Musul’u bir günde kaybedip ancak üç yılda geri alan Irak (bir bakıma İran) ordusu, Kerkük’ü birkaç dakikada geri alarak dünya askeri savaşlar tarihinde yeni bir “zafer”e imza attı. Şüphesiz bu askeri başarı veya teslimatta Süleymaniye’deki Talabanigillerin emeği yabana atılamaz. Ayrıca Irak Cumhurbaşkanı Fuat Mahsum’un ve Goran hareketinin de bu çorbada tuzu var. Fakat hiç şüphesiz bu başarının asıl mimarı, İran’ın Ortadoğu’daki kılıcı Kasım Süleymani’dir. Son dört yıldır tek kelime konuşmamış Celal Talabani’yi, ölmeden önce neredeyse bitkisel hayatta iken İran’a götüren Kasım Süleymani, bir süreden beri âdetâ kamp kurduğu Süleymaniye kentinden, modern İran tarihinin en parlak askeri ve diplomatik zaferiyle ayrıldı. Bağdat ve Şam’dan sonra, bundan böyle Kerkük de Tahran’dan yönetilecektir.
Barzani’yi arkadan hançerleyen köle Kürt, aklıma şu hikâyeyi getirdi: Adamın biri öldüğünde cehenneme gider. Ancak orada Arap, Türk, Fars, Yahudi, İngiliz… velhasıl aklınıza hangi milletten insanlar gelirse gelsin, her birinin başında bir zebaninin beklemekte olduğunu görür. Bunlar, hangi milletten olursa olsun kafasını kaldıran herkesi tekrar cehennemin dibine doğru atar. Ancak Kürtlerin bulunduğu kısımda hiçbir zebani yoktur. Adam bunu çok merak eder ve zebanilere, Kürtlerin başında da neden içlerinden birinin durmadığını sorar. Zebaninin biri şöyle cevap verir: “Onların başında durmaya gerek yok; yukarı çıkmaya çalışan her Kürdü aşağıdaki soydaşlarından biri mutlaka sırtından hançerleyerek aşağı indirir.”
Barzani referandum ile, Kerkük’ün İran’a geçmesini engellemeye çalıştı
Şimdi bütün bunlar neden oldu? Barzani neden durup dururken, hazır Kerkük de fiilen Kürtlerin elinde iken, bağımsızlık referandumunu gerçekleştirdi? Bu sorunun birkaç farklı cevabı var. Ancak en önemlilerinden biri, Kerkük’ün İran’a teslim edilmek istenmesi planında yatıyordu. Zira kimi KYB ve Goran yöneticileri İran ile anlaşarak Kerkük, Süleymaniye ve Halepçe’yi özerk bir bölge statüsünde Irak’a (ve Irak üzerinden İran’a) bağlama hazırlığı yapmaktaydı. Barzani’nin bu oyunu bozmasının tek yolu, halkın desteğini arkasına alıp, daha büyük bir hamle ile bu hamleyi boşa çıkartacak bir karşı atak düzenlemekten geçiyordu. Evet, sonuna kadar riskli bir hamleydi ve Barzani bu plan konusunda ya Türkiye’yi ikna edemedi; ya da Türkiye kendi insiyatifiyle İran ile hareket etmeyi tercih etti. Tabii Türkiye’nin şiddetle, ABD’nin ise daha ölçülü de olsa gene referanduma karşı çıkmasıyla, Barzani yönetimi uluslararası destekten yoksun kaldı.
Haşdi Şabi, Kerkük sınırlarına gelip KYB’li kimi komutanlar tarafından kente alınınca, Barzani’nin önünde iki yol vardı: Ya direnmeyi seçip kenti yıkıma uğratmak (ve hattâ kendisine bağlı güçlerle orada gerekirse intiharı göze almak), ya da Irak’ın arzuladığı sınırlara çekilmek. Eğer pêşmergenin bir kısmı İran ile varılan anlaşma uyarınca mevzilerini terk etmemiş olsaydı, Barzani sonuna kadar direnme seçeneğinde ısrar edecekti. Ancak Barzani sırtından hançerlendiğini görünce elleri kolları bağlandı ve sahadaki durum tamamen değişikliğe uğradı.
Irak ve ABD’nin işaret ettiği 2014 öncesi sınırlara çekilmek, ileriki süreçte uluslararası toplum vicdana geldiğinde, anayasasının 140. maddesinin uygulanması açısından küçük de olsa bir şans demektir. Ancak Irak ile savaşa tutuşup yenilmek, her şeyi kaybetmek anlamına gelirdi. Açıkçası Kürtlerin kendi aralarındaki iç çekişme ve KYB’den bir kesiminin İran’la anlaşması, Kerkük’ün çatışmasız bir şekilde Haşdi Şabi’ye bırakılması için yeterli oldu.
Eğer Kürtler 27 yıllık iktidar deneyimleri sonucunda, tek merkezden yönetilen bir pêşmerge gücü oluşturmuş olabilselerdi, yine de bütün bunlar yaşanmazdı. Ancak pêşmergenin bir kısmının KDP’ye, bir kısmının da halen KYB’ye bağlı olması ve askerin iç siyasi çekişmelere taraf kılınması, Kürtlerin bir diğer zaafını meydana getirdi.
Peki, İran’ın bölgedeki yayılması karşısında ABD ne yapar? Bağdat ve Şam’dan sonra Kerkük de mi İran’a kalır? İran ile işbirliği halinde olan Süleymaniye’deki Kürt siyasiler, yarın İran’dan bir tokat yediklerinde durum ne olur? Bence, dünya petrollerinin yüzde 6’sı üzerine oturan Kerkük meselesi burada bitmez. Bu oyunun farklı perdeleri de olacaktır. Bana öyle geliyor ki, bir süre sonra Kerkük etnik ve mezhebi çatışmaların içine doğru çekilecektir. İşte böyle bir durumda, ya Irak anayasanın 140. maddesini uygulamak durumda kalır, ya da Kerkük’e uluslararası bir müdahalenin yolu açılmış olur. Yarın Kerkük’e uluslararası bir barış gücü yerleştirildiğinde, Türkiye, İran ve Irak büyük bir olasılıkla bu barış gücünde yer almayacaktır.
Kürtlerin kendi aralarındaki iç bölünmesi Kerkük’ün İran nüfuz alanına geçmesine yol açmış olabilir; ancak İran’ın, nüfusunun yüzde 65’i Kürt olan bu kenti idare etmesi hiç de kolay olmayacaktır. Kerkük tecrübesi, bir yönüyle de Kürt siyasi hareketlerinin samimiyet testi oldu. Herhalde Kürtler, kenti İran’a teslim eden siyasi aktörleri unutmayacak ve affetmeyeceklerdir.
Son olarak Türkiye’ye gelince, bugün çoğu medya organlarımıza Kerkük’ün Haşdi Şabi güçlerince denetim altına alınmış olmasının sevinci yansımış. Bugün Türkiye’de Kerkük’ün işgaline sevinen, yarın kendi ekmeğinin biraz daha küçüldüğünü geç de olsa anlayacaktır.