Ana SayfaAli Bayramoğlu'yla Bugünler“Erdoğan, Atatürk ve II. Abdülhamit'ten çok Talat Paşa'ya benziyor”

“Erdoğan, Atatürk ve II. Abdülhamit’ten çok Talat Paşa’ya benziyor”

“Tayyip Erdoğan kendi politikalarını yeni Türkiye etrafında anlamlandırsa da o da kadim geleneğe geri dönmüştür. Ulus devletin ve Türkiye'nin bütünlüğünün diğer güç ve kimlikler karşısında korunmasını temel mesele yapan politikaları benimsemiştir. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan'ın benzetilmesi gereken adam Mustafa Kemal değil Talat Paşa'dır.”

Programın tamamını izlemek için:

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, zaman zaman üç tarihi isimle karşılaştırılıyor veya onlara benzetiliyor. Bunlardan biri II. Abdülhamit, biri Mustafa Kemal ve biri de Talat Paşa. 20 yıllık iktidarına baktığınızda siz Erdoğan’ı bu üç tarihi kişilikten hangisine daha çok benzetiyorsunuz?

İki nokta ile başlayalım, madem böyle bir karşılaştırma soruyorsun. Bir kere bu üç ismin de; Sultan Abdülhamit, Mustafa Kemal Paşa ve Talat Paşa’nın benzer tarafları var. Bu benzer taraflar iki özellikle öne çıkıyor. Biri kuvvetli bir otoriter nizam üstüne kurulu bir siyasi anlayışları olması. Her ne kadar Mustafa Kemal’in modernizm anlayışı, tahayyül ettiği ilkeler, daha demokratik ve çağdaş olana yakın dursa da kullandığı yöntem, usul özellikle 1924’ten itibaren ölümüne kadar, yani tek parti dönemine kadar oldukça sert bir otoriterizme işaret eder. Abdülhamit’in istibdatı malum. Talat Paşa da özellikle Balkan Savaşları’ndan sonra gerek Rum tehciri, gerek Ermeni tehciri, hatta soykırımıyla ölümcül bir otoriterlik sunar. Bu otoriter politikalar her üçünde de aslında milli birliği sağlamak veya bütünlüğü sağlamak ya da ulusu yaratmak amacıyla yapılmıştır ya da öyle iddia edilmiştir.

Diğer taraftan bu üç isim de bugün ulusalcı, milliyetçi çevreler tarafından resmi tarih bakımından başarıyla iç içe geçmiş isimler olarak tanımlanırlar. Tayyip Erdoğan da aslında bu paketin içine giren biri; otoriter yönetimiyle -özellikle son on yılda öne çıkan-, anayasanın gelmesi, gelme biçimi ve yine milliyetçi, ulusalcı çevreler tarafından ‘başarılı’ tanımlanmasıyla bu paketin içine giriyor.

Nitekim; Serbestiyet’te Etyen Mahçupyan’ın başlattığı bir tartışma var. Daha doğrusu Mahçupyan’ın bir tezi var. 2016 sonrasında kurulan yeni rejime ‘Yeni İttihatçılık’ adını veriyor. Alper Görmüş de gördüğüm kadarıyla bu teze çeşitli yazılarıyla katılıyor.

Ben kendi hattımda kalayım. Abdülhamit’le ilgili bir kere kimi tarihçiler Abdülhamit paradoksu diye bir tabir kullanırlar. Abdülhamit paradoksu nedir? Bir tarafta son derece sert vuran, öldüren, imha eden bir padişah söz konusu. 1894-1896 Ermeni olaylarından başlayıp sürgünlere ve istibdata kadar giden politikalarıyla sert bir padişah. Fakat buna karşılık bugün sağ çevrelerin gördüğü, kabul ettiği, benimsediği gibi Abdülhamit o dönemde Osmanlı’nın bütünlüğünü politikalarıyla korumayı becerebilmiş, içerideki tedirginlikleri, isyanları, baskıyla da olsa kontrol altında tutan, modernleşme istikametinde adımlar atmış bir padişah. Paradoks denilen şey de temel olarak bu. Hem bir devlet adamı olarak ‘başarılı’, hem aynı zamanda bunun inanılmaz sert, ölümcül yöntemlerle birlikte gitmesi. Tayyip Erdoğan’da buna benzer özellikler var mı? Hiç şüphe yok. Abdülhamit paradoksuyla Erdoğan paradoksu biraz birbirine benziyor. Erdoğan hem Türkiye’yi son yıllarda uluslararası platformda görmediği oranda bir güç olarak yukarıya doğru çeken bir kişi olarak hem ülkeyi demokrasiden her geçen gün uzaklaştıran, şahsi bir yönetime mahkûm eden bir kişi olarak öne çıkıyor. Dolayısıyla paradoks açısından Abdülhamit’e benzer.

Mustafa Kemal açısından şu söylenebilir: Mustafa Kemal, laik çevrelerin büyük modern mimarı, laik cumhuriyetin kurucusu. Bu cumhuriyette laik, Türk kimi kültürel kesimler meşrudur. İslamcılar, Kürtler ise dışlanırlar ve dışarıda bırakılırlar. Bu otoriter bir cumhuriyettir. Tayyip Erdoğan’ın bu laik cumhuriyeti bir tür muhafazakâr cumhuriyete dönüştüren yöntemi ve son dönem kimlik politikaları tersten de olsa Mustafa Kemal’i andırır. Bu açıdan ben Erdoğan’ı İslami veya muhafazakâr kesimin Mustafa Kemal’i gibi tanımlarım, bu şekilde de algılandığını düşünürüm. Dolayısıyla bu anlamda, bir projenin yenilenmesi anlamında da bir Mustafa Kemal tarzı ve yöntemi var. Diğer taraftan baktığımız zaman Mustafa Kemal’in otoriter tarzı, şahsileşmiş yönetimi tabii Tayyip Erdoğan’da da ortaya çıkıyor.

Ama bu üç isim içerisinde bence en büyük benzerliği Talat Paşa’yladır Erdoğan’ın. Talat Paşa’yla olan benzerlik şu açıdan çok daha politik ve çarpıcı: Talat Paşa’nın iki tane büyük görüntüsü, dönemi var. Birincisi Balkan Savaşları öncesi görüntüdür. Balkan Savaşları’nın sonuna kadar Talat paşa daha Osmanlı fikrine yakın farklı eğilimlerin, farklı etnisitelerin, farklı grupların diyaloğuyla meşruti bir rejim kurmak ve bu istikamette ilerlemek üzere yol alan bir devlet adamı olarak karşımıza çıkar. Bu tabirleri tabii formalize etmemek lazım, ama Talat Paşa’nın birinci dönem politikası aynı Tayyip Erdoğan’ın birinci döneminde olduğu gibi farklılıklar arasında bağ kuran, en azından farklılıklar arasındaki bağı kendi tahayyülüne, kendi beklentilerine yontsa da onları meşrulaştıran bir politika olarak tanımlanabilir. Malum Tayyip Erdoğan’ın 2011-2014’e kadar izlediği politika bu anlamda farklılıklar arasında bir denge, bir eşitlik, bir alışveriş politikasıydı. Toplumsal sözleşmeyi bu anlamda yenileme hedefi ön planda duruyordu. Talat Paşa için de aynı şey söylenebilir, dağılmakta olan, zorlanan, savaşlarla karşı karşıya olan bir imparatorluğun içindeki Ermeni, Rum, Türk, Müslüman unsurların bir mobilizasyon etrafında yeni bir toplumsal ruh oluşturmasının peşinden gitmek. Buna karşılık Talat Paşa özellikle Balkan Savaşları sonrası bugünün tabiriyle paradigmatik bir değişim geçirir. Tehlike fikrine endekslenen ve içerideki kendisine benzemeyen ötekileri tehdit gören, tasfiyesine yönelen, sertleşen bir profil görmeye başlarız. Bu, Balkan Savaşları’ndan sonra Ege Bölgesi’ndeki Rumların gönderilmesiyle başlar. Ege Bölgesi’nin, Trakya bölgesinin tek tür, Müslümanlardan oluşan bir toplumsal dokuya doğru ilerlemesi ana politikalardan birisi olmuştur. Daha sonra 1915’te de bunun bu istikamette çok vahim bir politikayla devam ettiğini biliriz.

Hans Kieser, Talat Paşa adlı bir kitap yayımladı İletişim Yayınları’ndan. Temel tezi budur. Der ki; sert, katı, tek milletli ulus devletin kurucusu Mustafa Kemal değil, Talat Paşa’dır. Bütün Rumların, Ermenilerin bu topraklardan uzaklaştırılması ve bu toprakların Türklere mal edilmesi, Türklerin hâkimiyetinin tesis edilmesi ve bu çerçevede bir ulus devlet kurulmasıyla yapmıştır bunu. Bu açıdan baktığımız zaman Tayyip Erdoğan’la hakikaten büyük bir benzerlik olduğunu düşünüyorum. Tayyip Erdoğan da özellikle 2015-2016’dan sonra yani Kürt çözüm süreci bittikten ve Fethullah Gülen ayaklanması başladıktan sonra aynı Balkan Savaşları’nın etkisi gibi bir etkiyle bambaşka bir yere doğru evrilip temel paradigmasını inanılmaz karşı kutba taşımıştır. Tabii burada önemli bir husus daha var. O husus da şu; bir dönem Talat Paşa’nın siyasetinin, İttihat Terakki’nin devletle, devlet güçleriyle bütünleşmesi gibi, bizde de 2016 sonrası rejiminde Erdoğan’ın, muhafazakârların devletle, devlet güçleriyle bu anlamda bir bütünleşmesini görüyoruz.

Tayyip Erdoğan kendi politikalarını yeni Türkiye etrafında anlamlandırsa da o da kadim geleneğe geri dönmüştür. Ulus devletin ve Türkiye’nin bütünlüğünün diğer güç ve kimlikler karşısında korunmasını temel mesele yapan politikaları benimsemiştir. Dolayısıyla senin soruna cevabım Tayyip Erdoğan’ın benzetilmesi gereken adam Mustafa Kemal değil Talat Paşa’dır. Ve Türkiye’nin son dönem politikaları da bu çerçevede İttihat Terakki’nin politikalarını oldukça andırmaktadır.

- Advertisment -