İddiaya göre İstanbul’daki Piyade Okulu’nda bu yıl yapılan 10 Kasım Atatürk’ü anma etkinlikleri sırasında bazı teğmenler yakalarına Atatürk fotoğrafı takmayı reddetti.
Yine iddiaya göre, bu duruma diğer bazı teğmenler (devre arkadaşları) tepki gösterdi ve teğmenler arasında arbede çıktı.
Arbedenin ardından, Atatürk fotoğrafını takmayan teğmenlerden biri karakola giderek şikâyetçi oldu ve darp raporu aldı.
Derken, Kara Kuvvetleri Komutanlığınca idari soruşturma başlatıldı.
Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, 16 Aralık’ta basın kuruluşlarının Ankara temsilcileri ile olan buluşmasında olaya dair şunları söyledi:
“Tuzla Piyade Okulu’ndaki olay 10 Kasım’da meydana gelen bir hadise. Bir tane öğrenci subayımız, yakasına takması gereken fotoğrafı takmıyor ve ‘toplu iğnem yok onun için takamadım’ gibi bir gerekçe ortaya sürüyor. Ona tepki gösteren başka öğrencilerle aralarında tartışma yaşanıyor. Bu olay sonucu hepsi geçici olarak görevden uzaklaştırıldı. Bu olayla ilgili mahkeme ve Yüksek Disiplin Kurulu’nda verilecek kararları duyuracağız. Sorumlu görülen yöneticiler de görevden uzaklaştırıldı. Bu aşamada olayı yanlış yerlere götürecek yorumlardan kaçınmalı ve adli sürecin sonuçlanması beklenmelidir.”
Bu açıklamalardan iki gün önce ise Yeni Şafak gazetesi bu olayı “Teğmen Cuntası” başlığı ile manşetten vermişti.
Yeni Şafak ciddi iddialarda bulunuyordu:
“Piyade Okulu’nda bazı teğmenlerin namaz kıldıkları için fişlenmeleri ve darp edilmelerinin ardından başlayan idari ve adli soruşturma bir teğmen cuntasının varlığını ortaya çıkardı. Darbe dönemlerini hatırlatacak bir bildiri yayınlamayı da planlayan cuntacı teğmenler yargılanmaktan çekindikleri için vazgeçti.”
Olayı “nasıl sızdılar?” “darbe” “cunta” gibi sansasyonel bir tercihle duyuran Yeni Şafak’ın haberine göre “Cuntacı teğmenler, daha Kara Harp Okulu’ndaki öğrencilik yıllarında sözde “Atatürkçülük” maskesiyle terör estirmeye başladı. Okul mescidinde namaz kılan öğrencileri “Atatürk düşmanı”, “tarikatçı-cemaatçi”, “irticacı” gibi ifadelerle fişleyen cuntacı teğmenler, dindar subayları fotoğraflarını paylaşarak hedef gösterdi, WhatsApp gruplarında cemaat ve tarikatlara galiz küfürler savurdu. Kara Harp Okulu’ndan Tuzla Piyade Okulu’ndaki Kursiyer Subay Taburu’na geçilince taciz daha da arttı. Olaylar, darp edilen 3 teğmenin şikayetiyle patlak verdi. İdari ve adli soruşturmalar, teğmen cuntasını ortaya çıkardı.”
Bu iddialarda yer alan bilgilerin neye dayandığı ve bir gerçeklik taşıyıp taşımadığı belirsiz.
Gazeteci Müyesser Yıldız ise olaya ilişkin yazısında “Yeni bir tasfiyenin mesajı mı?” sorusunu sorarak bu olayın “TSK’da Atatürkçülüğün yasaklanmasının hazırlıkları” olabileceğini gündeme getirdi.
Neticede, olaya ilişkin yorumları toparlarsak üç farklı okumanın olduğunu söylememiz mümkün:
Bir: Resmi makamlara (MSB) göre bu münferit ve “sınırlı” bir vaka ve abartılı yorumlarla konu büyütülmemeli.
En “sağduyulu” gibi görünen bu açıklamanın en sorunlu yanı, gerçekleri en çok görmezden gelen ve halının altına süpürmeye çalışan bakış olması.
Örneğin, diğer her şey bir yana, bizatihi Yaşar Güler’in teğmenin yakasına takmaktan imtina ettiği fotoğrafın Atatürk fotoğrafı olduğunu zikretmekten neden kaçındığı ve bu fotoğraftan sadece “yakasına takması gereken fotoğraf” şeklinde söz ettiği dikkatli gözlerden kaçmayacak bir ayrıntı olarak duruyor.
Güler böylelikle olaydaki ideolojik boyutu gözlerden kaçırarak konuyu bir disiplin sorununa indirmeyi amaçlıyor olmalı.
Yine o açıklamada, görevden alındıkları söylenen Piyade Okulu idarecilerinin hangi rütbe ve makamda oldukları da flu bırakılmış; bir üsteğmen mi yoksa bir general mi?
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Metin Gürak’ın sessizliği ise askeri cenaha ilişkin not edilmesi gereken bir diğer gösterge.
Yeni Şafak’ın haberindeki iddiaların kendisine kadar uzandığı MSÜ Rektörü, korgeneral eşiti rütbe ayrıcalıklarına sahip Prof. Erhan Afyoncu’nun sorumlu kişi olarak bu olayda isminin dahi geçmemesi ise, Harp Okullarını gerçekte kimin idare ettiğine ilişkin kolektif bilinç hakkında fikir verici.
İkinci ve üçüncü okumalar ise birbirini suçlayan bir nitelik taşıyor:
İki: Cumhurbaşkanına yakın gazeteye göre, olay münferit olmanın çok ötesinde ve Piyade Okuluyla sınırlı olmayan, Harp Okuluna uzanan ve daha üst rütbeli subaylarla da ilişkili olma ihtimali bulunan, dindar subayların fişlenmelerini ve cumhurbaşkanına hakaretleri de içeren daha kapsamlı ve organize bir hareket, düpedüz bir cunta örgütlenmesi.
Bu görüşle ilgili en hayati yan ise, bu görüşün, Cumhurbaşkanının görüşünü yansıtıp yansıtmadığı meselesi.
Üç: Yeni Şafak’ın “sözde” diyerek suçladığı Atatürkçülere göre ise bu, Atatürkçü subayların, bilinen kumpas yöntemleri kullanılarak şeytanlaştırılmasını ve tasfiye edilmelerini amaçlayan bir hamle.
Bu görüşle ilgili sorun ise, söz konusu şeytanlaştırma, kumpas ve tasfiye hamlesinin aktörünün kim olduğu konusunda adresi belirsiz bırakması.
Bu adres, örneğin, bir gazete olarak Yeni Şafak mı, yoksa onun yakın olduğu Cumhurbaşkanı mı? Yoksa Cumhurbaşkanının, Yeni Şafak’ın kışkırtıcı haberi üzerinden provoke edilme çabası mı söz konusu? Eğer böyleyse, Yeni Şafak’ın bu çabasının ardındaki irade kim/ne?
Öte yandan, ortada, kökleri 15 Temmuz sonrası Harp Okullarına öğrenci ve subay alımlarında SADAT’çıların görevlendirildiği iddialarına kadar uzanan, TSK kadrolarının yenilenmesinde kadro paylaşımına dair bir çekişme olduğu çok açık.
Çekişmenin tarafları (onlar her kim ise) bu olayın su yüzüne çıkarttığı bir momentte pozisyon almaya ve onu güçlendirmeye çalışıyorlar.
Alınan pozisyonların de facto “doğruluğunu” ve kimlerin açıkta kalacağını belirleyecek olan ise Cumhurbaşkanı’nın konuya yaklaşımı olacak gibi görünüyor.
Cumhurbaşkanının konuya yaklaşımını neyin belirleyeceğini ise şimdilik bilemiyoruz.
Cumhurbaşkanı ,Yeni Şafak’ın “cunta” “sızma” “fişleme” iddialarını sahiplenirse, gerçekten de orduda geniş çaplı yeni bir ihraç dalgası bekleyebiliriz.
Cumhurbaşkanının “Atatürkçü subayların tasfiyesi amaçlı bir kumpas” söylemini sahiplenme ihtimali ise epey düşük.
En kuvvetli olasılık, konuya tıpkı MSB Yaşar Güler gibi yaklaşması ve sorunu şimdilik sınırlı tutması veya tümden görmezden gelmesi olabilir.
Eğer bunu tercih ederse, aslında konuya “yaklaşmamayı” ve gayet bilinçli olarak “akışına” bırakmayı, tarafların pozisyonlarını olgunlaştırmasını beklemeyi tercih etmiş olacaktır.
Bu ihtimalde, taraflar pozisyonlarını olgunlaştırırken, “iğnem yoktu, o yüzden takmadım”, “beyler, takmazlarsa dövüyoruz” gibi saçmalıklarla fermante olan bir kurumun iyiden iyiye çürümesine tanıklık edeceğiz demektir.