Bundan bir ay önce (14 Mart) yazdığım ‘Devlet muhalefetin zaferine çomak sokacak mı?’ başlıklı yazım, uzun bir analizin ardından şöyle bitiyordu…
“İktidarın şu anki partnerlerinin sütre arkasına kayması, yeni hükümet içinde İyi Parti sayesinde bazı kırmızı çizgileri sürdürmekle, Yeni İttihatçı söylemi canlı tutmaya çalışmakla yetinmesi beklenir. Yeni iktidarın halk nezdinde muhtemel prestij kaybını, siyasete yeniden müdahale için uygun koşulların oluşmasını bekleyeceklerdir… Velhasıl şu anki iktidar odaklarının savunmada, yeni iktidarın hücumda olduğu bir dönemin eşiğindeyiz ve prestij dengesi Millet İttifakı’ndan, yeni bir dönemin inşasından yana. O nedenle herkes müsterih olabilir… Ortam sertleşmeyecek. Aksine yumuşayacak, huzurlu bir seçim olacak ve iktidar değişecek.“
Bir ay önce bunun fazlasıyla iyimser bir öngörü olduğu söylenebilirdi ama MHP’nin kendi amblemiyle seçime girme kararı söz konusu beklentinin pek de hayalci olmadığına işaret ediyor.
Tek liste halinde seçime girildiğinde MHP’nin yüzde 6 civarındaki oyu AK Parti’nin yüzde 33-34’ü ile birleşiyor ve muhtemelen her ilde Cumhur birinci parti oluyordu. D’Hondt sisteminde her seçim bölgesinde en büyük partinin açık avantajı var. Öyle ki yaklaşık 90 seçim bölgesinin her birinde bir veya iki milletvekilliğini o bölgenin en büyük partisi ‘fazladan’ kazanabiliyor. Aritmetiksel olarak baktığımızda partiler arasındaki oy farkı ve seçilecek milletvekili sayısı arttıkça en büyük oyu alacak partinin fazladan onlarca milletvekili çıkarmasını mümkün kılan bir sistem bu…
Millet İttifakı’nın İyi Parti’yi dışarda bırakan listesinin ortalama yüzde 30 civarında oya sahip olduğu ve İyi Parti’nin olabildiğince seçim bölgesinde tek başına seçime girme kararı veri alındığında, D’Hondt sistemi Cumhur İttifakı’nın Meclis’te çoğunluk sağlamasını garanti edebiliyordu.
Yeter ki MHP AK Parti listelerinden seçime girmeyi, ya da iki parti farklı seçim bölgelerinde tek liste olarak yarışmayı tercih etsin. Bu durumda cumhurbaşkanlığı kaybedilse bile bir erken seçimin zorlanması mümkün hale gelebilecekti. Üstelik cumhurbaşkanlığını Kılıçdaroğlu’nun kazanma ihtimalinin çok yüksek olduğu saha çalışmalarında görülüyordu… Dolayısıyla MHP’nin kararı yürütme ve yasamayı birlikte Millet İttifakı’na teslim etmeyi kabullenmek anlamına geliyor.
Böylece başlıktaki soruya geliyoruz. Acaba Bahçeli niçin böyle bir tercihte bulundu? AK Parti’ye niçin kazık attı? İlerlemeden tespit üzerinde bir an duralım… Ne de olsa Cumhur İttifakı’nın cumhurbaşkanlığı seçimine ilaveten Meclis çoğunluğunu kaybetmesi, MHP’nin de iktidardan düşmesi, hatta Meclis’e daha az milletvekili sokması anlamına gelecek.
Ne var ki Bahçeli’nin MHP’si ilginç ve tutarlı bir siyasi geçmişten geliyor. Bu parti için önemli olan iki kriter var: Devlete atfedilen ideolojiye (ve menfaatlere) sahip çıkmak ve bürokrasiye olabildiğince hâkim olmak. MHP siyasetçilerin güdümündeki iktidarı ya da Meclis’te sahip olunan ağırlığı, hatta herhangi bir seçimde alınacak oyu fazla önemseyen bir parti değil.
Devlet iradesini bir kenara koyduğunda tabii ki olabildiğince çok milletvekili çıkarmayı ve iktidardan pay almayı ister… Ama devlet iradesi söz konusu olduğunda bunlardan ‘ilkesel olarak’ feragat edebilir. Nitekim geçmişte defalarca etti. Örneğin iktidardayken kendisini iktidardan düşüreceği belli olmasına rağmen seçimi zorladı. Şimdi de benzer şekilde davranıyor olabilir…
Öte yandan bunu bürokrasiye zaten büyük çapta hâkim olduğu, devletin tüm kurumlarında söz sahibi olabildiği bir noktada yapıyor. Diğer deyişle ‘içerden’ pazarlık imkânı fazla ve dolayısıyla seçimi kaybetmenin maliyeti görünenden daha az. Ayrıca devletin ideolojik temsili konusunda halen başat siyasi parti ve o alandaki gücünü kaybetme ihtimali de yok gibi.
Velhasıl MHP’nin ayrı liste ile seçime girmesinin bedelini asıl AK Parti ödeyecek. İktidarı bırakacak, Meclis’te en büyük gruba sahip olsa da belirleyici olamayacak. Bunun sonucunda belki Erdoğan’ın siyasi hayatı da bitecek, parti Meclis grubunda, teşkilatta ve tabanda çözülmeler yaşanacak… Bahçeli’nin AK Parti’yi uçurumun kenarına doğru ittiğini söylemek mümkün gözüküyor.
Sorumuza dönelim: Bahçeli bunu niçin yaptı? MHP’nin resmi cevabı Yeni Refah Partisi (YRP) ve Büyük Birlik Partisi’nin (BBP) kendi logoları ile seçime girecek olması. Bu iki parti AK Parti listelerinden girmeyi kabul etseydi MHP için sorun olmayacaktı denmiş oluyor. Ancak özellikle YRP’nin seçime ayrı girmesi belli ki MHP nezdinde Cumhur İttifakı’nın ideolojik görünümünü zedelemiş ve denge kurulması ihtiyacı duyulmuş. İttifak’ın din yönüne fazla kaymasına karşı milliyetçi hassasiyeti öne çıkaran bir görüntü tercih edilmiş. Öte yandan YRP ve BBP’nin ayrı logo ile seçime girmesi durumunda (onlardan daha büyük olan) MHP’nin ayrı girmemesi zül olarak algılanmış…
MHP’nin öne sürdüğü bu mülahazaların uydurma olduğu söylenemez. Bu konunun konuşulmuş, tartışılmış olması doğal. Ancak MHP Cumhur İttifakı’na bu seçimde katılmış bir parti değil. Ta başından Cumhur İttifakı’nın asli, kurucu öğesi. İttifak’ın gücünü ve çıkarlarını en üst noktaya çıkarmayı hedeflemesi, mesele temsil ettiği ideolojinin iktidarı olduğunda ‘parti hassasiyetine’ fazla ağırlık vermemesi beklenir. Geçmişte defalarca sergilediği üzere…
Seçim pusulasında MHP logosunu görmeyen seçmenin psikolojisinin bozulacağı argümanı da pek gerçekçi değil. MHP seçmeni durumu siyaseten değerlendirmeye yatkın ve devlet bakışını temel alan bir yararcı yaklaşıma sahip. ‘MHP logosu niye yok’ hassasiyeti ile ‘iktidar garantisini’ mukayese ettiğinde duygusal olacağını varsaymak inandırıcı gözükmüyor.
Dolayısıyla MHP’nin resmi açıklamasının en azından ‘doyurucu’ olmadığının altını çizelim. Bu kararın maliyeti o denli yüksek ki, sembolik dengeler ya da kimliksel hassasiyetler nedeniyle söz konusu maliyete katlanıldığına inanmak zor…
Nitekim belki de bu açıklamanın güçsüzlüğü nedeniyle bir destek sebep de öne sürüldü: MHP logosunu görmeyen milliyetçilerin İyi Parti’ye gidebileceği, bunu engellemek için seçime ayrı listeyle girildiği söylendi. Ne var ki iktidar ile muhalefet arasındaki kırılma o denli derin ki, iktidara oy vermeyi düşünen bir MHP’linin, kendi logosunu seçim pusulasında görmediği için muhalefeti desteklemesi herhalde epey eksantrik bir ihtimal. Üstelik o pusulada hangi logoların olup olmayacağı son dakikada karşılaşacağımız bir sürpriz değil. Herkes hangi logoların (ve niçin sadece onların) pusulada olduğunu, bunun siyasi anlamını önceden biliyor.
(Öte yandan iktidara yakın bazı gazeteciler MHP’nin iki ay öncesinden ayrı liste ile girme kararı aldığını öne sürüyor. Yani ortada YRP yokken… Ancak böyle bir karar var idiyse kamuoyu niye duymadı, niçin konuşulmadı? Sanki Bahçeli’nin AK Parti’ye kazık atmadığını, ayrı liste olayının ‘ilkesel’ bir tutum olduğunu kanıtlamak için söyleniyor gibi ve dolayısıyla ‘kazık atma’ ihtimalini güçlendiriyor.)
O halde gerçek sebep ne? MHP niçin ayrı liste ile seçime girmeye karar vererek Meclis’te muhtemel Cumhur İttifakı çoğunluğunu engelledi?
Sorunun cevabı için MHP’nin ‘görünür siyasetin ötesindeki’ bağlantılarını hatırlamak gerekebilir. Bu bağlantılar cumhurbaşkanlığı sisteminin kotarılmasına, yeni bir anayasa teklifinin sunulmasına zemin oluşturmuştu. Muhtemelen Bahçeli’nin iktidarın önüne koyduğu ‘kırmızı çizgiler’ de söz konusu bağlantıların etkisinden azade değildi.
Acaba bu karar da ‘görünür siyasetin ötesindeki’ iktidar ortaklarının telkini ile mi oldu? Neden olacağı radikal farklılık, günlük siyaseti aşan bir mülahazanın etkili olabileceğine işaret ediyor. Dahası, cumhurbaşkanlığı sisteminin gelmesinde ve sonraki iktidar paylaşımında ağırlığı olan devlet kanadının şu an seçimlere ‘tarafsız’ yaklaşması da beklenemez. Herhalde kendi çıkarlarının nerede olduğunu düşünecekler, bu seçimlerin nasıl sonuçlanacağına ilişkin kaygı ve tercihleri olacaktır. Bunların Bahçeli üzerinden hayata geçirilmesi hayatın doğal akışı gibi gözüküyor…
Eğer durum buysa, Bahçeli’nin tam tersi yönde davranması gerekmez miydi? Devlet cenahındaki ortaklarının menfaati doğrultusunda AK Parti listesinden seçime girerek İttifak’ın parlamento çoğunluğunu garantilemeye çalışmaz mıydı?
Bu sorular iki ihtimalle karşı karşıya olduğumuzu ima ediyor: Ya devlet cenahı Cumhur İttifakı’nın kazanmasını istiyor ve Bahçeli onlara karşı bayrak kaldırıyor, ya da devlet cenahı bu konjonktürde Cumhur İttifakı’nın kaybetmesine razı geliyor.
Bence ikincisi… MHP kararının bu denli ‘gürültüsüz’ şekilde geçmesi, dahası MHP listelerinin (hiç gerek yokken) cuma günü açıklanması, Bahçeli’nin devlete karşı dik durması değil, muhtemelen MHP’nin yeni dönemi şekillendirme rolüne talip olması anlamına geliyor. Listelerin iki gün erken açıklanması AK Parti ile pazarlık yapılmayacağını, bunun bir ideolojik/stratejik karar olduğunu gösterdi. Sonrasında da MHP’ye yönelik herhangi bir telkin olduğunu duymadık. Diğer deyişle Bahçeli devlet cenahındaki iktidar ortaklarının da kendisiyle aynı görüşte olduğunu ortaya koymuş oldu.
Dolayısıyla bir kez daha soruya dönüyoruz ama ufak bir değişiklikle: Acaba iktidarın devlet kanadı MHP’nin ayrı liste ile seçime girmesine ve böylece parlamento çoğunluğundan büyük ihtimalle vazgeçilmesine niçin razı oldu?
Bunun genel ama doğru olabilecek tek bir cevabı var: Şu anki gidişatın hayırlı olmadığı, öte yandan muhtemel değişikliğin yönetilebileceği düşünüldü. Peki, bu değerlendirme gerçekçi mi? Açıkçası bana gayet gerçekçi geliyor. Erdoğan yönetiminin hemen her alanda ülkeyi çıkmaza soktuğu ve daha kırılgan hale getirdiği açık. Toplumun da yüzde 60’ı Erdoğan’ın yeniden kazanmasının ülke için ‘kötü’ olduğunu beyan ediyor. Özellikle ekonomide ‘kör gözüm parmağına’ duvara çarpmış, dış politikada hareket alanını daraltmış bir iktidar var. Dahası iktidarın lideri de giderek ‘fazla’ yaşlı hale geliyor.
Yeni bir dönemin tohumlarının atılması ve bunun siyasetle birlikte ‘daha baştan’ tasarlanması devlet cenahı için de avantajlı gözüküyor. Eğer böyle ise, söz konusu aktörlerin seçim kaybedilse bile güvenilir bir gelecek alternatifi öngörüyor olmaları beklenir. Acaba bu güveni sağlayan unsur İyiP’in yeni dönemde yürütmede ve yasamadaki ağırlığı mı? İdeolojik konularda, ‘kırmızı çizgilerin’ geçerli olmasını istedikleri alanlarda ve rant imkânlarının sürdürülmesinde İyiP şu anki iktidarın devlet kanadı için bir tür garantör olarak algılanıyor olabilir mi?
Bu soruları şimdilik sormakla yetinelim. Önümüzdeki dönem bu tür bir bağlantı varsayımının ne denli gerçekçi olup olmadığını ortaya koyacaktır.
Toparlarsak MHP’nin ayrı listeyle seçime girmesinin bir MHP kararından ziyade ‘devlet’ kararı olma ihtimalinin yüksek olduğunu düşünüyorum. İktidarın ‘görünmez’ ortakları (Bahçeli üzerinden) AK Parti’yi kaderine terk etmiş gözüküyor… Dolayısıyla Bahçeli’nin temsil ettiği iktidar ortaklarının önümüzdeki sürede daha ‘makul’ ve zamana yayılan bir çizgide davranmaları şaşırtıcı olmayacak. (Bu dinamiğin dayandığı zemini de yine bir önceki yazıda ele almıştım: Daha önce sütre altı kalan farklı hizipler şimdi paylaşım ağına girmeye çalışırken, meşruiyet kaygısı devlet kanadının bir bütün olarak daha makulü aramasını teşvik edecektir.)
Siyaset zemininde ise söz konusu aktörler İyiP üzerinde emek harcayabilir, bu arada AK Parti küçülebilir ya da bölünebilir, tabanın bir bölümü milliyetçi partilere kayabilir ve nihayet milliyetçilerin birleşmesiyle ülkenin en büyük partisinin milliyetçi ideolojiye sahip olması sağlanabilir.
Açıktır ki bu tümüyle bir spekülasyon. Ancak Bahçeli’nin geçmişi, Cumhur İttifakı’nın oluşma biçimi, cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş süreci, son dönem Akşener’in tutumu, nihayet MHP’nin ayrı liste kararı siyaset dışı aktörlerin gerçekte siyasetin içinde olma ihtimalini göz önünde tutmayı gerektiriyor.
Bu aktörlerin ideolojik ve maddi nüfuzu dikkate alındığında seçimin sonuçları üzerinde etkili olmak istemeyeceklerini tahayyül etmek naiflik olur. Dolayısıyla Bahçeli’nin kararlarının ardında belirli aktörlerin (kendilerince) rasyonel tercihlerinin yattığını varsaymak, yaşananları anlama açısından daha gerçekçi gözüküyor.
Bu nedenle Bahçeli AK Parti’ye kendi açısından ‘meşru’ bir kazık attı ve Erdoğan’ın aksi yönde ikna çabası da semeresini vermedi. Çünkü devletin vizyonu (kendisi idrak etmiş midir bilemeyiz ama) Erdoğan’ı aşıyor…
Böylece bir önceki yazının beklentisi (en azından benim açımdan) daha da güçleniyor: Sokaklar karışmayacak, huzurlu bir seçim olacak ve iktidar el değiştirecek.
Esas kavga (ya da uzlaşma?) ise seçim sonrası yaşanacak.