine koruma ordusuna takılmadan Cumhurbaşkanının oturduğu masaya kadar gelip onunla selfie çektirdi, “Dünyanın en iyi başkanı budur” dedi. Erdoğan da İngilizce ona “Nice to meet you” diye cevap verdi.
Bu PR’ın hedefi herhalde Amerikan kamuoyu değildi. Görüntüleri izleyen TC vatandaşları ise tuhaf duygulara kapılmış olabilir.
Mesela kıskançlık gibi.
Çünkü Türkiye’de Cumhurbaşkanına New York’ta Amerikalıların ulaştığı kadar kolay ve rahat ulaşmak pek mümkün değil.
Parkta yürürken bir anda karşınıza çıkabilecek bir Cumhurbaşkanımız yok.
Televizyonda bitmeyen uzun konuşmalar dışında, Cumhurbaşkanını ancak her yerde bir koruma ordusunun arkasında, bitmeyen konvoyların içinde, büyük kalabalıkların karşısında bir kürsüde görebilirsiniz. Ya da uslu bir vatandaş olursanız onu seçilmiş bir grubun içinde görebilirsiniz.
Bu güvenlik çemberinin tabii ki haklı sebepleri var.
Ama Türkiye’deki propagandaya bakılırsa, Batı ve ABD ile mücadele eden Cumhurbaşkanı için aynı güvenlik sorunlarının New York’ta da olması gerekirdi.
Ama New York’ta sivil, rahat, güler yüzlü, halkın içinde ve gayet mutlu bir Cumhurbaşkanı vardı.
Tek bir sorun vardı: Onunla rahatça iletişim kurabilen halk, başkanı olduğu cumhurun mensupları değildi.
Görüntüleri izleyen herkes, Erdoğan ile diğer bütün siyasetçilerle arasındaki en büyük farkın hâlâ yüksek iletişim kabiliyeti olduğunu düşünmüştür.
Böyle bir iletişim gücü ve karizması olan bir lider, basının hür olduğu, hukuk devletinin tam olarak işlediği, kuvvetler ayrılığının olduğu gerçek bir demokraside de her zaman sandıktan istediği sonucu alarak çıkabilirdi.
Çok rahat, demokratik bir rejimde toplumun yarısının hayranlığını ve en az üçte ikisinin rızasını kazanabilirdi.
Ama şimdi geriye üçte bire kadar düşen hayranlar ve yüzde elliye yaklaşan düşmanlar kaldı.
Ve gelecek seçimin sonucunu da bu iki kategorinin kafa kafaya çarpışması belirleyecek.
Halbuki 2015’e kadar bile yüzde 50’lere tek başına ulaşabilen bir lider ve parti vardı.
Ama daha sonra, demokrasiyle zaten mümkün olan iktidarın gücü bir süre sonra yetmemeye başladı, PKK terörü, FETÖ tehdidi ve darbe girişiminin de büyük katkılarıyla Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile bugünkü rejimine geçiş yaptı.
Fakat Central Park görüntülerinden birkaç gün önce Semerkant’taki Şangay İşbirliği Örgütü zirvesindeki mutluluk pozları, burada da kalınmayacağı endişelerini artırmış durumda.
Aslında en düşüğü yüzde yetmiş oyla seçilmiş, bazıları babasından koltuğunu miras almış, nasıl gideceği belirsiz liderler arasında, yüzde ellinin biraz üstünde oyla seçilmiş, üç sene önce büyükşehirleri muhalefete kaptırmış, sekiz ay sonraki seçimlerde muhalefetin adayıyla başa baş bir seçim çıkarması beklenen Türkiye Cumhurbaşkanı, demokrasinin temsilcisi gibiydi.
Türkiye, Dünya İnsani Kalkınma endeksinde de o ülkelerin hepsinin üstünde.
En güzel içkiler, meyveler ve kanepelerle dolu lüks otel fuayesinde birbirileriyle şakalaşıp eğlenen liderlerin çoğu, kendi ülkesinde sokağa çıkıp vatandaşlarıyla bu kadar rahat vakit geçiremeyecek haldeler.
Cumhurbaşkanı’nın o liderler arasındaki karizmatik pozuyla gurur duyanların bile çoğu, herhalde o ülkelerin hiçbirine çocuklarını okumak için göndermez, o ülkelerden hiçbirine gidip yaşamayı düşünmezdi.
O ülkelerin hiçbirinde herhalde parkta dolaşan bir Cumhurbaşkanı hiç görülmedi.
Çünkü o rejimler kutuplaşmış toplumların ve yığınların sessizliği üzerine kurulu ve o liderler için kendi vatandaşları hiç tekin değil.
Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan bile herhalde güvenliği atlatıp o ülkelerin başkentlerindeki bir parkta öyle rahatça dolaşıp, halkla sohbet ettirilmezdi.
Ne olur ne olmaz, ya bir vatandaş ağzından bir şey kaçırır da ülkenin itibarı iki paralık olursa…
O halde…
Kararımızı tekrar gözden geçirmeliyiz.
Cumhurbaşkanı’nın az korumayla dolaşıp, ulaşılır olduğu, her renkten ve her kesimden insanla rahatça sohbet edebildiği Central Park’a benzeyen bir ülke mi istiyoruz yoksa yüksek adrenaline devam mı?
Şangay mı Central Park mı?
Hangisindeki Türkiye size daha güvenli, yaşanabilir, müreffeh ve büyük görünüyor?