Doğal afetler -bilhassa tesir ettiği alanın genişliği ve yarattığı tahribatın büyüklüğü nedeniyle büyük depremler- ve sonrasında yaşananlar, toplumsal ve siyasal hayatın üzerinde iki taraflı bir etkide bulunurlar.
Bir tarafta, büyük bir dayanışma ve yardımlaşma duygusunun harekete geçtiği görülür. Deprem sınır ve kimlik tanımaz; onun yarattığı yıkım herkesi yaralar. Ülke içinden ve ülke dışından vicdan sahibi herkes deprem bölgesine akın eder; elindekini avucundakini depremzedelerin hizmetine sunar. Belki bir süreliğine yaşanır ama fiziki fay hatlarının yüzeye vuran sertliği, sosyal fay hatlarının yumuşamasını sağlar.
Lakin diğer tarafta durum farklıdır; orada milliyetçiliğin ve yabancı düşmanlığının sivriltilmesine tanık olunur. Deprem, büyüklüğü nispetinde çok yönlü çökmelere sebep olur. Koşulların ağırlaşmasıyla birlikte komplo tacirlerinin ve bir grubu günah keçisi kılma gayretinde olanların üzerinde siyaset yaptıkları zemini güçlendirir.
İnsanlık ortak paydası
Türkiye, 6 Şubat depremlerinden sonra bu iki hali de yaşadı.
Madalyonun bir tarafında insanın içini ısıtan görüntüler vardı. İlk sarsıntılardan itibaren bütün Türkiye, deprem bölgesine koştu. Her yerden, her yaştan, her sınıftan ve her kesimden insanlar hiçbir farklılık gözetmeksizin ulaşabildiklerine ellerini uzattılar. Güçlerinin yettiği oranda memleketi yakan bu ateşin üzerine su döktüler.
Keza dünya da Türkiye’yi yalnız bırakmadı, yası beraber tuttu. Maçlardan sanat etkinliklerine kadar bütün büyük çaplı organizasyonlarda kurbanlar anıldı. Öyle dostlar alışverişte görsün kabilinden değil samimiyetle ve içtenlikle yapıldı bu anmalar. Spor ve sanat camiasından ünlü isimler hem derin acıyı paylaştılar hem de yardım faaliyetlerine katkıda bulundular.
Yerkürenin her yerinden arama-kurtarma ekipleri soluğu depremin vurduğu şehirlerde aldı. Gecelerini gündüzlerine kattılar, canla başla çalıştılar. Kimi enkazın altında duyduğu bir sesi hayata bağlamak için varını yoğun ortaya koydu. Kimi bir yaralıya şifa olmak, hasta bir yavrunun elini tutmak için kendini paraladı. Kimi de hayatta kalanların acil ihtiyaçlarını karşılamak için koşturdu.
Dilin, dinin, mezhebin, etnisitenin paranteze alındığı ve “insanlık” ortak paydasının öne çıktığı bu anlarda, gerek ülke içi ve gerek ülke dışı tansiyon düştü. İlişkiler yumuşadı, ideolojiler arka planlara düştü, sıkılı yumruklar tokalaşan ellere dönüştü. Daha kısa bir süre öncesine kadar birbirlerini tehdit edenler, enkazı kaldırmak için birbirlerine omuz verir oldu. Yıllardır açılmayan kapılar açıldı. Adının anılmasından bile imtina edinenlerin uzattığı dost eli, sıcakkanlılıkla sıkıldı.
Hülasa kötü ezberler bir kez daha bozuldu; “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” lafının içinin ne denli boş olduğu görüldü. Mutlak Batı karşıtlığının ipe sapa gelmezliği, gün gibi ortaya çıktı.
Herkes bize düşman değildi ve ellerini ovuşturarak yıkılmamızı bekleyen bir dünya yoktu!
Komplo teorileri ve nefret söylemi
Ancak madalyonun diğer tarafında ise insanın içini ürperten hadiseler vardı. Evet, dünyanın dört bir yanından insanların yardım için çırpındığı bir ortam, tabii olarak, herkesin bize düşman olduğu mitini yıktı. Düşman olan böyle davranmazdı çünkü! Fakat buna rağmen bazıları yine de yabancıyı düşman olarak göstermek için elinden geleni ardına koymadı. Yabancı düşmanlığının kazanı iki şekilde kaynatıldı:
İlki, komplo teorilerine hız verilmesiydi. Akla hayale sığmaz hikâyeler anlatıldı bu çerçevede. Mesela, depremin Türkiye’nin büyümesini ve gelişmesini istemeyen dış güçlerce tetiklendiği söylendi. Deprem ile Türkiye’ye gelmekte olan bir ABD savaş gemisi arasında bağlantı kuruldu. Her ne kadar ömrünü yer hareketlerini anlamaya vakfetmiş bilim ehli bunları “deli saçması” olarak nitelese de, isimlerinin önünde envaı çeşit unvan bulunan uzmanlar (!) çeşitli mecralarda son derece ciddi bir poz takınarak bu teorileri (!) savunmaya devam etti.
İkincisi, ülkedeki yabancıların hedef haline getirilmesiydi. Aslında “yabancılar” derken mültecileri ve sığınmacıları, onlardan da Suriyelileri kastediyoruz. Bazı odaklar için Suriyeliler bir nefret objesi olduğundan, onlar her musibeti bir şekilde Suriyelilerle irtibatlandırıyor. Nitekim depremin hemen ertesinden başlamak üzere Suriyelileri suçlayan çok sayıda haber medyada yer aldı, bilhassa da sosyal medyada.
Neler söylenmedi ki bu bağlamda! Nerdeyse bütün Suriyeliler yağmacıydı. Suriyeliler silahlanmış, çeteler halinde gezmeye, yol kesmeye, ev basmaya başlamışlardı. İnsanların mallarına el koymuşlar, onları yerlerinden yurtlarından kaçırtmışlardı. Yardım kolilerini kendilerine saklamışlar, ihtiyaç sahiplerini aç biilaç bırakmışlardı…
Surda gedik açtırmamak
Bu ve benzeri iddialar, bazı televizyon muhabirleri ve program yapımcıları tarafından da, aslı astarı araştırılmadan kanıtlanmış gerçeklermiş gibi dile getirildi. Öyle ki başta yağma olmak üzere deprem bölgesindeki güvenlik sorunları, OHAL’in meşrulaştırılmasında başvurulan temel argümanlardan biri oldu. Ayrıca buna, depremzedelerin terk ettikleri yerlere mültecilerin yerleşecekleri ve bunun da bölgedeki demografik yapıyı Türklerin aleyhine değiştireceği eklendi, kadim korkular pompalandı.
Türkiye’de zaten göz ardı edilemeyecek bir Suriyeli karşıtlığı var. Tek sermayesi Suriyelilere düşmanlık ve tek vaadi de Suriyelileri kovmak olan siyasetçiler ortalıkta dolanıyor. Yalan yanlış haberlerle halkı Suriyelilerle karşı kaşıya getirmek istiyorlar. Uzun zamandır tek yaptıkları bu.
Kazanda kaynattıkları nefreti Suriyelilerin üzerine boca etmekten başka bir derdi olmayan bu siyasetçilere karşı her daim tetikte olmak, bir insanlık vazifesi. Yapılacak çok şey var bu meyanda. İkisi özellikle önemli:
İlki, toplumda depremden ötürü oluşan kızgınlığı ve öfkeyi Suriyelilerin üzerine sürmeyi amaçlayan bütün eylem ve söylemlere karşı her daim sağduyulu davranmak. İkincisi de Suriyelilere veya başka bir kimliğe yönelen bir nefret söyleminin karşısına tahkim edilmiş bir hak söylemiyle çıkmak; ayrımcı söylemin sınırlarına hapsolmadan, kararlılığı elden bırakmadan ve asla alttan almadan.
Depremin şerrinden bir hayır çıkması, bir başka ifadeyle depremin ayrıştırıcı değil birleştirici bir işlev görmesi için hukukun surunda gedik açılmasına müsaade edilmemeli. Ayrımcılığı, şiddeti ve başka her türlü hukuksuzluğu yasaklayan kurallar kırılgan gruplara gelince esnetilmemeli. Onları koruyan hukukun herkes için en sağlam güvence olduğu göz ardı edilmemeli. Aksi takdirde, o kazandan taşan nefret hepimizi yakar.