12 Kasım Pazar günü akşam saatlerinde 7.3 büyüklüğündeki bir deprem, İran ve Irak sınırlarındaki Kürdistan bölgesini vurdu. Merkez üssü Süleymaniye olan deprem, Körfez ülkelerinde ve Azerbaycan’da bile hissedildi. Salı akşamı itibariyle, çoğunluğu Kermanşah’da olmak üzere 530 ölü ve 7000 civarında yaralı olduğu söylenmekte. Özellikle Kermanşah köylerinde çok büyük bir tahribat olduğu ve iki gün geçmesine rağmen hâlâ ulaşılamayan köyler olduğu açıklanıyor.
Deprem doğal bir âfet, ama tedbir almak insanın elinde
Deprem doğal bir âfet ve ne zaman nereyi vuracağı öngörülemiyor. Ancak tarih boyunca etkili olduğu fay hatları artık net olarak bilinmekte. Bu sorunun bilincinde olan devletler, özellikle de Japonya, depreme yönelik tedbirler konusunda oldukça önemli bir yol almış bulunuyor. Hemen her yıl beşik gibi sallanan Japonya’da çoğu zaman ölümlü vakalar yaşanmaz bile. Zira evler deprem gerçeğine göre imar ediliyor ve insanlar deprem ânında ne yapacaklarını çok iyi biliyor. Fakat Ortadoğu’da deprem, halen kadercilik anlayışıyla baştan savılmakta. Yıkıma yol açan sebepler üzerinde durulmuyor ve sanki binaların yıkılması kaderin cilvesiymiş gibi geçiştiriliyor.
Depremin duyulduğu ilk andan itibaren Türkiye Kızılayı derhal bölgeye yardım çalışmalarına başladı ve komşu ülkelerin hepsinden önce Süleymaniye’ye yardım ulaştırdı. İran Cumhurbaşkanı Ruhani, Kermanşah’ta halk tarafından yapılan evler ayakta duruyorken devlet eliyle yapılmış olan binaların çöktüğünü itiraf etti. Kermanşah’ta yıkılan binaların çoğu 2005 yılında, Ahmedinejad döneminde yapılmıştı.
Abadi, Ruhani’ye bir baş sağlığı dileyebilirdi (!)
Deprem anlatılamaz; ancak yaşayanlar bilir. Kermanşah’ta, yakınlarını enkaz altında kaybeden bir Kürt kadını şöyle ağıt yakıyor: “Keşke deprem 10 büyüklüğünde olsaydı ve hepimiz beraber ölseydik.” Beton yığınları arasında can vermiş çocukları görünce insanın yaşam umudu bir anda tükeniveriyor. Zavallı Kürtler, son bir ay içinde, biri siyasi diğeri doğal âfet olmak üzere iki büyük felâketi peşpeşe yaşadılar.
Tüm haber ajansları depremin merkez üssünü Irak’ın Süleymaniye kentinin yakınları olarak verdi. Peki, Irak yönetiminin depreme yönelik bir açıklamasını duyan oldu mu? Hayır. Mesut Barzani’nin danışmanlarından Hêmin Hawramî, Salı akşam üzeri şöyle bir tweet attı: “Geçen gece Kürdistan’ı vuran depreme yönelik olarak Haydar Abadi, depremde ölen veya yaralanan Kürdistan halkı için tek kelime etmedi. Abadi yardım vaadinde bulunmadı ve başsağlığı mesajı yayınlamadı.”
Deprem, Irak tabutuna vurulan son çiviydi
Bence Abadi, en azından İran Cumhurbaşkanı Ruhani’ye bir başsağlığı mesajı gönderebilirdi. Ama onu bile yapmadı. Muhtemelen şöyle düşünmüştür: “Nasıl olsa İran’da ölenler de Kürt.” Şimdi elimizi vicdanımıza koyalım ve azıcık da olsa empati yapmaya çalışalım: “Irak devleti” sınırları dahilinde yaşayan bir Kürdün, kendisini Iraklı hissetmesi mümkün mü? Irak Başbakanı Abadi bile Kürtleri vatandaş olarak göremiyorsa, Kürtler nasıl Iraklı olur? İran, ölen Kürt vatandaşları için bir günlük ulusal yas ilan ederken, Irak bir başsağlığı mesajı bile yayınlamadı. Depremin ertesi günü İran’daki ulusal gazeteler “Wax Kurdewar” (Vah Kürt ülkesi) gibi Kürtçe manşetlerle çıkarken, Irak kılını bile kıpırdatmadı. Eğer deprem Kürdistan’da değil de Basra’da olsaydı Abadi böyle mi davranırdı?
Ancak Abadi bir noktada hiç boş durmadı. Henüz Kürt çocuklarının cenazeleri enkaz altında dururken ve anaların feryatları göğün yedinci katına kadar çıkıyorken, Abadi Kürdistan bölgesi sınırlarına asker yığıp tehditler savurdu. Irak Başbakanı son tehdit mesajında, “Kürtler derhal sınır kapılarını teslim etsin, yoksa akıl edemeyecekleri şeyler yaparız” dedi. Sınır kapısı derken, 1991’den beri Kürtlerin denetiminde olan Habur’u kastediyordu. Irak, 2005 anayasasına göre federal bir ülke. Irak’ın tüm havalimanı ve sınır kapılarını, Kürt ve Araplardan oluşan ortak federe bir polis veya asker gücü denetim altında tutabilir. Ancak neden her tarafı sadece bir etnik gruba mensup güçler denetlesin? Bu, federal anayasaya aykırı değil mi?
Tabii yaşadıkları iç ihanetle sırtları yere gelmiş olan Kürtler, 16 Ekim’den bu yana neredeyse her gün merkezi Irak hükümetine yalvarırcasına diyalog çağrısı yapmakta. Belli ki Irak bu yalvarmaları dikkate almayacak ve duymayacak. Zira reel siyasetin kural ve kaideleri farklı işliyor ve neredeyse her yönetim, milli çıkarları söz konusu olduğunda pragmatist ve Makyavelist davranıyor. Eğer Kürtler IŞİD’in Musul’u aldığı ve Bağdat kapılarına dayandığı gün bağımsızlık ilân etmiş olsalardı, herhangi bir devlet hemen o gün onları tanımasa da en az üç yıl fiilen bağımsız kalırlardı. Hattâ bu dönem zarfında, pek çok ülke tarafından tanınabilirlerdi de. Ancak Kürtler iki sebepten dolayı bağımsızlık ilânına gitmedi. (1) Etik değil dediler; (2) ABD’ye uydular. Zira ABD “durun IŞİD bitsin, sonra referanduma gider bağımsızlık ilân edersiniz” dedi. Kürtler ABD’ye kulak asmakla bir kez daha fena halde yanıldılar. Aslında IŞİD tehdidi ortadan kalktığı gün Haşdi Şabi’nin Kürtlere saldıracağını herkes biliyordu.
IŞİD’i Kürt gücüyle yenen Irak, şimdi de Kürtlerin 27 yıl önceki kazanımlarını bile Haşdi Şabi zoruyla ellerinden almaya çalışıyor. Lakin trajik bir durum daha var. O da, bütün dünyanın Irak’ın bir yama olduğunu bilmesine karşın, Kürtleri Irak’a itaate zorlaması.
Sadece kâğıt üstünde varolan Irak’ın bölünmesinin sebebi Kürtler değil; zira Kürtler daha ilk günden itibaren emperyalistler eliyle yapay bir devlet yaratma politikasının kurbanları oldu. İnanın Kürtler, depremdeki ölüleri için bir baş sağlığı bile dilemeyen Irak’tan çok ırakta.