Kürdistan Federe Bölgesinin 25 Eylül’de düzeleceği bağımsızlık referandumu, başta ABD’de olmak üzere Batı medyasında çok önemli bir gelişme olarak ele alındı. İki hafta önceki yazımda da dile getirdiğim gibi, 27 Temmuz 2017’de The Washingtonton Times gazetesinde, çoğunluğu lehte olmak üzere bir günde 29 makale yayınlandı. Bağımsızlık referandumu, halen dünya basının önemli gündem konuları arasında yer almakta.
İran, tarihteki Pers İmparatorluğu mirasından uzak
Türkiye referandum konusundaki diplomatik tutumunu daha ilk günden itibaren nisbeten soğukkanlı ve sağduyulu bir eksende devam ettirirken, komşu ülkelerden İran’ın referandum karşıtı duruşu ve tutumu her geçen gün biraz daha sertleşiyor. Zira kimi İranlı politikacılar, referandumu ABD’nin İran’a müdahale gerekçesi olarak görmekte. Bu politikacılara göre, Kürdistan bağımsızlık ilan ettiğinde İran, Irak’ın “toprak bütünlüğünü” korumak amacıyla Kürdistan bölgesine girecek ve ABD bunu bahane ederek İran’a müdahale edecek. Tabii İran’ın hangi hak, hangi gerekçe ve hangi zorunluluktan Kürt topraklarına müdahale edeceği açıklanmak istenmemekte. Bu arada insan soramadan edemiyor; 2500 yıllık geçmişi olan bir Pers İmparatorluğu mirasçısı devlet, nasıl oluyor da bu çağda böyle bir mantığa sahip olabiliyor? Belli ki bugünkü İran, geçmişteki ihtişamlı Pers devletinden çok uzak.
Irak Kürdistanı’nın, bağımsızlık ilan etmesi durumunda bölgedeki jeopolitik ve jeostratejiyi nasıl etkileyeceğini, bölge barışı ve komşu ülkeler açısından hangi gelişmeleri tetikleyebileceğini, daha önceki yazılarda biraz dağınık olsa ele aldım. Ancak ben, tâ başından beri bağımsızlığın Türkiye’nin lehine olacağı, tarihteki Türk-Kürt ittifakı ve kardeşliğini daha derinleştireceği fikrindeyim. Kanımca Türkiye’deki aklıselim sahibi siyasiler de bu gerçeğin farkında oldukları için, İran’ın davranışının aksine, referandum ve bağımsızlık meselesini kendileri açısından yaşamsal bir tehdit olarak görmemekteler.
Kürt petrolünün satışı ve Kürt devleti fobisinin sonu
Aslında Türkiye, 2013 yılında Kürt petrolünün dünya pazarlarına ulaştırılması politikasında bölgesel Kürt hükümetiyle ittifak ettiği an, bağımsız Kürdistan fobisini de çok önemli oranda yenmişti. Öte yandan, 2014 yılından bu yana Kürtlerin bütçeden alması gereken payın (yüzde 17) bir kuruşunu bile ödememiş olan Irak da, Kürt bağımsızlığını fiilen kabul etmiş durumdadır. Yavaş yavaş Sünni Arap bölgelerini de denetim altına almaya başlayan Şii yönetim, hem Kürtleri hem Sünni Arapları bir arada ve kendi denetiminde tutamayacağını çok iyi biliyor. Dolayısıyla bağımsız Kürdistan, Şii Arapların Irak’ta mutlak hâkimiyetlerini kurma politikasını daha da güçlendirir. Kısacası bağımsızlık, Kürtlerin olduğu kadar, aslında Şiilerin de yararına da bir durum yaratmaktadır.
Irak’taki merkezi hükümetin bağımsızlık referandumu konusundaki tavrının daha ilk günden itibaren oldukça ölçülü olmasının en önemli sebebi budur; ülkedeki Şii iktidarlar lehine bir güç dengesi yaratacağı gerçeğidir. Özü itibariyle Amerika da, sırf bu güç dengesi Şiiler lehine daha fazla bozulmasın diye, bağımsız Kürdistan’a şimdilik karşıymış gibi bir politika izlemektedir. Zira ABD, bağımsız Kürdistan’ın Irak’ı tamamen İran’a bağlayacağı ve İran’ı bölgede ciddi anlamda güçlendireceğini düşünmektedir.
Ancak durum hiç de ABD’nin endişe ettiği gibi değil. İşin bir boyutunda, Irak’ın (ve Suriye’nin) zaten büyük ölçüde İran’ın nüfuzu altında olduğunu herkes görüyor ve biliyor. Öte yandan, Ortadoğu’daki gelişmeleri yakından takip eden siyasi gözlemcilerin çoğu şu gerçeğe dikkat çekiyor: Bölgede kurulacak bağımsız Kürdistan, İran’ı güçlendirmesi bir tarafa, İran yayılmacılığını önlemek açısından bir tampon bölge oluşturacaktır. Hiç şüphesiz İran da bu gerçeği biliyor. Hattâ İran bu gerçeğin herkesten çok farkında olduğu içindir ki, bağımsız Kürdistan’ı ABD’nin İran’a müdahale etme hazırlığı olarak görebiliyor.
İran’ın fiili bir işgale kalkışması, irrasyonel
Peki İran, bağımsız Kürdistan ilanını Kürt topraklarının fiilen işgaline gerekçe yapmaya kalkar mı? İran’ın dünyadaki dengeleri gözetmeksizin böyle bir harekete girişmesi rasyonel değil. Ancak bazen devletler de tıpkı insanlar gibi akıl ile izah edilmeyecek adımlar atar. Saddam Hüseyin de 1990 yazında (2 Ağustos) Kuveyt’i işgal ederek Irak’ın 17. ili ilân etmiş ve kendi sonunu hazırlamıştı. Durum ne olursa olsun, ben İran’ın, özellikle de Türkiye’nin teşvik ve desteğini almadan böyle bir maceraya gireceğine ihtimal vermiyorum. Herhalde Türkiye de Şii Hilali projesini kendi elleriyle tamamlamak istemeyecektir. Diyelim ki İran Türkiye’yi bu hususta tarafsız bir pozisyonda durmaya ikna etti; o halde Batı dünyasının tavrı ne olur? Bir kere ne ABD, ne de genel olarak Batı dünyası bu noktada İran’a göz yumar. ABD’nin Irak Kürdistanı’nı bırakmayacağını IŞİD saldırılarında gördük. Ayrıca ABD bağımsız Kürdistan projesini açıkça desteklemese de, bu saatten sonra Kürtlerin federe devlet düzeninden daha aşağı bir statüye mahkûm edilmesini kabul etmez. Çünkü bu kendi çıkarlarına değil.
Referandum meselesinde artık ok yaydan çıktı ve bu saatten sonra geri dönüş imkân dâhilinde görünmüyor. Mesut Barzani’den, geri adım atıp 60 yıllık siyasi kariyerini yerle yeksan edecek bir karar almasını beklemek gerçekçi değil. Bu arada, ister referandumdan önce, ister sonra olsun, Irak Kürdistanı’na yönelik ilk fiili saldırıdan hemen sonra, Mesut Barzani büyük bir olasılıkla derhal bağımsızlık ilan eder.
Bugün bağımsızlık referandumu karşısında sert bir tutum sergileyen İran, yarın şartlar biraz değiştiğinde bağımsız Kürt devletini tanıyabilir de. Başlangıçta Kürdistan Federe Bölgesine karşı çıkan İran’ın, Erbil’de konsolosluk açan ilk ülkeler arasında yer aldığını da unutmayalım. Hattâ İran, Türkiye’yi Kürt meselesinde deyim yerindeyse “ofsayta” düşürmeye çalışıp, Türkiye ve Irak Kürdistanı arasındaki milyarlarca dolarlık ticareti kendi tarafına yöneltmeye de girişebilir.
Peki, son kertede Türkiye’nin tutumu ne olur? Bence Türkiye, bin yıllık Türk-Kürt kader birliği ve kardeşliğini esas alarak bağımsız Kürt devletini tanıyacaktır.