Erkekleri Koruma Derneği (EKD) sizce erkekleri kimlerden ya da nelerden korumaktadır?
Evet, bildiniz. Kadınlardan, kadın iftiralarından, kadın şiddetinden, kadın vicdansızlığından. Peki Türkiye’de erkeklerin maruz kaldığı şiddet, iftira ve vicdansızlığın esas kaynağı nedir? Erkek cinayetlerinin failleri ezici çoğunlukla erkekler midir? Kadın cinayetlerinde failler de mi erkeklerdir? Bunlar bize çok basit sorular gibi gelebilir ama EKD’nin bu perspektiften bakmasına yani olguları dikkate almasına, herhangi bir iddia ileri sürerken bile, gerek yok!
Kısa bir süre önce kurulduğunu anladığımız EKD’nin web sayfasına bakınca, erkeklerin kadınlardan korunmaya çalışıldığı, bunun için de harıl harıl örnek “vaka” arandığı anlaşılıyor. Dernek Başkanı cümlelerine “erkeklerin hakları” ya da “erkeklerin mağduriyeti” diye başlayıp, anlamı aralarda bir yerde kaybedip “kadınlarımız” ile eşit olmayı istediklerini de ifade ettiğinden, esas amacın eşitlik olduğu sonucuna, zar zor da olsa, gelebiliyoruz. Anlam ya da olgusallık konusunda sıkıntımız devam etse de…
Uzunca bir zamandır sözcükler arasındaki bağlantıları kaybettik. Orwell’in “1984” modeli anlaşmaya çalışıyoruz, ülkemizin “Yenikonuş”u oluştu belli bir süredir. “Çiftdüşün” konusunda uzunca bir yol katettik: Aynı kavrama, ilişkilendirdiğimiz kimlik ile bağlantılı olarak zıt anlamlar yükleyebiliyoruz, gönül rahatlığıyla ve hatta bazı durumlarda maharetle. Bu mesele, başka yazıların konusu olsun. Biz erkek mağduriyeti söyleminin inceliksiz “çiftdüşün”üne ve EKD’ye dönelim.
Derneğin sloganı “Artık Yanlış Değilsiniz”. Alın size yeni bir anlam bulanıklığı… “Bu vakte kadar yanlıştınız, bundan sonra doğru yolu bulacaksınız” olarak değil de “Ey erkekler, kimliğinize sahip çıkın, utanılacak bir şey yapmıyorsunuz!” olarak anlamak gerek diye düşünüyorum. Büyük ihtimalle böyle ama başka bir ihtimal daha var bence: Herhangi bir şey yazarken/söylerken/anlatırken “öfkemsi bir bangırtı” dışında herhangi bir anlam, derinlik vs aramıyor EKD yöneticileri. Amaç; gürültü çıkarmak, anlamakla ya da anlam arayışıyla ilgisi olmayan çok sayıda insanın dikkatini çekmek.
Derneğin kimlerden oluştuğunu web sayfasından anlayamıyoruz, erkeklerin (varlığından emin olduğumuz) mağduriyetlerini hangi çerçevede incelediklerini ve gidermeye çalıştıklarını öğrenemiyoruz, ama özgüven konusunda sıkıntı çekmedikleri kesin.
Erkekler tarafından öldürülen kadın sayısının resmi rakamlarla bile günlük ortalamasının “birkaç”ı bulduğu ülkemizde, EKD’nin 4-5 ayda biriktirebildiği haber sayısı 6.
Bu 6 haberin başlıkları şöyle:
. Erkeklerin Maruz Kaldığı Şiddet: İstanbul’daki Şok Edici Olay
. Nevşehir’de İftira Krizi: Gerçekler ve Erkek Mağduriyeti
· Muğla Menteşe’de, genç bir kızın cinsel istismar iddiasıyla şikayette bulunduğu Dr. Ufuk S. hakkındaki suçlamaların asılsız olduğu ortaya çıktı.
· Neymar Davasında Şok Gelişme: Tecavüz İddiaları İftiraya Dönüştü
· İftira İddiaları Hayatları Kararttı! – İtiraf: ‘Çok Vicdan Azabı Çekiyorum’
· Eğlence dolu gece kıskançlık cinayetiyle sona erdi: 7 aylık koca öldü!
Haberlerin içeriği ise alabildiğine basmakalıp, neredeyse tamamen totolojik, birkaç belirsiz istisna dışında, olgusal bir veriye rastlamanın mümkün olmadığı ifadelerle dolu:
“Yanıltıcı bilgilerin yarattığı toplumsal sorunlar bir kez daha gözler önüne seriliyor”;
“Genç bir kadının asılsız iddiaları polis kaynaklarının boşa harcanmasına neden oluyor”.
Neyin nereden habere ekleneceği belli olmuyor, haberin bir yerinde önemli bir gerçek açıklanır gibi, “Erkek hakları ve iftiraların yıkıcı etkileri, cinsiyet ayrımı yapmaksızın, adaletin tarafsızlığını ve toplumsal eşitliği korumak adına önemli konulardır” tespitinde bulunuluyor. Artık bu tespitlerin neyi ne kadar tespit ettiğini anlayabilirseniz…
Haberler “ortaya karışık” bir safsatalar serisi… Örneğin, Brezilyalı futbolcu Neymar’ın hakları da ihmal edilmiyor. Ünlü futbolcu, beraber olduğu bir kadın tarafından tecavüzle suçlanıyor, ardından Neymar da kadın hakkında “dolandırıcılık, gasp ve iftira” suçlamalarıyla dava açıyor. Haberden anladığımız kadarıyla henüz ortaya çıkan bir hüküm vs yok ama EKD editörünün kılı kırk yaran (!) ön görülerini takip etmek şansı buluyoruz: “İddiaların ardından ortaya çıkan gerçekler kamuoyunda büyük yankı uyandırıyor, olayın bundan sonraki gelişmeleri merakla bekleniyor…”
Başka bir habere göre, davada faillerin erkek olduğu kesinleşmiş “taciz” ve Yargıtay’a taşınmış “kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma” kararlarına rağmen; şikayetçi kadın, birden vicdanen aşırı rahatsız oluyor ve iftira attığını “itiraf” ediyor. Bu ani rahatsızlığın ve ardından gelen itirafın nasıl bir süreçten kaynaklanabileceğini, insanın kendisini ya da yakınlarını tehdit altında hissettiğinde ne kadar çaresiz kalabileceğini, pek tabii ki, biliyoruz, ama haberin son satırına da inanmamız bekleniyor: “İftira atan H.S.G. (daha önceki şikayetleri yargı tarafından doğrulanmış olan kadının adının soyadının baş harfleri-GS) ise vicdan azabı içinde gerçekleri anlatarak adil bir sonuç almayı umut etmektedir.”
Bir çoğumuz geçen hafta ortaya çıkan bir “sansasyonel erkek mağduriyeti” haberi ile Erkekleri Koruma Derneğinin farkına vardık. Sosyal medyada ve daha sonra da çeşitli yayın mecralarında çıkan habere göre, “81 yaşındaki Züftü Şirin nafakasını ödemeyi unuttuğu için ağlayarak cezaevine girdi.”
Haber her yerde döndü durdu ama ayrıntıları, olguları öğrenme imkanımız olmadı. “Züftü Dede”nin durumunu “kendilerine yapılan ihbar”dan öğrenen EKD Başkanı “ödenmesi unutulan” “miktarı da yüksek olmayan” nafaka borcunu hemen ödedi, dedemizin mağduriyetini giderdi, sonrasında da cezaevinden çıkan Züftü Dede ile görüşmek, onun elini öpmek için memleketine doğru yola çıktı.
(Girilse oralardan çıkmanın mümkün olmadığı açıkça belli olduğundan) Detaylarına kasıtlı olarak girilmeyen bu dezenformasyonu, basmakalıp ifadelerle paylaşmakta beis görmeyen büyük haber ajansları ve çeşitli medya kuruluşları oldu. Sonrasında “gözyaşları” içinde bireysel hesaplara ya da trollere de yansıdı bu paylaşma hezeyanı: Yanlış yönlendirmenin farklı aşamalarının olabileceğini dikkate alma zahmetine bile girilmemiş, zaten çoktan belli olan amaca ulaşmak dışında nafaka hakkı karşıtlarının herhangi bir sorgulamaya girişmeyeceğinden emin, belki yanlış ve yönlendirici bilgi yayanların zihinsel kodlarıyla uyumlu bir basitleştirilmiş dezenformasyon örneği: “Bana ne, bana ne, asıl kadınlar bizim hakkımızı yiyor!!!” düzeyi.
Bu olayla ilgili Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun açıklaması EŞİK sayfasında şöyle özetlenmişti: “Nafaka mağduru olduğunu iddia eden erkekler hemen bu iddianın üzerine atladı ve sosyal medyada yaymaya başladı. Kaynak göstermeden, detayları belli olmadan yayılan bu ve benzeri haberler üzerinden nafaka hakkının tartışmaya açıldığının farkındayız. Kadın düşmanları, nafaka karşıtları ve buna alan açan medya ile bunlar bilinçli olarak, kadının haksız yere nafaka aldığını ima ediyor. Hepsi nafaka hakkını ‘eşit olması için düzenleyeceğini’ söyleyen Aile Bakanı’nın açıklamalarının ardından geliyor. Haberde geçtiği gibi ‘geçen ay nafakasını ödemediği için cezaevine girdiği’ iddiası üzerine düşünmenizi isteriz. Çünkü bunun için tazyik hapsi süreci uygulanana kadar icra takibi başlatılmış, borç yine ödenmemiş, dava açılmış, duruşma yapılmış olmalıdır. Bu işlemler bu kadar hızlı ilerlemiş midir? Yoksulluk nafakası evlilik birliğinin sona ermesi ardından maddi zorluğa düşen tarafa diğer tarafın gelirine göre bir oranla geçimlik ödemesidir. Burada sorgulanması gereken maddi zorluğa düşen tarafın neden çoğunlukla kadınlar olduğudur.”
Kadın örgütleri, diğer birçok kadın hakkı kazanımında olduğu gibi, nafaka hakkı kazanımına da bu tip konjonktürel saldırıların yapılmasına alışık. EKD’nin içerik olarak da üslup olarak da üstünde durulması gereken bir ağırlığı da yok aslında. Konu nafaka olunca, tuhaf ama medyatik ve kullanışlı örnekler, Acun Ilıcalı’lar, Mehmet Ali Erbil’ler havada uçuşuyor. Gerçek hayatta karşılığı olmayan “Bir gün evli kalıp ömür boyu nafaka ödeme yükümlülüğü altına girmek” mevzuu basitlik ve sansasyonellik gibi temel erkek mağduriyeti dezenformasyonu oluşturma pratikleri açısından pek dahiyane bulunduğundan olsa gerek çok seviliyor. İleri sürülenlerin yalan dolan ya da çarpıtma olması kimsenin umurunda olmuyor. Bu dezenformasyonun sefaletine bakmayın; yapımı da sürümü de çok kolay, çok zahmetsiz; saçma da olsa zemin sağlama işlevini yerine getiriyor.
EKD, evet saçma olduğu ölçüde işlevsel bir örnek. Zaten bu işlevselliği olmasa bu “zayıf halka”nın muhatap alınmasına gerek bile yok.
Peki, bu konuda yani nafaka hakkındaki “erkek mağduriyeti”nden bahseden daha donanımlı olmasını beklediğimiz (örneğin hukukçuların) dili nasıl? Aradığımız olgusallığı ve güçlü argümanları orada bulabiliyor muyuz? Yoksa yine bir dezenformasyon sefaleti ile mi karşı karşıyayız?
Bir sonraki yazıya buradan devam edelim. Neyi konuştuğumuzu neden konuştuğumuzu daha iyi anlamak için başka çare yok.