Millet İttifakı mutabakat metnini yayınladı, malumunuz. Bir ihtimal şurasına, burasına baktınız. Daha büyük bir ihtimal, şurasına, burasına bakmış olanların metin hakkındaki değerlendirmelerini okudunuz, dinlediniz.
Metinde Kürt yok, İstanbul Sözleşmesi yok. Başka birçok şey daha yok. E, olmayacağını, olamayacağını az çok biliyorduk. Adı üstünde “mutabakat” metni, altı öznenin biri itiraz ederse mevzu dışarıda kalıyor. Buna mukabil, olması hiç gerekmeyen bir takım şeyler var, Atatürk Havalimanın yeniden açılması gibi. Millet İttifakı denen şeyin nasıl bir özne olduğuna dair zaten az çok fikrimiz vardı, o fikir tescillenmiş oldu bir nevi. Laiklik lafı edemeyen ama TSK’nın eski statüsüne hasret duyan bir özneyle muhatabız.
Dediğim gibi, biliyorduk zaten, sürpriz olmadı. Ve mevcut iktidarın önümüze koyduğu menü ile kıyaslandığında ne olsa razı olunan bir ortamda, metnin muhtevasını değerlendirmeye kalkmak da çok manalı görünmüyor. Esasen şahit olduğumuz şey de, süreç boyunca hayal kırıklığına uğramış, ümitsizliğe düşmüş geniş bir kesimin, “oh be, bu mâniayı da aştık, artık adayı da açıklarlar herhalde” hayaliyle, metne övgüler düzüp durmasından ibaret.
Muhalefet sürecinin böyle bir konkurhipik mantığına sıkıştırılmasının mantığını kimsenin anladığını zannetmiyorum. Kendi önüne mâniaları dizenlerin bile anlamadığını düşünüyorum. Şartlar öyle gerektirdi, adayı belirleyemeyecek olanlar, “aday da aday” diyenleri püskürtebilmek için böyle bir Con Ahmet projesi icat ettiler. Her mâniayı atladıklarında yeni bir mânia koyarak yaptılar bunu, manejin haritası baştan belirlenmiş değildi. Öte yandan benim açımdan adayın behemehâl açıklanması beklentileri sadece saçma değil, aynı zamanda imkânsız bir talep olduğu için gereksizdi de…
Neyse, hep birlikte derin bir “oh” çektik. “Hep birlikte” diyorum, sadece muhalif kanadı kastetmiyorum. Mevcut —ve her yeri dökülen— iktidar ve onu her ne pahasına korumakta ısrarlı olan kesimler de zannımca bir “oh” çekmişlerdir. Ben bu yazıyı yazarken iktidar adına henüz kimse bir laf etmiş değildi ama metin, (a) mevcut iktidar açısından tehdit edici görünmüyor, aksine Erdoğan’a tepe tepe kullanabileceği çok sayıda malzeme sunuyor, (b) muhalif ittifakın unsurları arasına kama sokmaya çok müsait olan alanları itiraf ediyor. Dolayısıyla sadece muhalif kanadı değil, iktidar kanadını da rahatlatan bir iş oldu. İyidir, çoktandır hep birlikte mutlu olamıyorduk.
Derdim başka.
Bu memlekette yaşayan herkesin —ama herkesin— az çok bildiği, şimdiye kadar binlerce vesileyle defalarca öğrenmiş olduğu bir şey var, metinlerin hiçbir manası yok. Adam bir Anayasa değişikliği teklifi getiriyor ve mesela “yürütme ile yasamayı ayırdık, bundan böyle Meclis asli işini yapacak, yasamayla ilgilenecek” diyor. Uygulamada hiç öyle olmuyor, yürütme yasamayı da “yürütüyor”. Yazılanla, söylenenle, pratikte yapılanın alakası yok. “Bir kişi en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir” diye madde koyuyor. Sonra “kilometreyi sıfırladık” diye yine aday olacağını beyan ediyor. Bırakın mutabakat metinlerini, kanunları, Anayasanın bile bir yaptırımı yok memlekette.
Nasıl oluyor da oluyor?
Oluyor, çünkü herhangi bir metin hazırlanırken toplum hazırlık sürecine ortak değil. Dolayısıyla da herhangi bir metne sadakati yok. Kestirmeden söyleyecek olursak, metinlerin “sahibi” yok. Metinleri yazmış olanlar onun ırzına geçmeye teşebbüs ettiğinde “hop, n’oluyoruz” diyecek pek az kişi kalıyor haliyle. Onlar da başkalarının malına da kendi malları kadar hassasiyet sergileyen küçük bir azınlık. “Eğer hırsızlık normalleşirse, kimse kendisini güvende hissetmezse, biz bir toplum olamayız” diye kaygı duyanlar.
İyi de, biz zaten bir toplum olamadık. Sayısız sebebinden birisi, belki de birincisi, işbu metinlerin bizim dâhil olmadığımız süreçlerde, kerameti kendisinden menkul birileri tarafından hazırlanıp durmuş olması. Dikkatinizi çekmiş olmalı, bahse konu olan mutabakat metni bilhassa hepimizden kaçırıldı. CHP’li bir milletvekilinin bile sizden, benden daha çok erişimi olmamasına özel ihtimam gösterildi. Dar bir zümrenin iyice daraltılmış bir kesimine ihale edildi süreç. Ve bu metot, marifet gibi de sunuldu.
Benim açımdan, metot her daim niyetten daha belirleyicidir. İşbu metnin hazırlanma metodu da, muhtevasından çok daha tayin edici. Tayin ettiği şey ne? Birincisi, “siz şu Erdoğan’ı devirme mevzuuna bulaşmaya kalkmayın, onu biz yapacağız, siz sandığa gidin kâfidir” diyorlar bize. İkincisi, işbu metnin daha hazırlanıp sunulduğu anda bir kıymeti harbiyesi kalmadı. Çünkü biliyoruz ki yazanları bile bağlamayacak ve onun ırzına geçildiğinde sahiplenecek kimse de yok.
Ama zaten, başlangıçta da dediğim gibi, altı kişi bir araya geldiklerinde “şu safhalardan sonra bir de bir mutabakat metni hazırlayalım” gibi bir mesele yoktu. Böyle bir ihtiyaç da yoktu. Şöyle düşünebiliriz, seçime bir mutabakat metni olmadan gitsek kimse “ama olmaz ki, mutabakat metni bile yok” diye endişelere gark olmayacaktı. O halde niye yapıldı? Zaman geçirmek gerekiyordu, onun kaliteli bir biçimde geçirildiğine dair bir intiba iyi olur diye varsayılmıştı.
Özetle söylemek gerekirse, hanımlar, beyler top çeviriyorlar. Çünkü maçı kazandıklarını varsayıyorlar. Ben de hâlihazırda bir gol farkla önde olduklarını zannediyorum. Ama böyle manasız top çevirmeler sırasında ani bir baskıyla topu kaybederler de bir gol yerlerse… Şaşırmam.