Gülen cemaatinin dışarıdan görünmeyen siyasi iskeleti tarafından yürütülen 15 Temmuz darbe girişimi, sadece devletin değil AK Parti’nin de dengesini sarstı. Cemaat üyelerinin büyük yüzdesinin AK Parti seçmeni olduğunu, yıllar boyunca parti teşkilatı içinde Gülen sempatizanı olduğu bilinen kişilerin bulunduğunu ve hatta bunların teşkilata katılımının istendiğini, nihayet her üç AK Partili ailede en az bir Gülen mensubunun bulunduğunu hatırlamak, durumun çetrefilliği hakkında bir ipucu verir. Böyle bir ortamda ‘FETÖ ile mücadele’ de çok basiret isteyen bir uğraş olmak zorunda… Suçlu ile suçsuzu adil bir biçimde birbirinden ayıramazsanız kendi içinizde kangren olmaya giden bir yara açabilirsiniz.
***
Maalesef gelinen nokta bu tehlikeye işaret ediyor. Darbe girişimini hazırlayanların ve onların bilinçli uzantılarının sadece birkaçı tutuklanabilmişken, yüz binlerce insan sadece cemaat üyeliği, yakınlığı ya da sempatizanlığı nedeniyle müebbet hapse çarptırılabiliyor. Bu arada soruşturmaların AK Parti çevresine pek yanaşmaması da ilginç bir durum olarak kayda geçiyor.
Sonuçta Gülen stratejisinin bunca yıl yarattığı sistematik mağduriyetin üzerine, bugün ‘FETÖ ile mücadele’ başlığı altında gelen yeni bir mağduriyet dalgası ile karşı karşıyayız. Aradaki geçişte yer alan darbe gecesi acı ve kayıpları ise bu iki büyük dalganın arasında manen eziliyor ve ancak sembolik bir ‘arınma diline’ hizmet ediyor. Çünkü o gece yaşanan fedakarlığın kıymeti ancak daha sonrasında adil olabilmekle artar ve karşılığı da ancak o şekilde ödenebilir…
Asıl acı olan, elinde güç tutanların anlayışsız ve kayıtsız davranabilmesi… Bugün bana son günlerde gelen birçok mektuptan ikisinin bazı bölümlerini paylaşmak istiyorum. Birincisi Ahmet Turan Alkan’dan… Gülen cemaatine katılmamış, mesafesini hep korumuş ama hasbelkader Zaman gazetesinde yazmış ve AK Parti iktidarına olan tepkisi nedeniyle daha birçok kişi gibi Gülen’in ne yapmaya çalıştığını anlayamamış bir meslektaşımız.
“Böyle bir ortamda cezaevinden mektup almanın, bir yazar olarak hiç de hoş bir durum olmadığını anlayabiliyorum… Şimdi, vaktiyle aralarında benim de bulunduğum bazı yazarları, durumun vehameti hakkında ikaz eden sözlerinizi gayet iyi hatırlıyorum. Devrin ruhu sizi haklı çıkardı; ben ve benim gibiler ise en azından siyasi düzlemde yanıldık ne yazık ki. İşte bu yanılgının bedelini el’an 18 aydan beri hapis yatarak ödemekteyim diğer yazar arkadaşlarla birlikte… Yazmak istedim zira biz ‘bazı’ yazarlar ana akım medya nazarında bir nevi lanetli-cüzzamlı kategorisinde addedilmekteyiz. En azından sizin bu önyargıya katılmadığınızı bilmek bana iyi geliyor…”
***
Diğer mektup cemaate daha yakın duran bir fizik profesöründen… “Bağımsız ve tarafsız yargımız Deniz Yücel’in 18 yıla kadar hapsi istenen iddianameyi kabul ettiği gün kendisini herhangi bir adli kontrol şartı koymadan tahliye etmiş. Benim hakkımda da bir iddianame var, 15 yıla kadar hapsimin istendiği. 15 Temmuzdan 55 gün sonra gözaltına alındım. İsteseydim rahatlıkla yutdışına çıkabilirdim, zira pasaportum elimdeydi ve Schengen vizesi vardı. Bazıları bizim de mutlaka gözaltına alınacağımızı telkin etmesine rağmen yurtdışına çıkmadım. Çünkü yanlış bir şey yapmadım, bir suç işlemedim. Ama şimdi yaşadığımız bu acı tecrübeyle anlıyorum ki darbe teşebbüsü gibi bir cinneti doğru tahmin edememeye benzer bir hatayı ülkemizin yöneticileri ve yargı sistemi için de yapmışım. Bu kadar zayıf, hatta anlamsız gerekçelerle bu kadar çok insanın bu kadar uzun süre bu ölçüde mağdur edilebileceğini doğru tahmin edemedim… 19 aydır işsizim. Bir terör örgütü üyesi olma şüphesiyle yaftalandığımızdan, sanki üniversitelerimizde bize hiç ihtiyaç yokmuş gibi çalışmamıza izin verilmiyor. Davada beraat etsek bile bu durumun ne kadar değişeceği belli değil… “
Bu iki mektup bizlere sorumluluğumuzu hatırlatıyor. Her fırsatta 15 Temmuz şehitlerini anmak marifet değil… Onların saygınlığını pekiştirmek için adaletin de sağlanması lazım.