Avrupa Birliği’nin, üye ülkelerin ekonomik ve parasal politikalarını uyumlaştırma adına 1 Ocak 1999’da yürürlüğe koyduğu ortak para birimi (euro, avro), AB projesinde ekonomik entegrasyonu sağlamanın en önemli ayağı olarak görülse de, aslında yürürlüğe girdiği ilk günden itibaren kafamı ciddi anlamda kurcaladı. Kuşkusuz AB ülkeleri avroya geçmek suretiyle sermayenin serbest dolaşımını sağlamayı, ekonomi politikalarında yakın eşgüdüm içinde olmayı, fiyat istikrarını garantilemeyi ve kamu finansmanını güçlü tutmayı hedeflemişlerdi. Bu yazıda, AB’nin bu noktadaki başarı veya başarısızlıklarını ekonomik verilere dayalı bir analize tabi tutmayacağım. Ancak AB’nin ekonomik ve parasal birlik politikasını hayata geçirmesinden önce de zaman zaman kimi Avrupa ülkelerine seyahat eden biri olarak, Ukrayna’ya yaptığım son gezi bağlamında, AB’nin ekonomik ve parasal birlik politikalarını ele almak istiyorum.
Bugün AB para birimi avroyu kullanan, diğer bir deyimle “avro alanına dâhil” 19 ülke bulunmakta. Bilindiği gibi İngiltere ve Danimarka, Avrupa Topluluğu’nu kuran antlaşmaya eklenen protokoller bağlamında, avro alanına (Eurozone) katılmamayı seçme hakkını (opt-out) kullanmışlardı. Benzer şekilde İsveç de, Eylül 2003’te gerçekleşen referandum ile ortak para birimini kullanmayı reddetmişti. Ancak Maastricht Kriterleri’ni yerine getiren tüm ülkelerin ortak para birimi avroyu kabul etmeleri zorunlu kaldı.
Avrupa Birliği’nin insan haklarına saygı, azınlıkların korunması, serbest piyasa ekonomisi, işleyen bir demokrasi, sınırların kaldırılması, AB hukukunun tüm üye ülkelerde hayata geçirilmesi gibi uygulamalarının insanlık için büyük bir kazanım olduğunu kabul ediyor ve saygı duyuyorum. Bir gün AB dağılsa bile, kurumlaştırmış olduğu bu değerler kaybolmayacak. AK Parti iktidarlarının, özellikle birinci ve ikinci dönemde, AB’ye tam üyelik sürecinde Türkiye’de uygulamaya koyduğu AB uyum yasaları, Türkiye açısından da büyük bir dönüşüme yol açmıştı ve bu sayede bizler de ilk defa bir hukuk devletinde yaşamanın erdemleriyle buluşabilmiştik. Ancak 2015 ve 2016’daki yol kazaları, pek çok şeyi altüst etti. Maalesef halen her iki depremin artçı sarsıntılarıyla uğraşıyoruz.
AB parasal birlik politikaları
Ancak ben parasal birliğin, teorik açıdan doğru olsa bile uygulamada büyük sorunlara sebep olduğunu düşünmekteyim. Teorik olarak doğru derken, yıllar önce yapılmış bir araştırma neticesinde elde edilmiş şu veriyi esas almaktayım: Cebinize 100 dolar koyup 15 Avrupa Topluluğu üyesi ülkenin sınırlarından geçip, hiçbir harcama yapmaksızın sadece her sınır geçişinizde parayı (doları) o ülkenin para birimine çevirdiğinizde, yolculuk sonunda 100 dolarınız 67 dolara iniyordu. Bu anlamda tek para birimi yerinde bir karar gibi görülüyordu. Lakin uygulama çok farklı oldu. Zira parasal birlik zengin ve yoksul arasındaki uçurumu derinleştirmekle kalmadı; AB’yi âdetâ civar ülkelerden izole etti. Bir de bu ülkelerde çalışmayıp “sosyalden” geçinen bir ara sınıf oluştu ki, gelecekte bu asalak sınıfın nasıl bir tehdit teşkil edeceği, apayrı bir konu.
Bir kere, AB’ye katılan her ülkede fiyatlar neredeyse birden bire ikiye, hattâ üçe katlanır oldu. Almanya’dan yaşayan pek çok kimseden şu ifadeyi duymuşumdur: “Eskiden fiyatı bir mark olan herhangi bir şey, avroya geçildikten sonra bir avro oluverdi. Oysa başlangıçta bir avro iki marka eşdeğer idi.” Doğrusu ben de Almanya’da bu durumu bizzat tecrübe ile gözlemledim. Galiba aynı şey Fransa ve diğer Batı Avrupa ülkeleri için de geçerli bir duruma işaret ediyor.
Almanya, Fransa ve Hollanda gibi Batı Avrupa ülkeleri için bunu bir nebze anlamak mümkündür; ya Doğu Avrupa ülkeleri ve Balkanlar için ne demeli? Daha düne kadar eski Yugoslavya sınırları dâhilinde kalan Hırvatistan ile sınırdaşı Bosna-Hersek arasında, fiyatlar açısından dağlar kadar fark var. Bosna’da, Baş Çarşı’da 15- 20 TL’ye yiyeceğiniz yemeğe Hırvatistan’da 70-80 TL ödersiniz. Yine Bosna’da 80 TL’ye bulacağınız otel, Hırvatistan’da 200-250 TL civarındadır. Yani Bosna’da yemek için ödediğiniz para ile, abartı olmasın, Hırvatistan’da ancak bir kahve içebilirsiniz. AB’de, avronun resmi para birimi olduğu bölgelerinin hiçbirinde, marketlerde bir şişe su 1 avrodan aşağı değil.
Parasal birlik, fiyatları uçurdu
Doğu Avrupa’da, AB’ye üye olan Romanya ile üye olmayan Moldova ve Ukrayna arasında, fiyatlar açısından çok büyük fark var. İki yıl önce araba ile Romanya’dan Ukrayna’ya geçince yol üzerinde hâlâ atla çift süren çiftçilere rastlamış ve şaşırmıştım. Oysa yazları turist kaynayan Bükreş’te fiyatlar kısa sürede Batı Avrupa ülkeleri seviyesine çıkmıştı. Mayıs ayında Prag’dan Viyana’ya doğru yol alırken, bir ara yolumuzu şaşırıp 100-150 km kırsal kesimden geçtik. Yol üstünde küçük bir kasabaya girdiğimizde, âdetâ sosyalist dönemden kalma bir düzenle karşılaştık. Kasabadaki lokanta self-servis idi. Koca tabaklara doldurulmuş iki porsiyon sulu köfteye, Çek korunası ile 2 avroya denk gelen bir hesap ödedik. Oysa daha bir gün önce Prag’da, sadece otopark için 26 avro ödemiştik.
Birkaç gün önce Ukrayna’da, başkent Kiev’de mahalle arasındaki bir pazar yerinde, kadınların bir iki kilo armut veya üzümlerini satmak için güneş altında nasıl sabırla beklediklerine tanık oldum. Kuşkusuz bizde de, bazen pazarda sadece bir iki kilo sebze veya meyve satanlara rastlamak mümkündür; ancak bu pazardaki her satıcının önünde topu topu birkaç kiloluk bir şeyler vardı. 20 grivna (Ukrayna para birimi; toplam yaklaşık 2.6 TL) verip bir kilo armut aldığımızda satıcı kadının yüzü gülmüştü.
Yazları Ukrayna’da özellikle Karadeniz sahil şeridine yönelik ciddi bir iç turizm hareketi var. Eğer önceden bilet alınmamışsa tren ve otobüslerde yer bulmak kolay olmuyor. Biz de Odessa’dan Zaporojiya’ya yer bulamayınca, Bla Bla Car yoluyla dönmeye karar verdik. Son yıllarda Avrupa’da oldukça yaygınlaşan Bla Bla Car, genellikle iller arasında bir yerden diğer bir yere giden sürücünün masraflarını düşürmek amacıyla yanında yolcu taşıması. İşte biz de bu yolla, 14 Ağustos’ta Odessa’dan Zaporojiya’ya doğru yola çıktık. Sürücümüz Vlademir, daha önce tır şoförlüğü yapmış gayet neşeli ve esprili biriydi. Birkaç kelime Türkçe biliyordu, ancak Türkiye’de adını saymadığı il ve ilçe yoktu. Her tarafa uğramıştı ve her yerde birilerinin adını sıralıyordu. Bizleri yol üzerinde, çoğunlukla kamyoncuların uğradığı, yan yana dizilmiş küçük lokantalardan birine götürdü. Aşçı ile şakalaşmasından belliydi ki burası her zaman uğradığı bir mekândı. Siparişleri kendisi verdi. Biraz sonra önümüze, koca kâselerde üç tavuk çorbası geldi. Kâseden ziyade büyük sahanları andıran kapların içinde tavuk parçaları, makarna ve patates vardı. Daha sonra da üç porsiyon peynirli köfte masanın üzerine bırakıldı. Üçümüzün hesabı toplam 140 grivna tutmuştu. En az beş altı farklı dükkânın olduğu bu yerde tuvalet bile yoktu ve su kuyudan çekilip veriliyordu.
Peki, yarın Ukrayna Avrupa Birliği’ne girdiğinde, acaba üç kişi böylesine otantik bir yerde 18 TL’ye yemek yiyebilecek mi? 1990’ların başında çoğu Balkan ve Doğu Avrupa ülkesinde fiyatlar aşağı yukarı böyle idi.
Evet, AB, hayatın her alanına bazı standartlar getiriyor ve kıta Avrupası’nda globalleşmeye büyük bir katkı sunuyor. Buna karşılık AB’ye geçen her ülkede, fiyatlar avro bazında birden bire birkaç misline fırlıyor. Sınırların kalkması ve hukuk devleti uygulamaları muhteşem, lâkin parasal birliğin fiyatları katlanılmaz bir seviyeye çıkartması ayrı bir dert. Kısacası ben AB’ye evet derken, parasal birliğe hayır diyorum.