11 Mart 2020 günü bütün Türkiye, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın açıklamasına kitlenmişti. Fahrettin Koca bütün sakinliğiyle herkesin tahmin ettiği gelişmeyi duyurdu: Türkiye ilk resmi COVİD pozitif vakasını tespit etmiş, yurtdışından gelen bir vatandaş hastaneye kaldırılmıştı.
Kısa bir zaman içerisinde 7 milyon insanın ölmesine, sınırların, okulların, iş yerlerinin kapanmasına, Trump’ın seçimleri kaybetmesine, hayatın durmasına sebep olacak COVİD-19, artık Türkiye’deydi. Yabancı ülkeler sınırlar kapanmadan Türkiye’deki vatandaşlarına geri dönmeleri için çağrı yapıyor, özellikle Batı ülkeleri kendi sağlık sistemlerinin bu tür bir pandemiye karşı çok daha dayanıklı olduğunu vurguluyordu.
Vatandaşlarına evinize geri dönün çağrısı yapan ülkelerden biri de Kanada’ydı. Kanada Başbakanı Justin Trudeau, 16 Mart’ta dünyadaki bütün Kanada vatandaşlarına “evlerinize dönün” demiş, Türkiye’de ilk vakanın açıklanmasından 3 hafta sonra ise Kanada’nın Türkiye Büyükelçisi Jamal Khokhar “eve dönüş” için lojistik detayları paylaşmıştı.
Birçok Kanadalı, Trudeau’nun çağrısına uyup “evine” dönerken, 30 senedir Türkiye’de yaşayan Robert Kolej’in efsanevi hocalarından Kanada vatandaşı Cyrus Carter yıllardır ikamet ettiği Üsküdar’da kalmayı tercih etmişti.
Cyrus Carter (Credits to: Alex Downs)
Cyrus Carter, bu tercihini şu sözlerle açıklamıştı:
“Yurt dışında yaşayan bizler için bir soru: Doğduğumuz ülkelerin vatandaşları olarak bize ‘eve’ dönmemizin söylenmesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Peki ya şu anda bulunduğunuz yer ‘ev’se? Benim evim Türkiye. Vatandaşlığım ise Kanada’da. Her birini çok farklı nedenlerden dolayı seviyorum.
Bize ‘eve’ gelin demeyin. Yurt dışında yaşayan bizler, dünyadaki bu dar görüşlülüğe, onlar-biz düşüncesine karşı son kaleyiz. Nefret eden bir dünyaya karşı son kale biziz. Şu anda dünyada iki virüs var: (1) Covid-19 (2) Kötü ruhlu ve dar görüşlü bir milliyetçilik.
Eve gitme. Evde kal.”
Herkesin panik olduğu bir dönemde aldığı bir kararı bu denli derin bir felsefeyle açıklaması belki Cyrus Carter’i yakından tanımayanlara tuhaf gelebilir. Fakat kendisiyle en az 10 dakika konuşmuş olanlar için asla şaşırtıcı değil.
Zira 5 Aralık Çarşamba günü maalesef aramızdan ayrılan ve “evi” olarak gördüğü Türkiye’ye çok erken veda eden Cyrus Carter, sadece Robert’in en çok sevilen hocalarından biri değil, aynı zamanda okuduklarıyla, düşündükleri ve düşündürttükleriyle, yaşam enerjisiyle, sanata olan tutkusu ve bilgisiyle, dünyada yaşanan her acıya duyarlı olan vicdanıyla bir “dünya entelektüeliydi”.
Giderek içe kapanan, “öteki”ye karşı büyük duvarların örüldüğü bir dönemde gerçekten bütün hayat felsefesi ve hikayesiyle Cyrus Carter“dünyadaki bu dar görüşlülüğe, onlar-biz düşüncesine karşı son kaleydi”.
“Göçmenlerin halini” anlamak için göçmen olmak
30’lu yaşlarındaki genç İngilizce öğretmeni Cyrus Carter’i taşıyan uçak, 27 Ocak 1990 günü İstanbul’a indi. Carter, Üsküdar Amerikan Lisesi ile kısa dönemli bir sözleşme imzalamıştı. Türkiye’de uzun bir süre kalmayı planlamıyordu. Kısa vadeli hedefi kendi tabiriyle “Avrupa dil ailesine ait olmayan yeni bir dil öğrenmek, Kanada’da yıllardır eğitim verdiği göçmenlerin hayat tecrübesini yabancı bir ülkede yaşayarak anlamak”tı.
Üsküdar Amerikan Lisesi’nin 1876 yılında Bahçecik’teki binası, günümüzde metruk durumda. Okul ilk başta Kocaeli, Bahçecik’te yaşayan Ermeniler için Amerikalı Protestanlar tarafından kurulmuş, 1915’ten sonra taşınmış, 1920’li yıllarda ise günümüzdeki kampüsünde, Üsküdar Bağlarbaşı’nda Üsküdar Amerikan Lisesi adıyla faaliyetlerine devam etmişti. Okul şu anda Tarsus ve İzmir Amerikan Liseleriyle birlikte bir Türk vakfı olan SEV’in yönetiminde.
Cyrus Carter’in kısa bir süreliğine geldiği İstanbul macerası pek planladığı gibi gitmedi. Carter yaptığı kısa dönem sözleşmeyi uzattı; tam 9 sene boyunca Üsküdar Amerikan’da çalıştı, 2 sene Ortaokul Müdürlüğü görevini üstlendi. Ardından MEF’in uluslararası okulunun kurucu müdürü oldu, 5 sene de Koç’ta İngilizce departmanın başkanı olarak çalıştı. 1996 yılındaysa kendisi gibi başarılı bir eğitimci olan Üsküdar Amerikan Lisesi’nin 1975 mezunlarından Dilek Yakar ile evlendi, her fırsatta öğrencilerine eşine ne kadar aşık ve hayran olduğunu anlattığı mutlu bir birlikteliğe imza attı. Carter “Göçmenleri anlamak” için geldiği İstanbul’da artık göçmen değildi, İstanbul evi ve ailesi olmuştu.
Cyrus Carter, Robert Kolej’de
Türkiye’deki 16. yılında ise 17 sene boyunca çalışacağı Robert Kolej’de öğretmenliğe başladı, hazırlık sınıfının koordinatörü oldu. Matematik, fen gibi derslerin İngilizce görüldüğü, müfredatın oldukça ağır olduğu Robert Kolej’i yeni kazanan öğrencilerin uyum sağlaması, İngilizce’yi ana dili konuşabilmesi için en önemli sene hazırlık sınıfıydı, Cyrus Carter da bu sınıfın mimarlarından biri olmuştu. Okunan kitapları belirliyor, ders içeriklerini ve müfredatı güncelliyordu.
Türkiye’nin en prestijli ve köklü okulu Robert Kolej’de çalışmak Cyrus Carter için alışılmadık bir deneyim değildi. Carter, 1975 yılında New York, Manhattan’da bulunan ve ABD’nin en prestijli ortaokullarından Dalton School’da okumuş, edebiyat, sanat, spor odaklı bir genel kültür eğitimin nasıl akademik başarıyla harmanlanabileceğine başarılı bir öğrenci olarak bizzat şahit olmuş, Robertli öğrencilerine Dalton’daki anılarını, hocalarını sıklıkla anlatmıştı. Ayrıca bir Kanadalı olarak oldukça farklı olan New York ve Amerikan kültürünü bizzat yerinden, ama bir o kadar dışarıdan ve eleştirel olarak gözlemlemişti.
Mr. Carter, bütün bu hayat ve iş tecrübesiyle Robert Kolej’in hazırlık sınıfını bambaşka bir seviyeye çıkarmıştı.
“İnsanlık” eğitimi
Robert Kolej’in Gould Hall binası ve okulun sembolü haline gelen erguvanlar
Robert’i kazanan 14 yaşındaki bir çocuğun yaşadığı en büyük şoklardan biri, sadece kampüsün büyüklüğü ve güzelliği değil, aynı zamanda hazırlık sınıfında hiçbir şekilde klasik İngilizce eğitiminin olmamasıydı. Sadece İngilizce’nin konuşulduğu hazırlık derslerinde hocalar asla klasik bir eğitim vermez, grammer, kelime ezberi, İngilizce öğrenenlerin korkulu rüyası past perfect tense’lar uzun uzun anlatılmazdı.
Hazırlık öğrencileri yoğun bir genel kültür eğitimi alır, İngilizce makaleler yazar, sunumlar yapar, tiyatrolar oynar, münazaralara katılır, bu “başka” şeyleri yaparken bir yandan İngilizcesini geliştirir, hata yapa yapa öğrenirdi. İşte o “başka” şeyler de Mr. Carter’in müfredatı sayesinde Türkiye veya yurtdışındaki ortalama bir üniversite dersi gibiydi.
Hazırlığın asla değişmeyen klasik ders kitapları George Orwell’in 1984 ve Harper Lee’nin ABD’de siyahlara yapılan ayrımcılığı çarpıcı bir şekilde anlattığı Bülbülü Öldürmek’ti. Hazırlıkta okunan kitapların yazıldığı siyasi ve sosyal atmosferi anlamak için Sovyetler tarihi, Vietnam Savaşı, Hippiler ve savaş karşıtı gösteriler üzerine araştırmalar yapılır. Okunan her metin bir şekilde toplumsal meselelere bağlanır, konu hakkındaki bütün argümanlar tartışılır, eserin ilham olduğu filmler ve müzikler sınıfta dinlenirdi. Bu da yetmez- okunan kitaplardan hareketle küçük İngilizce piyesler, şiirler, resimler hazırlanır, sınıflar arası yarışmalarla öğrenciler “tatlı bir rekabet”e hazırlanırdı.
Robert’e ilham olan bu eğitim kökenlerini “Studia Humanitatis”, yani İnsanlık eğitiminden, alıyordu. ABD’de “humanities” adını taşıyan bu yöntem, her ne kadar yavaş yavaş piyasa odaklı bir eğitim için terk edilse de Dalton, Robert Kolej gibi köklü okullarda yerini koruyor, sanat tarihi, edebiyat, felsefe, yabancı dil eğitimi, spor ve sanat odaklı “insan olmak üzerine” düşünmeyi teşvik eden bir eğitim modeli olarak uygulanıyordu. Sadece hazırlıkta değil, bütün öğrencilerin seçmeli olmasına rağmen zevkle aldığı Sanat, Toplum ve Edebiyat (ASL), Film ve İngilizce, Seramik, Modern Edebiyat gibi derslerle Robert’in 5 senelik bütün müfredatı bu mantıkla oluşturuluyordu.
İşte Mr. Carter, bu “insanlık eğitiminin” her yerindeydi. Bir yandan İngilizce hazırlık sınıflarına giriyor, müfredatı hazırlıyor, bir yandan 11. sınıflara sanat tarihi dersi açıyor, sınıfını İtalya’ya kültür gezisine götürüyor, Ekonomi İngilizcesi dersi veriyor, birden fazla kulübe danışmanlık yapıp öğrenci değişim programları organize ediyor, Model Birleşmiş Milletler kulübünün danışmanı olarak dünyadaki bütün güncel gelişmelerin tartışıldığı etkinliklere yardımcı oluyordu.
Geçmişe dönüp bakınca bu paha biçilemez eğitimin en büyük mimarının Cyrus Carter olduğunu anlamamak zor değil. Çünkü Mr. Carter, sadece derse girip çıkan bir öğretmen değildi. Dünyada yaşanan her gelişmeyi takip eden, yapay zekadan dünyadaki farklı seçim sonuçlarına farklı güncel olaylar hakkında okumalar yapan, öğrencileriyle bir sanat eseri hakkında saatlerce konuşabilen, okunması gereken her kitabı okumuş, her filmi izlemiş bir “Rönesans insanıydı”.
Ve bütün bu meziyetlerini sadece kendine saklamıyor, o samimi “Kanadalı” gülüşü ve kibarlığıyla öğrencisi olsun veya olmasın her bir öğrenciyle bizzat ilgileniyor, yüzü düşük olan bir öğrenci gördüğü anda “Neyin var, konuşmak ister misin?” diyor, elinde kitap gördüğü öğrenciye “Güzel mi? Bana da önerir misin?” diye soruyor, bitmeyen enerjisini koridorda, sınıfta gördüğü herkese yayıyordu.
Mr Carter’i en iyi anlatan fotoğraflardan biri. Cyrus Carter, 30 senedir olduğu gibi öğrencileriyle bire bir ilgileniyor. (Credits to: Alex Downs)
Özellikle hazırlıkta zorlanan ve İngilizce’yi diğer öğrencilere nazaran daha ağır bir Türk aksanıyla konuşan öğrencileri her seferinde teskin ediyor, önemli olanın aksan değil, akıcılık olduğunu söylüyordu. Belki İngilizce öğrenen bütün Türklerin duyması gereken o altın tavsiyeyi her seferinde tekrar ediyordu. (Şahsen kendisiyle yaptığım 15 dakikalık bir koridor konuşması, özgüvenimi bugüne dek ayakta tutan motivasyonlardan biri. Başka bir hazırlık hocamın İngilizce aksanımı eleştirdiği için üzüldüğümü anlayınca “Benim de Türkçem aksanlı, senin İngilizcenin de aksanlı olması gayet normal” deyip önemli olanın akıcılık ve içerik olduğunu söylemişti. Hazırlık sınıfları arasında düzenlenen ve benim dışımda herkesin Shakespare gibi isimlerden ilham alarak katıldığı piyes yarışmasında Survivor yarışmasını anlatan bir oldukça saçma bir piyesle, ağır aksanlı İngilizcemle birinci olduğumda beni en çok tebrik edip cesaretlendiren de Mr. Carter’di. Diğer hocam, aksanım ve skecin laubaliliği nedeniyle beni tebrik etmemiş, “popülizm” sayesinde kazandığımı söylemişti.)
Verdiği destek sadece duygu ağırlıklı değildi. Mr. Carter, hayatının her aşamasına yansıttığı üzere demokrasiye, insan haklarına, özgürlük ve eşitlik gibi kavramlara sıkı sıkı bağlı, açık görüşlü gerçek bir demokrattı. Robert’in temel değerlerinden biri olan çok kültürlüğe, ırksal ve dini önyargılardan arındırılmış bir insanlığa inanıyordu. Suriye’den Çin’e, Filistin’den Amerika’ya yaşanan her insan hakları ihlalini takip ediyor, bir dünya vatandaşı bilinciyle ırk, din, dil fark etmeksizin herkes için adaleti savunuyordu. 14 yaşındaki öğrencilerinden daha fazla Türkiye’de yaşamasına rağmen her öğrencisinden bir şeyler öğreniyor, eğitimi her zaman çift taraflı bir diyaloğa çeviriyordu.
Aynı zamanda yabancı arkadaşlarının evi olarak gördüğü Türkiye’ye gelmesi için çabalıyor, adeta Türkiye’nin gönüllü bir turizm acentası gibi tatil beldelerini, fırsatlarını paylaşıyordu.
Sanırım bu nedenle 30 sene boyunca eğitim verdiği yüzlerce öğrenci, yine bir kış günü geldiği İstanbul’a, yani evine 5 Aralık günü veda eden Cyrus Carter’in vefat haberini alınca yıkıldı. Mr. Carter’in dünyanın dört bir yanına dağılan öğrencilerinin hayatına nasıl dokunduğunu anlamak için vefatının duyurulduğu gönderinin yorumlarına bakmak kafi.
https://www.instagram.com/p/C0dlZSxoTn3/?img_index=1
“Son kale” yıkılmadı…
Mr. Carter, Gould Hall’dan gün doğuşuna izliyor
65 yaşında kaybettiğimiz Mr. Carter, eğer hastalığını atlatabilseydi bu Ocak ayında emekli olacak, çok sevdiği Bodrum’daki yazlığında belki bugüne dek üzerine düşündüğü meseleler hakkında yazılar yazacak, anılarını kaleme alacak, eğitim üzerine çalışmalar yaparak her zaman yaptığı gibi başka öğretmenleri etkileyecek, böylece Robert’te eğitim alamayacak kadar imtiyazlı ve şanslı olmayan çocukların da hayatına dokunacaktı.
Ne yazık ki Mr. Carter, sadece emeklilik hayallerini değil, dünyaya dair hayallerini de tamamlayamadan bu dünyaya veda etti. Dünyanın gözü önünde Filistinli çocukların katledildiği, açılan her sandıktan radikallerin çıktığı, otoriterliğin küreselleşerek yeniden yükselişe geçtiği, 90’larda yıkılan duvarların yükseldiği, önyargıların ve nefretin pekiştiği bu dönemin sona erdiğini, işlerin iyiye gittiğini göremedi.
Büyük ihtimalle 90’lardaki demokrasiye geçiş dalgasının heyecanıyla daha “iyi” bir dünyanın mümkün olduğuna inanan Mr. Carter, yıllar önce yıkılışını izlediği ne kadar duvar varsa hepsinin yeniden yükselişine şahit oldu.
Fakat geriye belki hiç kimsenin hayal bile edemeyeceği büyük bir miras bıraktı. Batı ile Doğu’nun birleştiği, farklı kültürlerin, yaşam tarzlarının melezlendiği bir kentte, Halide Edip’ten Behice Boran’a, Bülent Ecevit’ten Selçuk Bayraktar’a birbirinden farklı binlerce mezun veren Robert Kolej gibi prestijli bir okulda, “biz-onlar” ayrımını reddeden, dar kalıpları kıran, açık görüşlü yüzlerce öğrenci yetiştirdi. Hepsinin hayatına dokundu, derdine derman oldu, bütün pozitif enerjisi ve bitmek bilmeyen öğrenme, öğretme azmiyle rol model oldu.
Şimdi yetiştirdiği öğrenciler dünyanın dört bir yanında, New York’ta, İstanbul’da, Londra’da, Delhi’de, Pekin’de, Dubai’de. Farklı sektörlerde, farklı uğraşlarda. Kimisi gazeteci, kimisi mühendis, kimi tasarımcı, akademisyen, doktor. Fakat hepsinin hayatında, zihninde Cyrus Carter’in izi var.
Bu nedenle hikayesi de yarım kalmayacak. Hayatına dokunduğu, örnek olduğu öğrencileri dünyaya ait yarım bıraktığı ne kadar hayali varsa hepsini elbet bir gün tamamlayacak.
Ne kadar yoğun olursa olsunlar o filmleri, romanları okuyacak, o müzeleri gezip beğendikleri o heykelin hikayesini araştıracaklar. Sabahtan akşama stresli bir şekilde çalışsalar da yüzlerindeki gülümsemeyi arkadaşlarından, komşularından esirgemeyecekler. Sadece “kendilerine” benzeyenin değil, ötekinin de derdine ortak olacaklar. Dünyanın dört bir yanında ne yaşanıyor, kimler iyi bir şey yapıyor, kimler acı çekiyor, kim hangi yeni bir fikir yazıyor, hepsini takip edecekler. Bu dünyayla ilgili, insanlıkla ilgili söylenmiş ne kadar söz varsa hepsinin peşinden koşacaklar. Kalplerini en sahici şekilde açacak, yeri geldiğinde de sevgiyle ve aşkla hayatı güzelleştirmeyi bilecekler.
Huzur içinde uyuyun Cyrus Hocam.
Öğrettiğiniz gibi bir gün mutlaka bu dünyayı herkesin “evi” yapacağız.
“Son kale” yıkılmadı. Buradayız, siz de hep burada kalacaksınız.
“Evinizde”