(Başlamadan önce temennimi belirteyim: Hükümet istifa!)
Birkaç sanatçı bir araya gelip, anladığım kadarıyla deprem sonrasındaki ruh durumlarını yansıtmak amacıyla Serdari’nin “Nesini Söyleyim Canım Efendim”ini seslendirmişler. “Serdari halimiz böyle n’olacak / Mamurlar yıkılıp viran olacak / Kısa çöp uzundan hakkın alacak / Akıbet alınır öcümüz bizim.”
Ölülerimizin kefensiz kaldığı günlerde çok geniş kesimlerin haletiruhiyesine bu kadar denk gelebilir… De… Bir mesele var, şu öç almak meselesi. Üzerine kafa yorarken, biraz eskiye gittim. Vara vara bugünün tarihini, 28 Şubat’ı diğer günlerden farklılaştıran hadiseye vardım. Tevafuk işte.
96’nın Kasım başında Susurluk’ta bir tuhaf kaza oldu. Bir siyah Mercedes bir kamyonun altına girdi ve içinden devlet çıktı. Ankara’da, o vakitler pek az sayıda olan kamuoyu araştırma şirketlerinin birinde araştırma desenliyor, yürütüyor ve raporluyordum. Görmüştük ki, Erbakan’a, Çiller’e, Yılmaz’a, Ecevit’e veya diğerlerine oy verirken farklı tercihler yapmış olanların hemen hepsi, aklı çok olanların fütursuzca kullandıkları tabirlerle muhafazakârı, liberali, solcusu, ulusalcısı, Mercedes hurdasından çıkan pis kokulardan fena halde rahatsız olmuştu.
Gerçi Mercedes hurdasında ortaya çıkan gerçeklik —Serdari’nin de işaret ettiği gibi— geniş kesimler için sürpriz değildi. “Arzuhal eylese deftere sığmayacak” olanlar zaten biliyordu devlet denen şeyin nasıl işlediğini. Ancak bu defa, “o kadar da değildir canım, zaten işler çığırından çıkarsa ordumuz meseleye el koyar” diyegelenler de —yani şehir ahalisi— tencere tava tıkırdatmaya başlamıştı. Bir açıdan bakacak olursak, ahali, neredeyse yekpare bir biçimde Mercedes enkazının başında toplaşmış, “ne lazımsa yapın, bedeli neyse ödeyelim ama devleti temiz olanla değiştirin” diye ayak diriyordu. Kendisine siyaset muamelesi yapageldiğimiz suç örgütü, mevzuu savsaklamak için bildiği bütün manevraları yapsa da, pek netice alabiliyormuş gibi görünmüyordu.
Derken 28 Şubatçılar geldiler. Omuzlarındaki nişanlar kadar akılları, akılları kadar haysiyetleri, haysiyetleri kadar da vatan sevgileri olmayan subaylar, Mercedes enkazının etrafında bekleşip duranlara, alakasız bir görev emri çıkardılar. Şehir ahalisi bu görev emrine riayet ettiler, yan yana durdukları insanları bırakıp koşa koşa, başörtülü dövmeye gittiler. Bir mevzii bırakıp, başka bir mevzie koştular yani.
O “birileri”, bugün Serdari’nin mısralarıyla inleyen ve yirmi yılın öcünü almadan huzura ermeyecek olanlardı çoğunlukla.
Devam etmeden işaret edeyim, Susurluk’ta kamyonun altında kalmış olan ve kendilerinden hesap sorulmasından fena halde korkan sadece subaylar değildi. O subaylar, kendilerine devlet diyen ve kendilerine devlet denen bir öznenin zinde kuvvetlerinden ibaretti. Ve görüldü ki TSK içinde “ne yapıyorsunuz yahu siz, memleketin meselesi bu mu şimdi” diyecek bir tek haysiyetli özne yoktu.
Dili dönenler, 28 Şubat’ta işlenen günahların geniş yığınlarda “kısa çöp uzun çöpten hakkını alacak” duygusunu beslediğini söylediler. Kibirli generaller, kibirli yargıçlar, “onlar kim oluyormuş, bire kadar kırarız” edasıyla, küstahlaştıkça küstahlaştılar.
Sonra? Akıbet.
İşaret etmeye çalıştım, şehir ahalisi ile diğerleri arasından geçen bir fay hattı zaten vardı. Doksanlara gelene kadar fayda yeterince enerji zaten birikmişti. Depremin eli kulağındaydı. Belki de o depremin yol açacağı yıkımı gören birileri sokmuştu o Mercedes’i o yolcu mevcuduyla o kamyonun altına. Eğer öyle bir özne var idiyse, itiraf etmek gerekiyor ki akıllıca bir iş yapmış, netice de almıştı. Uzun bir aradan sonra memleketin iki yakası bir araya gelir gibi olmuştu.
Demirel’in parmakladığı generaller, şehir ahalisine “sizin orada ne işiniz var, siz bizim makbul evlatlarımızsınız, derhal ayrılın o biçimsiz yığınlardan” dediler ve iki yakayı birbirinden ayırdılar. Mercedes’in altında afişe olan tiksindirici düzeni de muhafaza etmiş oldular.
Sonrası malumunuz, Mercedes enkazının başında sap gibi bırakılmış, vasıfsız generallerin keyfine terk edilmiş olanlar “öçlerini aldılar.” Dili dönenler bu defa mührü ele geçirenlere “bu işi bir öç alma meselesi haline getirmeyin, suhuletle yeni bir düzen tesis edin” diye dil döktüler. Ama generallerin yanında hizalanmış olanlar, sandıkta yaşadıkları yenilginin arızi bir şey olduğu, bir muharebe kaybettikleri ama savaşı önünde sonunda kazanacakları küstahlığıyla… Biliyorsunuz işte… 2007 geldi.
Ahali 2007’de Erdoğan’a, yeni bir düzen kurmak için gerekenden fazla krediyi açtı. O, bildiğiniz gibi, bu krediyi öç almak için mühimmat satın almaya tahsis etti. Sonra 2013 geldi. “Evlerinde zor tutulanlar” filan… Birilerinin öcü alınırken, öteki tarafta alınacak öç birikti. Kısa çöp uzun çöpten hakkını almakla kifayet etmeyip uzun çöpü parça parça etmeye kalkınca… Her şeyi kırıp dökebileceğini fark edip bu kabiliyetinin şehvetinden başı dönünce… Dağlar kadar öç birikti her yerde.
Eğer yapabilirsek bir seçime gidiyoruz. Görünen o ki, öç almaya pek hevesli hale gelmiş olanlar, geçmişte karşı tarafta nasıl bir çaresizlik, nasıl bir öfke biriktirmiş olduklarının hiç de idrakine varmış değiller. Nasıl bir öç alma iştahına sebep olmuş olduklarının… Kendi hesabıma hiç şüphem yok ki, TRT’sinden TÜİK’ine, Diyanetine, RTÜK’üne, Süleyman’ından Fahrettin’ine, bay Erdoğan’ından bay Bahçeli’sine kadar herkese adil bir biçimde, işledikleri suçların hesabı sorulmalı. Ancak gördüğüm o ki, şehrin eski ahalisinin esas derdi bu öznelerle değil, verdikleri reylerle bu biçimsiz düzeni mümkün kılmış kalabalıklarla. Dolayısıyla, içinde herkesin kendisine “kendisi olarak” yer bulabileceği bir yeni bina inşa etmeye teşebbüs edilmeyecek, bir vakitler bizim olan odalardan onları işgal etmiş olanlar defedilmeden huzur bulunmayacak.
Öç alınacak.
Başkalarında öç alma ihtiyacı yaratılarak…
ıuBitirmeden… Hükümet istifa!