İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olmasını savunanların neredeyse bütün varsayımları zayıf temeller üzerinde inşa edilmiş gözüküyor. İmamoğlu’nun Altılı Masa’nın tek adayı olarak gösterilebileceği, Altılı Masa’dan iki aday çıkarsa diğer adayı geçebileceği, Meclis desteğine sahip olacağı, Altılı Masa’yı yönetebileceği… Gerçekçi bir perspektif içinde hepsinin olasılığı çok düşük. Dolayısıyla örneğin iktidarın rakip olarak İmamoğlu’ndan çekindiği ve muhalefet adayı olarak Kılıçdaroğlu’nu istediği tezi de bir yere oturmuyor…
Hepsini aşağıda ele alacağım ama bu analizi inandırıcı şekilde yapabilmek için önce iktidarla başlamak lazım.
İktidarın ne istediği, bu doğrultuda ne yaptığı, amacına ne denli ulaştığı gibi sorulara determinist yanıtlar vermek kendimizi aldatmak olur. Bir aktör ne kadar güçlü olursa olsun, hayat onun sınırlı bakış açısının çok ötesi karmaşıklıkta, karşılıklı belirlenme dinamiği içinde oluşuyor. Dolayısıyla iktidar bir amaç uğruna yola çıksa bile (özellikle uzun vadede) hiç beklemediği sonuçlarla karşılaşabilir. Aynı şekilde sonuçtan hareketle nedenleri tespit etmeye çalışmak da kendimizi aldatmak olur. Sonuçta şu veya bu kişiye (gruba) yaradığı için olayın ardındaki iradenin bu durumdan yararlanan kişi (grup) olduğu söylenemez. Çünkü hayat ‘kime niyet kime kısmet’ türünden stokastik ve non-lineer bir akışa sahip…
Ancak ‘irade sahibi öznelerin hiçbir belirgin niyeti yok, kendilerini hayatın akışına bırakmışlar, ortaya çıkan her şey birer tesadüften ibaret’ demek de anlama çabasından vazgeçmeyi ima eder. Özellikle hiyerarşik ve katı (esnekliği az) sistemlerde, karar mekanizmasının tepede ve dar bir ölçekte sıkışması halinde, nihayet ortada bariz hedeflere işaret eden bir çatışma/mücadele varsa, söz konusu öznenin niyetini ve iradesini irdelemek, zihnini ‘okumak’, kendine has rasyonalitesini deşifre etmek zorundasınız. Tabii yaşananları anlamak gibi bir derdiniz varsa…
Bu çerçevede ele alındığında iktidarın İmamoğlu’nu siyasi yasaklı hale getirme isteğinin bilinçli bir hamle olduğunu teslim etmek durumundayız. Davanın serencamı, Erdoğan’ın (muhtemelen yargıyı etkilemiş görünmemek için) bu konuda hiç konuşmaması, önceki yargıcın İmamoğlu’na hapis cezası vermek istemediği için sürüldüğünün ortaya çıkması, hiçbir YSK üyesi şikâyetçi olmasa ve saygın hukukçular aksini öne sürse de içi boş bir iddianamede ısrar edilmesi, şu anki yargıcın MHP çevresi ile ilişkisini ima eden söylentilerin dolanması, nihayet Erdoğan’ın ‘yakın danışmanlarıyla’ yaptığı konuşmanın sızması… Bütün bunlar ortada ‘siyasi’, yani iktidarın bilerek attığı bir adım olduğunu gösteriyor.
Mahkeme karar aşamasında ara verdiğinde (veya öncesi) herhangi bir merci ile telefon görüşmesi olmadığını ya da o sabah Erdoğan-Bahçeli buluşmasında bu konunun ele alınmamış olduğunu varsaymak pek gerçekçi gözükmüyor.
Bazı gözlemciler kararın böyle çıkacağından AK Partililerin haberinin olmamasını, yargının iktidara ‘çelmesi’ olarak yorumladılar. (Nitekim muhtemelen Kılıçdaroğlu da AK Partililerden elde edilen ‘istihbarat’ nedeniyle seyahate gitmekte mahzur görmedi.) Ancak bu gözlem iktidarın en temel niteliğini gözden kaçırıyor: Acaba Erdoğan’ın alacağı kararları kaç partili önceden biliyor? Herhalde çok az sayıda (ve konuşmayacak) kişiden söz ediyoruz. Cumhurbaşkanlığı sistemi Bahçeli tarafından önerildiğinde kaç MHP’li olayı önceden biliyordu dersiniz? Anladığımıza göre hiçbiri… Yine Bahçeli yüz maddelik anayasa önerisi sunduğunda bu metnin içeriğinden kaç MHP’li haberdardı? Henüz kimseyi duymadık…
Mesele şu ki, bugünkü iktidarın temel niteliği karar sistematiğinin partilerin dışına çekilmiş olması. ‘Yeni İttihatçılığın’ doğal işleyiş biçimi bu… Karşımızda MHP destekli AK Parti iktidarı ya da zımnen AK Parti/MHP koalisyonu yok. Erdoğan + AK Parti ile Bahçeli + MHP birliktelikleri var ve gerçek koalisyon Erdoğan/Bahçeli arasında. AK Parti ve MHP hasbelkader bir parlamentonun varlığı nedeniyle işin içindeler ama ancak ‘garnitür’ kıvamında.
O zaman gelelim soruya: İktidar niçin İmamoğlu’nu siyaseten yasaklı hale getirecek bir adımı ‘kör gözüm parmağına’, hukuku çiğneme pahasına atmaya karar verdi? Bunun altında Erdoğan’ın İmamoğlu’na nefretinin yattığı söyleniyor ve (Erdoğan’ın karakteri veri alındığında) herhalde böyle bir duygunun varlığı şaşırtıcı olmaz. Ne var ki eğer sebep bu olsaydı AK Partili milletvekilleri bilirler ve onlar da yargı sonucuna şaşırmazdı…
Anlaşılan ortada daha ‘soğuk’, hesaplı bir hamle var. Muhtemelen bir taşla üç kuş vurulmak istendi: İmamoğlu’nun 2024 belediye seçimlerine katılmasını engellemek (çünkü aday olursa kazanma ihtimali çok yüksek), 2023 seçimlerinde İstanbul Belediyesi’nin maddi imkânlarını kullanmak (çünkü İmamoğlu yasaklı hale gelirse Belediye Meclisi’nde bir AK Partilinin başkan seçilme ihtimali kesin gibi) ve nihayet Altılı Masa’da alternatif üretmek, muhalefeti kırılgan hale getirmek ve (kısmet elverirse) Masa’dan birden fazla aday çıkmasını tetiklemek.
Üç ‘kuşun’ ilk ikisi açık… Ama üçüncüsü üzerinde biraz duralım. Altılı Masa bugüne kadar beklenenden (istenenden) daha yavaş olsa da sağlam adımlarla ilerledi. Altı liderin ve onlarla çalışan komisyon üyelerinin yoğun mesaisi ile ortaya herkesin birbirinin meramını dikkate aldığı bir ortak dil çıktı. Bu mesai giderek Masa dışından bir adayın gösterilme ihtimalini azalttı. (Aday baştan belirlense ve bu çalışmada Masa’nın parçası olsaydı iş değişirdi.) Öte yandan ortada Genel Başkanlar varken bir belediye başkanının cumhurbaşkanı olması zaten ‘siyaseten’ istenen bir durum değildi. Zımni kabul cumhurbaşkanı adayının CHP’den (muhalefetin en büyük partisinden) çıkacağıydı ve o partinin Genel Başkanı buna talip olunca (partisi tarafından da desteklendiğine göre) aday seçimi zaten ‘de facto’ yapılmıştı. O kadar ki bunca süre içinde Kılıçdaroğlu’na (Masa içinden) tek bir alternatif dahi zikredilmedi.
Öte yandan Erdoğan karşısında CHP’li belediye başkanlarının Kılıçdaroğlu’ndan daha fazla oy aldığını gösteren saha çalışmalarının frekansı giderek azaldı. Aylar önce yüksek olan bu fark artık düşmüş gözüküyor. Hatta bazı anketlerde Kılıçdaroğlu’nun oyu belediye başkanlarını geçebiliyor. Ama bu anketler zaten ‘sahte’ bir mesele ile uğraşıp durmaktalar çünkü esas sorulması gereken soruyu sormuyorlar. Seçimde Kılıçdaroğlu ‘kişi’ olarak Erdoğan’dan fazla oy alamayabilir, ama seçime tek başına değil cumhurbaşkanı yardımcılarıyla birlikte girecek. Aksi halde Altılı Masa’nın anlamı ne? Diğer parti başkanlarının cumhurbaşkanı yardımcısı adayı olduğu durumda (HDP seçmeninin ikinci turdaki desteğini de eklersek) muhalefetin kaybetme ihtimali yok…
Velhasıl çıplak gerçek şu: Altılı Masa bütünlüğünü koruduğu, tek adayda anlaştığı ve o adaya birlikte sahip çıktığı sürece, söz konusu aday kim olursa olsun seçimi kazanır.
Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’na karşı sürdürülen ‘kazanamaz’ muhalefeti sadece bazı ihtiraslı ‘küçük insanların’ kariyerizmine işaret ediyor. Ve tam da bu nedenle söz konusu kariyerizm esas olarak iktidarın ekmeğine yağ sürüyor.
İlk bakışta yadırgatıcı gelebilir ama iktidar (Erdoğan/Bahçeli ittihatçı iş birliği) asıl Kılıçdaroğlu’nu istemiyor. Nitekim sürekli Kılıçdaroğlu’nu rakip olarak tercih ettiklerini, onu kolayca yeneceklerini ima ediyorlar. Acaba ellerini niye açık ediyorlar? Ağızlarından mı kaçıyor? Düşüncesizce mi davranıyorlar? Hiç laf etmeseler Kılıçdaroğlu aday olur, iktidar da seçimi kolayca kazanır. Böyle bir imkân varken sürekli ve her uygun fırsatta ‘boşboğazlık’ etmeleri size mantıklı geliyor mu?
Muhtemelen Kılıçdaroğlu’nun aday olmasını istemiyorlar… Ve bunun için üç anlaşılır neden var. Birincisi Kılıçdaroğlu’nun Altılı Masa’yı birlikte tutabilecek ve onu tek bir siyaset etrafında toparlayacak neredeyse tek kişi olması. Diğer deyişle iktidar Kılıçdaroğlu’nun karizma yönünden zayıf olduğunu düşünse de Altılı Masa dağılmadığı ya da bölünmediği takdirde seçimi kazanmayacağının farkında. İkinci neden Kılıçdaroğlu’nun Masa’yı seçim sonrasında muhalefet başa geçtiğinde de birlikte tutma açısından avantajlara sahip olması. Yaşını almış bir siyasetçi, Masa’daki kimsenin rakibi değil, diğer genel başkanların memnun olmasını bir ‘başarı’ olarak addeden, bunu kollayacak biri. (Dolayısıyla ittihatçı kanadın muhalefete nifak sokmasını zorlaştıracak biri…). Üçüncü neden Kılıçdaroğlu’nun siyasi ömrünü bir demokratik açılımla bitirmek istemesi, gelecekle ilgili talepkâr olmaması, dolayısıyla devlet tarafından satın alınmasının epeyce güç olması… Kılıçdaroğlu’nun (belki bir miktar naif ya da romantik bakışla) bir devlet reformuna yeltenme ihtimali, bütün diğer olası adaylardan daha fazla.
Buraya kadarki akıl yürütme mantıklı geliyorsa, şimdi İmamoğlu’nun adaylığı meselesine daha serinkanlı bakabiliriz. Girişte İmamoğlu’nun adaylığı lehinde zikredilen varsayımları hatırlayalım: Masa’nın tek adayı olarak gösterilebileceği, Masa’dan iki aday çıkarsa diğer adayı geçebileceği, Meclis desteğine sahip olacağı, Masa’yı yönetebileceği…
Yukarda Masa’dan tek aday olarak çıkamayacağını belirtmiştim. Hem Kılıçdaroğlu (partisinin desteğiyle) aday olduğu için, hem de İmamoğlu’nun genel başkanların önüne geçmesinin Masa’dakiler ve ilgili siyasi partiler tarafından kabullenilmesi çok zor olduğu için. (Bu noktada “Akşener’in İmamoğlu’nun adaylığı ile ilgili bir derdi yok gözüküyor” itirazı gelebilir. Öyle gözüküyor ama Akşener’in ve İYİ Partililerin daha önce Yavaş, şimdi İmamoğlu ısrarı meselenin bu adaylardan ziyade Kılıçdaroğlu olduğunu ortaya koyuyor. Saraçhane buluşmalarındaki Akşener performansı kendisini belediye başkanları üzerinde bir ‘hami’ olarak gördüğünü ima ediyor. Meselenin öne sürülen aday mı, yoksa siyasetin dizginlerini olabildiğince tutmaya çalışmak mı olduğunu, okuyucunun sağduyusuna bırakmakla yetiniyorum.)
Peki ya Altılı Masa’dan iki aday çıkar, Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu yarışırsa kim kazanır?
Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin genel desteğini alarak girdiği bir seçimde İmamoğlu ister istemez Akşener’in (İYİ Parti’nin) adayı olacaktır. Bu durumda CHP tabanından kopacak oyun çok sınırlı kalacağı bir yana (İmamoğlu’nun henüz ‘has’ bir CHP’li olmadığını unutmayalım), Masa’daki diğer dört partinin tabanları da büyük ihtimalle Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığını (zorlama olmayacağı için) tercih edecektir. Bu durumda Kılıçdaroğlu ikinci tura kalacak (ve İYİ Parti tabanı bugünkü iktidarı desteklemediği takdirde) seçimi rahatlıkla kazanacaktır.
Çok az ihtimal ama diyelim ki tersi oldu… İmamoğlu ilk turda Kılıçdaroğlu’nu geçti ve ikinci turda Erdoğan’ın rakibi oldu. Akşener destekli bir İmamoğlu Kürtlerden beklediği desteği alabilir mi? Diyelim ki İttihatçı iktidar ‘mıntıka temizliği’ taktiğini sürdürdü, HDP kapatıldı, Kürt hareketliliği sokaklara taştı, belki PKK eylemlere girişti… Bu senaryoda seçimi kimin kazanacağını sağlıklı şekilde öngörmek mümkün olmayabilir. Ama en azından böyle bir ortamın İmamoğlu açısından ‘mantıksız’ bir risk teşkil edeceği, kaybetme ihtimalini artıracağı açık. (Mukayese babından altını çizelim: Kılıçdaroğlu’nun adaylığı söz konusu olduğunda HDP’nin kapatılması muhalefet açısından çok daha az dezavantaj oluşturacaktır.)
Gelelim İmamoğlu’nun Altılı Masa’yı bir arada tutma ve Meclis desteğini garanti etme kapasitesine… İmamoğlu’nun Altılı Masa’nın tek adayı olduğunda bile muhalefet koalisyonunu sürdürme açısından zorluk çekeceği ve bu bahiste Kılıçdaroğlu’nun çok daha başarılı olacağı açık. Ancak bugünlerde ima edildiği üzere İmamoğlu’nun Kılıçdaroğlu karşısına çıkıp onu yenmesi halinde, İmamoğlu’nun büyük bir hayal kırıklığı ve başarısızlık yaşama ihtimali yüksek gözüküyor. Çünkü muhalefetin zaten bölünmüşlüğü üzerine bir de Meclis içinde CHP (ve muhtemelen HDP) desteğinin alınamaması söz konusu olacak. Böyle bir senaryoda karşımıza çaresizce çırpınan ve (mecburen) giderek şu anki cumhurbaşkanlığı yetkilerine sarılan bir cumhurbaşkanı çıkabilir. İmamoğlu ya kısa bir süre içinde ‘ikinci Erdoğan’ olarak yaftalanma, ya da Meclisi yönlendiremediği için ülkeyi erken seçime götürme ikilemiyle karşı karşıya kalabilir…
Sonuç olarak İmamoğlu’nun Altılı Masa’nın tek adayı olması da ikinci bir aday olarak çıkıp Kılıçdaroğlu’nu yenmesi de zor. Ancak Kılıçdaroğlu’nu ilk turda geçerek nihayette cumhurbaşkanı olduğu takdirde, siyasi kariyerinin daha da büyük yara alması, sona ermesi, ya da devletin ehlileştirme kapasitesine teslim olarak sıradan bir siyasetçiye dönüşmesi ciddi bir olasılık. Öte yandan hemen her durumda CHP ile ilişkisinin kopacağı, popülist bir figür olarak görülmeye başlanacağı da açık. Bu durumda 2024 belediye başkanlığı seçimini kazanma ihtimali de belirgin şekilde azalacaktır.
Akşener’in İmamoğlu’na gösterdiği insani ilgi ve destek övgüye değer bulunabilir. Ama söz konusu ‘sahiplenme’ İmamoğlu’nun (henüz yolun başında olduğu) siyasi kariyeri açısından ciddi bir tuzağa dönüşme potansiyeli taşıyor. İmamoğlu’nu sırf iktidar tarafından (bilerek) mağdur edilmesinden hareketle Türkiye’deki ‘liberal soslu’ devletçi muhafazakârlığın kuşatması altına almak, ülkenin geleceğinde muhtemel reform bayrağını taşıyabilecek az sayıdaki kişiden birini siyaseten kadük etmek anlamına gelebilir.
İmamoğlu dışında hiçbir adayın yenilgisi kişisel kariyer açısından o denli kalıcı etki bırakmayacaktır. İmamoğlu’nu kazanma ihtimali çok düşük, sonrasında başarılı olma ihtimali daha da düşük bir maceraya sürüklemek isteyen, onu bu yönde teşvik edenlerin arasında muhakkak ki iyi niyetli olanlar da var… Ancak ortalıkta siyasileşmiş (profesyonelleşmiş?) bir faaliyet de seziliyor. Bu kişilerin kısa vadeli bir fırsatçılık içinde olduklarını, İmamoğlu üzerinden kişisel nüfuz tasavvurlarının peşinden gittiklerini düşünüyorum. Öte yandan bu tutumu sürdürenlerin memleketteki yerleşik ‘aydın’ yüzeyselliğini ve siyasi cehaletini fazlasıyla temsil etmeleri birçok öğretici ipucu taşıyor…
Ayrıca bütün bu gayretkeşliğin ardında etik bir mesele de var. Siyasette herkes aday olabilir… Kimse başkasına ‘aday olma’ deme hakkına sahip değil. Ama kendiniz aday çıkarmazken (siyasi sorumluluk almazken) başkasının hangi adayı çıkarması gerektiğini söylemek ne kadar ahlaki? Hem ‘Altılı Masa diye bir şey yok’ demeye getirmek, hem de Altılı Masa’nın adayını belirleme hakkını kendinde görmek nasıl bir çiğlik?
Söz konusu çığırtkanları bir yana bırakıp İmamoğlu’na dönersek, (bu koşullar altında) adaylığa itilmesi, şu anki iktidarın Yeni İttihatçı, ‘millici’ ortaklarına siyasi avantaj yaratma yanında, kendisinin de siyaseten ‘harcanması’ ile sonuçlanabilir. Siyasette uzun süre kalabilmek ve olumlu etki yaratabilmek (birçok başka haslet yanında) serinkanlılık ve sağduyu gerektiriyor…