Özbekistan, bağımsızlığını elde ettiği 1991 yılından sonra düzenlenen ikinci cumhurbaşkanlığı seçimi için, 9 Ocak 2000’de sandık başındaydı. Ülkeyi 1991 yılından beri yöneten İslam Kerimov, ikinci dönem için yeniden adaydı.
1991’den vefatına kadar ülkeyi demir yumrukla yöneten Özbek lider İslam Kerimov.
Kerimov’un karşısındaki tek rakip ise, halk tarafından bilinmeyen Abdulhafız Jalalov adında Marksist bir akademisyendi. Jalalov, kampanya boyunca tuhaf bir şekilde Kerimov’u övdü, konuşmalarına Kerimov’un sözlerini alıntılayarak başladı. Seçim günü oyunu kullandıktan sonra şu açıklamayı yaptı: “Bugün oyumu istikrar, barış ve ülkemin bağımsızlığı için kullandım. Kulağa biraz tuhaf gelecek, ama evet, bugün İslam Kerimov’a oy verdim.”
Seçimleri takip eden yabancı muhabirler, Jalalov’un neden rakibine oy verdiğini anlayamadı ve madem ona oy verecekti, neden aday olduğunu sordu. Jalalov’un yanıtı basitti: “Demokrasinin kazanması için aday oldum.”
Ülkesini kendisine oy vermeyecek kadar seven “muhalif” lider Abdulhafız Jalalov ve eşi.
Kendisine oy vermeyen, mevcut başkanı destekleyen balon aday Jalalov, Özbekistan’da adaletsiz de olsa bir seçim olduğunu, sandık kurulduğunu ve rakip adayların çıktığını dünyaya göstermek için aday olmuştu.
Özbekistan’daki bu seçim tiyatrosu, Sovyetlerin yıkılmasının ardından bağımsızlığını ilan eden Orta Asya cumhuriyetlerindeki “demokrasi” beklentisini erken söndürmüş, ülkenin kurucu liderlerinin otoriterlik rüyaları hakkında ipucu vermişti.
Özbekistan, ülkenin istikrarı için kendisine oy vermeyen muhalif lider piyesinin ardından daha birçok tiyatroya ev sahipliği yapacak, bölgede demokrasi rüzgârı esmesini bekleyenleri hayal kırıklığına uğratmaya devam edecekti.
Sovyet adamlığından, devlet adamlığına
İslam Kerimov, 1938 yılında Semerkant’ta doğdu. Tipik bir Sovyet devlet adamı olarak yetişti. Sovyet yetimhanelerinde büyüdü, mühendislik ve ekonomi eğitimi aldı. Üniversite yıllarında girdiği Sovyetler Birliği Komünist Partisi yönetiminde giderek yükseldi.
Özellikle Komünist Parti’nin Özbekistan kolunda etkin görevler üstlendi, partideki en üst düzey Özbek bürokratlardan biri oldu. Devletin güvendiği bir isimdi.
1989 yılında Komünist Parti’nin Özbekistan kolunun başkanı seçildi. Kerimov, Özbekistan’ı temsilen Politbüro ve Komünist Parti Merkez Komitesi üyesi olmuştu. 1991 yılında Sovyetlerin dağılmasının ardından Özbekistan’ın bağımsızlığını ilan etti ve kurucu devlet başkanı oldu.
Liderliğini yürüttüğü partinin adını da Özbekistan Demokratik Halk Partisi olarak değiştirdi.
İslam Kerimov, söz verdiği üzere ülkedeki ilk demokratik seçimleri 1991 yılında düzenledi. Ülkenin halk oyuyla seçilmiş ilk cumhurbaşkanlığı için iki kişi aday oldu: Kurucu lider İslam Kerimov ve anti-komünist, milliyetçi Muhammed Salih.
Seçimler pek adil koşullarda düzenlenmedi. Muhammed Salih’in devlet televizyonunda sadece 12 dakika konuşmasına izin verilirken, İslam Kerimov’un konuşmaları neredeyse bütün gün televizyonlarda yayınlandı. Medya, bürokrasi, eski Komünist Parti teşkilatı tüm gücüyle İslam Kerimov’un arkasındaydı.
Seçimleri %87 oyla Kerimov kazandı, Muhammed Salih ise %12 oy aldı.
Seçimler adil değildi, fakat en azından gerçekten muhalif olan bir isim Kerimov’a rakip olmuş, en az 1 milyon kişinin desteğini almıştı. Ülkenin karizmatik kurucu lideri Kerimov tehlikeyi erken gördü, bu dozdaki muhalefet bile fazlaydı.
1991 seçimleri ülke tarihindeki ilk ve son demokratik seçim oldu. Muhammed Salih liderliğindeki Erk Partisi kapatıldı, hiçbir toplantılarına izin verilmedi. Ülkedeki muhalifler terör suçlamalarıyla tutuklandı. Muhammed Salih önce artan baskıları protesto etmek amacıyla milletvekilliğinden istifa etti, kısa bir süre sonra da hapse atıldı. Salih, Batı’nın araya girmesiyle serbest bırakıldı ve Türkiye’ye kaçtı.
Muhammed Salih ve ve 9 sene önce vefat eden doktor eşi Aidin Salih. Muhammed Salih, Türkiye’deyken suikast tehlikesi atlattı, Özbekistan-Türkiye ilişkilerinin en önemli gündem maddelerinden biri oldu. Eşi Aidin Salih, Türk siyasetçi ve eşleri dahil olmak üzere çok sayıda insanın hayatına alternatif tıp yöntemleriyle dokundu, muhafazakâr camiada saygı duyulan bir isim oldu.
Erk Partisi’nin, milliyetçi ve liberal muhaliflerin susturulmasının ardından İslam Kerimov başarıyla tek adam yönetimini kurdu.
Lideri olduğu Özbekistan Demokratik Halk Partisi’nin tek parti iktidarı ne demokratikti ne de halktan yanaydı. Komünist rejim, sadece dil ve renk değiştirmişti.
“Bi’ dönem daha alabilir miyim, lütfen”
İslam Kerimov, muhaliflerin susturulduğu, tek adam rejiminin pekiştirildiği Özbekistan’da 1996 yılında düzenlenmesi gereken seçimlerin 2000 yılına ertelenmesi için özel bir referandum teklifinde bulundu.
Böylece 5 senelik başkanlık süresi 9 seneye çıkacaktı. Halkın %99’unun katıldığı referandumda %99 oranla “Evet” oyu çıktı. Sadece 40 bin kişi “Hayır” diyebilmişti. Kerimov, böylece 2000 yılına kadar başkan kaldı.
Kerimov, anayasaya göre en fazla iki dönem, yani 10 sene başkanlık yapabilecekken, birinci dönemi referandum ile uzatıldığı için 2000 yılında rakibinin bile kendisine oy verdiği başkanlık seçimlerinde tekrar aday olabildi.
2002 yılında ise yeni anayasa değişikliği önerildi ve Kerimov’un başkanlık süresi 5 seneden 7 seneye çıkartıldı. Halkın %91’i yine “Evet” oyu verdi. Böylece 2007’ye kadar görevde kaldı.
2007 yılında düzenlenen seçimlerde, yeni anayasayla birlikte iki dönemlik görev sınırlama kuralının sıfırlandığı iddia edildi ve böylece Kerimov hem 2007 hem de 2015 seçimlerinde tekrar aday olabildi.
Özbekistan’ı 25 sene boyunca yöneten Kerimov, Türk Cumhurbaşkanlarıyla.
Böylece Kerimov, 1991’den vefat ettiği 2016 yılına kadar Özbekistan Cumhurbaşkanı olarak görev yaptı. Kendisine ve politikalarına bağlılık açıklamaları yapan “uydu muhalefet” partileri kurdu, kendisine oy veren sadık kukla adaylarla hobi olarak yarıştı, yaklaşık 1500 göstericinin asker kurşunuyla katledildiği Andican olaylarında olduğu gibi ülkedeki her sesi bastırdı, muhalif her ismi soyut terör iddialarıyla yargılayıp hapse attı ve her seferinde %90 oy alarak göstermelik seçimleri “kazandı.”
Babasının konumunu kullanarak Özbekistan’a yatırım yapmak isteyen yabancılardan rüşvet alan ve bu yolla milyonlarca dolarlık bir servete ulaşan Gülnare Kerimova.
Kerimov’un demir yumruğu kendi aile üyelerini de vurdu. Yolsuzluk iddialarıya gözaltına alınan Kerimov’un kızı Gülnare Kerimova ev hapsine alındı, uzun bir süre yaşayıp yaşamadığı konusunda haber alınamadı. Gülnare hakkındaki iddialar doğruydu, fakat vermesi gereken hesabı vermemiş, yargıç da savcı da gardiyan da babası olmuştu.
Gülnare Kerimova, babasının emirleri doğrultusunda ev hapsine alınıyor.
Reform, ama hak ettiğiniz kadar
İslam Kerimov, 2 Eylül 2016 tarihinde kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. Kerimov uzun bir süredir kötü durumdaydı, fakat Özbek yetkililer liderlerinin sağlık durumunu halk ile şeffaf bir şekilde paylaşmıyordu.
Özbek halkı liderlerinin öldüğünü Binali Yıldırım’dan öğrendi. Kerimov için başsağlığı mesajı yayınlayan ilk resmi yetkili olan Türkiye Başbakanı Binali Yıldırım sayesinde Kerimov’un ölümü resmiyet kazandı.
Özbekistan’da yeni bir dönem başlıyordu.
Özbekistan’ın yeni cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev.
Kerimov’un sağ kolu ve başbakanı Şevket Mirziyoyev, ülkenin yeni cumhurbaşkanı olarak seçildi. Mirziyoyev, 25 senelik Özbekistan’da meclisi muhatap alıp mecliste konuşma yapan ilk Cumhurbaşkanı oldu. Ülkedeki otoriterliği eleştiriyor, Kerimov’un hatalarından bahsediyordu. Reformist biri olarak tarihe geçmek istediği belliydi.
Mirziyoyev, ilk iş olarak altyapı çalışmalarını arttırdı, ülkeye yabancı yatırım gelmesi için teşvik programları başlattı, Özbekistan’ı dünyayı açmaya çalışıyordu. İnsan hakkı ihlalleriyle meşhur Jalsky Hapishanesi’ni kapadı, halkın pamuk tarlalarında zorla çalıştırılması uygulamasını kaldırdı, böylece Özbek pamuğuna dünyada uygulanan boykot da geride bırakıldı.
Mirziyoyev, Batı ile Kerimov döneminde azalan temasları arttırıyor, ABD dahil geçmiş dönemi en sert eleştiren ülkelerle bir araya geliyordu.
Reformcu cumhurbaşkanı, halkın fikrini hiçbir şekilde almadığı reform sürecini yeni bir anayasa ile taçlandırmak istedi.
Halka açıklanan anayasa taslağında, insan hakları ve özgürlükler en geniş şekilde tanımlanıyor, Batı demokrasilerindeki anayasalara benzer hükümler yer alıyordu. Fakat Özbekistan’ın Karakalpakistan Özerk Bölgesi’yle ilgili değişiklik önerileri pek iyi karşılanmadı.
Anayasaya göre Kıpçak Türklerinin yaşadığı Karakalpakistan bölgesinin özerk yönetiminin referandumla bağımsızlık elde etme hakkı vardı, fakat değişiklikle bu hak kaldırılıyordu. Daha öncesinde yapılan bir anlaşma ile Özbekistan’a katılan Kıpçak Türkleri taslağa tepki gösterdi, taslağın açıklandığı ilk günden itibaren binlerce kişi sokağa çıktı.
Asker her zamanki gibi göstericilere sert müdahale etti, fakat Kerimov döneminin aksine daha yumuşak bir güç kullanıldı. Göstericiler devlet binalarını bastı, sokakları terk etmedi, bir gün sonra Mirziyoyev Karakalpakistan ile ilgili anayasa değişikliği önerilerini geri çektiğini açıkladı. İnternetin kesilmesi, OHAL’in ilan edilmesiyle birlikte gösteriler zaman için söndü.
Gösterilerden bir sene sonra protestoları organize eden avukat Dauletmurat Tajimuratov, 16 sene hapis cezasına çarptırıldı. Rejim yumuşamış olabilirdi, ama kodlarından vazgeçmemişti.
Otoriterliğin gülen yüzü
Mirziyoyev, Karakalpakistan protestolarının etkisinin geçmesi, sivil toplumun üzerinden yargı kararlarıyla bir daha geçilmesi üzerine yine halkı yeterince dahil etmediği bir sürecin ardından yeni bir anayasa taslağı açıkladı.
Öneri oldukça parlaktı.
Neler yoktu ki?
Kanunların geriye yürümemesi, idamın, sürgünün yasaklanması, işkence yasağı, asgari ücret hakkı, temiz çevre hakkı, temel hak ve özgürlüklerin korunmasına ilişkin güzel cümleler, meclisin ve mahkemelerin artan yetkileri…
Kâğıt üzerinde güzel bir metindi, hatta birçok demokrasiden daha başarılı bir anayasa taslağı söz konusuydu.
Mirziyoyev’in talimatıyla bütün ünlüler, sanatçılar, fenomenler anayasayı övmeye başladı, özel PR etkinlikleri düzenledi. Bu anayasa ile birlikte Özbekistan dünyaya entegre olacaktı.
Fakat anayasa değişikliği önerisinin bir maddesi, Özbekistan rejiminin zihin kodlarını afişe etmeye yetti. Yeni anayasaya göre, cumhurbaşkanının görev süresi artık her durum için 5 seneden 7 seneye çıkartılıyordu.
Reformcu lider Mirziyoyev, Kerimov gibi halkını düşünerek halkı kendisinden mahrum etmemek amacıyla ilk iş olarak göreve gelir gelmez anayasa değişikliği ile görevde kalmanın bir yolunu bulmuştu.
2016 ve 2021 yılında yine “kukla” adaylarla seçime giren ve kazanan Mirziyoyev, böylece görev süresi bitmişken anayasal görev süresi sınırlamasının sıfırlandığını iddia edip 2040 yılına kadar görevde kalabilecekti.
Reform yapılacaksa, ülkeye demokrasi getirilecekse de bunu tek adam başaracaktı.
Geçen hafta düzenlenen referandumda, anayasa değişikliği tasarısı %90 oyla kabul edildi ve yürürlüğe girdi.
“Biz de demokratız, göstermelik de olsa”
Özbekistan benimsediği bu güzel anayasa metni ile demokratikleşebilecek mi? Bunu zaman gösterecek.
Fakat muhalefetin, medyanın olmadığı, herkesin -mış gibi davrandığı bir ülkenin kılcal damarlarına işlemiş otoriter zihniyeti ülkeden söküp atmaya hiçbir anayasanın gücünün yetmeyeceği kesin.
Modern demokrasilerde dahi düzenlenmeyen çevre hakkı gibi yeni anayasal kurumların, idam yasağının, güzel insan hakları temennilerinin sahici bir şekilde uygulanmadığı, bu kurallara sahip çıkacak bağımsız Anayasa Mahkemesi’nin, mahkemelerin, hukukçuların olmadığı Özbekistan’ın “demokratik” ülkeler kervanına katılması için daha çok uzun bir süre var.
Belki Mirziyoyev, Kerimov’un aksine şahsi iktidar hırsını bir kenara koyup ülkede gerçek bir muhalefetin filizlenmesinin yolunu açacak, belki ekonomiyi de toplumsal hayatı da dünyaya açacak köklü adımlar atacak. Ya da Tunus’ta olduğu gibi otoriterliğin gülen yüzlerinden biri olacak, “reformları” şahsi çıkarını meşrulaştırmak için kullanacak.
Fakat niyetin Kopenhag, amelin Moskova olduğu bu Özbek masalında dahi her türlü otoriter uygulamanın, şahsi iktidar hevesinin, tek adamlığı pekiştiren antidemokratik hamlelerin dahi anayasal ve hukuki gerekçelerle ve en önemlisi göstermelik de olsa halk oyuyla meşrulaştırılmaya çalışılması bile dünyada her şeye rağmen rüzgârın hâlâ demokrasiden yana estiğini gösteriyor.
En azından şimdilik…