İklim aktivistlerinin yaptığı eylemlerin şöyle başlıkları var:
Bir, iklim krizi başlığı var. İki, sonuçta aktivistlerin hedef aldıkları şeyler sanat eseri olduğu için bir sanat başlığı var. Üç, bu aktivistlerin aktivasyonları var ve dört bunlara gösterilen senin de sözünü ettiğin o sosyal medyadaki nefret dolu reaksiyonlar var. İklim meselesi hakkında söyleyeceğimi birkaç cümleyle özetleyeyim:
Daha önce çok konuştum. Bundan sonra daha da çok konuşmak zorunda kalacağız ama özetleyeyim: Mevzunun şu an bence cazip tarafı orası değil. Bir iklim krizi içinde yaşıyor olduğumuzu veya daha büyük bir iklim krizine doğru yol alıyor olduğumuzu düşünüyorum. Ama bunun bizim eserimiz olduğuna inanmıyorum. Daha mühimi bir takım korumacı tedbirlerle, daha az karbon salarak ve veya başka yöntemlerle bu iklim krizinin ertelenebileceği veya çözülebileceği gibi yaklaşımları son derece safiyane buluyorum.
Çünkü benim bildiğim tabiat kendisini mütemadiyen yeniden üreten bir şeydir. Yani değişir. Bundaki değişimleri bir tehdit olarak algılamak ancak belirli bir zihinsel koda sahip olmakla yani muhafazakâr bir zihinsel koda sahip olmakla mümkün. Ve bu anlamda dünyanın çok hızlı bir biçimde muhafazakârlaştığını söyleyebiliriz. Veya zaten hep muhafazakâr olduğunu söyleyebiliriz. Son derece muhafazakâr bir tepki yani. Değişimden ürkmenin sonucu bu.
Bir iklim kıyameti hikâyesi yazılıyor. Değişim insanları ürkütüyor ve bu ürküntü de birtakım böyle reaksiyonlara yol açıyor. İklim hakkındaki kanaatim bu.
Şimdi gelelim sanat mevzuuna. Bu çocuklar çok çocuk yaşta yani. Bütün dünya tarihi boyunca bütün aktivist hareketler hep gençlerden çıktı. Benim yaşımdaki bir adamın çıkıp da herhangi bir konuda bir aktivizm yapması beklenmez. Bunlar gençken yapılır ve sonra insanlar yaşlandıkları zaman dünyanın öyle zannettikleri kadar basit olmadığını bir biçimde fark ederler. Ve kendi hayatlarını sürdürmenin dünyayı kurtarmaktan daha zor bir şey olduğunu anlarlar. Dolayısıyla evet, bu olaydaki insanların çok genç olması anlaşılmaz bir şey değil. Hep böyleydi. Fakat yine de burada tuhaf denebilecek bir durum var; on üç, on dört yaşında çocuklar da bu işin içindeler. Bu aktivizm yaşının bu kadar küçülmesi benim açımdan beklenmedik bir şey.
Çocukluk uzuyor. Yani ben gençken on beş yaşındaki bir insan yetişkin bir insan sayılırdı. Şimdi on beş yaş çocuk sayılıyor. Gençlik uzadı ve çocukluk uzadı. Orta yaşlılık uzadı. İşte Dünya Sağlık Örgütü’nün tasnifine uyacak, itibar edecek olursak ben bile orta yaşta sayılıyorum.
Sonuçta böyle bakıldığında aktivizm yaşının küçülmesi çok beklenmedik bir şey. Bunun üzerinde ayrıca kafa yorulması gerektiğini düşünüyorum. Ama şimdi yeri değil. Bunu geçelim.
Bu çocuklar sanat eserlerine saldırıyor. Ve işte bunlara yönelik itiraz da; vay işte bizim saygı duyduğumuz bir şeye nasıl saldırırsınız? Biz sanatseveriz… Böyle geyikler dolanıyor ortada. Ben de ilk Van Gogh’un tablosuna saldırıldığında ‘Ya bir dakika ne oluyoruz, nereden çıktı?’ demiştim. Sonra çocukların bir tanesi son derece serinkanlı bir biçimde ve çok akıllıca durumu açıkladı:
“Bak biz biricik olan ve işte sizin çok değer verdiğiniz bir şeye saldırdık. Ne kadar irkildiniz, ne kadar rahatsızlık duydunuz… Ama dünya da biricik ve siz dünyaya öyle davranıyorsunuz. Ki sonuçta elimizde Van Gogh’un tabloları kalacak ama dünya kalmayacak. Yani içinde yaşanacak bir dünya olmadan tablolarınız kalacak. Bu da çok mantıklı değil. Bunu düşünmenizi istiyoruz.”
Bence son derece akıllıca bir açıklamaydı. Tespitim şu: İklim krizinin bu çocukların önerdikleri yollarla, bu çocuklara öğretilen yollarla engellenebileceğini, ertelenebileceğini düşünmüyorum. Dolayısıyla onların kanaatlerini paylaşmıyorum. Ama onların eylemlerine saygı duyuyorum. Olamaz bir şey gibi görünüyor bugünün dünyasında ve Türkiye’sinde ama bu olabilir bir şey yani. Çünkü benim referansım insan. Benim referansım Van Gogh değil, benim referansım sanat değil, benim referansım din değil, benim referansım milliyetçilik değil, iklim değil.
Sonuçta tabiat durmadan değişir dedik. Değiştiği için büyüleyicidir benim açımdan. Durmadan değişip kendisini yeniden yarattığı için. Hiçbir durumu bir defa daha tekrar etmediği için çok büyüleyici bir şey. Tabiata o yüzden çok muazzam bir aşk ve şevk duyuyorum, saygı duyuyorum. Onu sabitlemeye kalkmak, onu korumaya kalkmak, bana cinnet gibi görünüyor. İnsan için de aynı şeyi düşünüyorum: İnsanın en büyüleyici yanı içinde sayısız olabilirliği barındırıyor olmasıdır ve kimin ne olacağını bilemeyiz. Bu yüzden her insan aslında kendisinin yaptığı bir sanat eseridir. Ve bütün sanat eserlerinden daha kıymetlidir her bir insan. Hiçbirimiz aslında çok iyi sanatçılar olmayabiliriz ve kendimizi çok iyi gerçekleştiremeyebiliriz ama her insanda kendisini bir sanat eseri olarak daha iyi yapma motivasyonu olduğunu düşünüyorum ve bunu çok kıymetli buluyorum. Dolayısıyla benim açımdan bariz bir biçimde insanla herhangi bir sanat eseri arasında bir tercih yapılması gerekiyor ise insan tercih edilir. Bu insan referansıyla baktığım zaman sanat eserleri son derece durağan, sabit. Yani mukayese kabul etmez bir insanla, değer itibariyle mukayese kabul etmez. Bu, sanatı küçümsediğim manasına gelmez. Veya işte sanat eserlerini tahrip edelim madem diyor değilim ama insanlık tarihi boyunca öyle biricik olan birçok sanat eseri tahrip olmuş.
Bu anlamda insanların sanat eserleriyle kurdukları ilişkileri anlayabildiğimi iddia edemem. Bugün sanat eserleriyle kurulan ilişkilerin önemli bir bölümü -tamamı değil- önemli bir bölümü aslında birileri bak bu sanat eseri çok kıymetli, diğerlerinden çok farklı dediği için anlam taşıyor. O sanatseverlik, sosyal sınıf tercih etmeyi ima ediyor.
Sanat, iklim krizi vesaire sonuçta bu fonksiyonu üstleniyor. Ben senden üstünüm, bak ben dünyayı senin düşünmediğin kadar çok düşünüyorum. Ben senden üstünüm, şimdi benim üstünlüğümü sen de kabul et, filanca konserde kendimden geçiyorum. Sende böyle bir şey yok. Sen işte orada Orhan Gencebay dinliyorsun. Filan. Anlatabiliyor muyum derdimi? Evet. Şimdi ama bu çocukların yaptıkları, kendilerinin de aslında bir sosyete olmalarına yol açıyor ve başkalarını böyle aşağılamalarına yol açıyor. Benim gördüğüm yani, iklim krizindeki hassasiyet üzerinden başkalarını aşağılamak.
Bir başkasını aşağılamak için meşru zeminler bulmamız gerekiyor ve durmadan yenilerini üretip duruyoruz bunların. Sanat bunlardan bir tanesi. İklim krizi bunlardan bir tanesi ve bu çerçeve içinde de debelenip duruyoruz. Buradan çıkacak insanlık.
Sonuçta başkasını aşağılamadan bir şeylerden haz duymak, başkalarını aşağılamadan bir şeyler için hassasiyet göstermek mümkün. Ve bunun yollarını bulacak diye düşünüyorum. Ama şimdi içinde yaşadığımız, içinde debeleniyor olduğumuz hadise böyle bir şey.