Javier Milei yalnızca eski bir rock yıldızı, klonlanmış beş köpeğin sahibi ve kendini “anarko-kapitalist” olarak tanımlayan biri değil. Kendisi aynı zamanda 22 Ekim’de Arjantin’de yapılacak başkanlık seçimlerinin de önde gelen adaylarından. Batılı uzmanlar Milei’nin adaylığının ne anlama geldiğini merak ediyorlar.
Birçokları Milei’yi “sağcı”, “aşırı sağcı” ya da “popülist” bir aday olarak tanımlıyor. Donald Trump ve Jair Bolsonaro gibi popülist politikacıları yüksek sesle destekleyen Milei, yakın zamanda aşırı sağcı yayıncı Tucker Carlson ile yaptığı bir röportaj sırasında Black Lives Matter, LGBT ideolojisi, feminizm ve iklim değişikliği gibi hareketleri küresel bir “sosyalist gündemin” parçası olarak reddediyordu.
Kendisini takip eden diğer insanlar ise Milei’nin harika bir liberter olarak anlaşılması gerektiğini savunuyorlar. Bu görüşlerini destekleyecek kanıtları da var. Ne de olsa Milei, Ludwig von Mises ve Friedrich von Hayek tarafından popüler hale getirilen Avusturya Okulu metodolojisini temel alan bir ekonomist.
Milei fikirlerini Alberto Benegas Lynch’in danışmanlığı altında geliştirdi. Benegas’ın “Özgürlük Çalışmaları Merkezi” Peronizmin düşmanca ortamında Arjantin’in klasik liberal düşünce geleneğinin yaratılmasına ve sürdürülmesine yardımcı olmasıyla tanınmakta.
Ayrıca, sokakta öpüşen iki erkek görürse şiddet uygulamakla tehdit eden Bolsonaro gibi popülistlerin aksine Milei, hem eşcinsel evliliği hem de transseksüel haklarını destekleyerek birçok sosyal meseleye karşı ‘yaşa ve yaşat’ yaklaşımını benimsemektedir.
Milei konusunda yapılan tartışmalarının her iki tarafı da kendi pozisyonlarının birbirini dışladığını öne sürmekte. Bu yaklaşımlara göre Milei ya Ayn Rand’a benzeyen uç bireyci bir liberter ya da Macaristan Başbakanı Viktor Orbán’a benzeyen sağcı bir popülisttir.
Fakat esasında Milei her ikisidir. Bu kombinasyonda özellikle olağandışı veya şaşırtıcı bir şey de yok. John Tomasi ve benim liberteryen düşüncenin yakın tarihini işleyen The Individualists adlı kitabımızda belgelediğimiz üzere, liberteryenizm doğası gereği esnek bir ideolojidir. Yaklaşık 200 yıllık tarihi boyunca hem radikal hem de gerici biçimler almıştır.
Örneğin, on dokuzuncu yüzyılda Lysander Spooner ve Voltairine de Cleyre gibi liberterler bir dizi ilerici toplumsal hareketin öncüsü olmuşlardır. Liberterler radikal kölelik karşıtları, kadın hakları savunucuları olmuşlardır. Militarizm ve sömürgeciliği ısrarlı biçimde eleştiriyorlardı. Hatta bazı durumlarda sömürücü ücretli emek düzenini ve özel toprak mülkiyetinin de karşısında konumlanıyorlardı.
Fakat yirminci yüzyılın ortalarına gelindiğinde libertarizm sağa dönmeye başlar. Sosyalizmin ortak tehdidiyle karşı karşıya kalan ABD’deki liberterler, iç politikada New Deal’e ve yurtdışında uluslararası komünizme karşı savaşmak için muhafazakârlarla sıkıntılı bir ittifak kurar. Bu dönemde ekonomik özgürlüğün savunulması ön plana çıkarken, devlet kapitalizmi ve toplumsal hiyerarşiye yönelik radikal eleştiriler ikinci plana itilir.
Dolayısıyla, Milei’nin özgürlükçü olduğu sonucuna varsak bile, bu bize onun nasıl yöneteceği konusunda fazla bir şey söylemez. Tüm liberterler özel mülkiyete, serbest piyasalara ve sınırlı hükümete bağlı olsalar da, bu idealler ilerici ya da gerici bir yönde hareket etmeye izin veren olağanüstü geniş bir yorum yelpazesine tabidir. Buna örnek verecek olursak: Milei’nin yasal kürtaja karşı çıkması, çoğu kadının kendi bedeni üzerinde egemenlik hakkı olduğuna inanan ABD’li liberteryenler arasında muhtemelen azınlıkta kalan bir tutumdur. Ancak Milei gibi ‘kürtaj karşıtı’ liberterler doğmamış çocuğun da hakları olduğunu savunabiliyorlar.
Benzer şekilde, ABD’deki pek çok liberter, insanların barışçıl ve gönüllü tercihlerine karşı zorlayıcı devlet müdahalesi politikalarının, örneğin “uyuşturucuya karşı savaş” ve “kısıtlayıcı göçmen politikalarının” sona erdirilmesini desteklemektedir. Fakat Milei’nin bu konulardaki daha muhafazakâr ve reaksiyoner pozisyondadır. Bu pozisyon liberter temelde de gerekçelendirilebilir: Modern refah devleti, vergi mükelleflerinin bazen diğer insanların seçimlerinin bedelini ödemek zorunda kaldığı bir dünyayı beraberinde getirmiştir. Peki ya uyuşturucuyu yasallaştırmak ve sınırları serbest bırakmak mevcut vatandaşlar için daha ağır vergiler anlamına geliyorsa – ki liberterler bunu daha fazla devlet müdahalesi ve zorlama ile eş tutmaktadır, o zaman ne olacak?
Günün sonunda, zeki bir filozofun ya da fırsatçı bir politikacının tercih ettiği hemen her politika önerisi için yarı makul bir liberter gerekçe bulması nispeten kolay görünüyor. Milei’nin durumunda ise, kendisi hali hazırda bize popülist eğilimli bir liberter gündemi takip edeceğine dair her türlü işareti vermişti.
ABD’deki, Murray Rothbard ve Lew Rockwell’in “paleo-libertarizm” görüşlerinden, liberter popülizmin neye benzeyebileceğine dair bir fikir edinmiştik. Bu ekol 1990’ların başında David Duke gibi ırkçı politikacılara, ulusalcı ve son derece kısıtlayıcı bir göç politikasına, hatta polisin suçluları ve “serserileri” şiddetle bastırmasına kadar yoğun bir desteğin kaynağı oldu. Bu görüşler Trump’ın başkanlığından bu yana yeniden canlandı, hatta ABD’deki Liberter Parti’ye tamamen egemen oldu.
Bu nedenle bireysel özgürlüğe değer verenler Milei’yi desteklemeden önce dikkatli olmalıyız. Evet, o bir liberter; ve evet, liberterler bireysel özgürlüğe inanırlar. Fakat buradaki asıl problem kimin özgürlüğü sorusu ve bu özgürlüğün savunulmasının hangi özel politikaları gerektirdiğidir. Milei’nin bu konularda vereceği cevaplar diğer pek çok liberterin (ya da herhangi birinin) duymak istediği cevaplar olmayabilir.
Çeviri: Hasan Ayer.