Tuzla Piyade Okulu’nda 10 Kasım törenlerinde bir grup askerin Atatürk rozeti takmaması etrafında başlayan, bir kesimin ‘Yeni 28 Şubat’, diğer bir kesimin ‘Karşı 28 Şubat’ olarak nitelendirdiği olaylar silsilesini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu tür gelişmeleri soru işareti ve endişeyle karşılamak lazım. Bu ÜLKE bir askeri imparatorluktu, daha sonra ise bir askeri cumhuriyet oldu. Her ne kadar 15 Temmuz’dan sonra kimi analizcilere göre devr-i askeriye bitmişse de bunun böyle olup olmadığını bize zaman gösterecek. Silahlı Kuvvetler bir yanda elinde silahı olan güçlü bir yapı, diğer yandan ise siyaset hakkında fikri olan, siyasi iddiası olan bir yapı.
Asker-siyaset ilişkilerinde iki tür mesele ortaya çıkar. Birincisi kurumsal ve ideolojik olarak ordunun siyasete bakışı ve değerlendirmeleri, buradan hareketle devreye soktuğu yaptırım mekanizmaları. Bunların bittiği iddia ediliyor bugün, önemli ölçüde de doğru sayılabilir
İkinci mesele şu: Silahlı Kuvvetler söz konusu olduğunda ve Türkiye’de siyasi gruplaşmalar varlığını sürdürdüğü oranda, bu gruplaşmalar sert gruplaşmalar olduğu çerçevede TSK farklı grupların etkisine girebilmekte ya da TSK içerisinde farklı eğilimler doğup büyüyebilmekte. Ordu güç, elitçi dokusuyla ve siyasi niyet birikmesi itibariyle yatkın bir yapı.
Sözünü ettiğin olaya baktığımız zaman Atatürk rozeti takmak istemeyen bir grup ile diğer grup arasında arbede çıkıyor. Yazışmalar oluyor. Siyasiler duruma çeşitli biçimlerde müdahale ettiler. Silahlı Kuvvetler içeride böyle bir itiş-kakış olduğu zaman durumu kontrol altına almak için haklı haksız ayırmadan herkesi açığa alınır ya da disiplin soruşturması başlatır. Neden Atatürk rozeti takanlara ya da takmayanlara karşı ordu daha net bir tavır içerisinde olmadı şeklinde bir yaklaşım var. Bu bana çok manalı gelmiyor.
Milli Savunma Bakanlığı bu konuyu inceliyordur. Bakanlığın bu konuda bir zaaf içinde olduğunu düşünmüyorum. Ama bununla birlikte aklıma temel olarak şu soru geliyor: Türk Silahlı Kuvvetleri bugün nasıl bir yapı? Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yeni personel dokusunun içerisinde siyasallaşma var mı, ne tür siyasal eğilimler var mı? Varsa bunlar bu tür olaylarla sıkça tezahür ediyorlar mı? Bunlar bir tür siyasallaşma başlangıcı mıdır ordu içerisinde? Ordu içerisinde bu tür bir siyasallaşma başlangıcı bir iki gün içerisinde tezahür etmez. Fethullah Gülen olayında gördük ki yıllarca süren kadrolaşmalar başka tür sonuçlar ortaya çıkartabiliyorlar.
Bir dönem benim üzerine dikkat kesildiğim ve çokça konuştuğum bir konu var: Çok adam uzaklaştırıldı TSK’dan. En son Milli Savunma Bakanı 20 bin küsürlük bir rakam verdi. 35-40 bin subayın olduğu bir orduda 20-25 bin subayın siyasi nedenlerle uzaklaştırılması büyük bir boşluk oluşturmuştur. Yerleri kimlerle, nasıl dolduruldu? OHAL döneminde bununla ilgili açıkça sorular soramadık, gelişmeleri net bir şekilde takip de edemedik. Buradaki yeni kadrolaşma acaba partizan bir kadrolaşma mı oldu? Partizan bir kadrolaşmaysa bunun kaç ayağı var?
Diğer taraftan ordu hızlı bir şekilde profesyonelliğe geçiyor. En azından sıcak çatışma bölgelerine gönderilen askerler zorunlu askerlik hizmetini yapan kişilerden oluşmuyor. Profesyonel askerler, erler, uzmanlar kim? Ordudaki oranları ne? Orduda bu tür rakamsal bir büyüme görüyoruz. Gönüllülükle orduya giren, sağdan soldan toplanarak ve hızlı kurslarla subay yapılan ya da asker yapılan kişilerin belli ve yüksek bir oranı var. Bu tür kişiler belli bir aidiyet içerisinde olabilirler mi? Bu bir endişe olarak ortada duruyor.
Türkiye kısa hafızalı bir ülke. Her şeyi bir tabula rasa mantığı içerisinde görür. 15 Temmuz ve sonrasından itibaren ordu-siyaset ilişkisi sıfırlandı sanılıyor ama bence pek doğru değil. Belki bugün için geçerli olabilir çünkü hükümet-asker işbirliği kuvvetli bir ideolojik işbirliği ama bu yarın, 3 yıl sonra, 5 yıl sonra ne olur onu bilmiyoruz.
İşin bir başka boyutu da zihniyet boyutu. FETÖ dediğimiz olaylar bize tek şey gösterdi, o da devlet içerisindeki görevlerin ve sorumlulukların bir etiği vardır. Bu, mesleğinize kuvvetli bir aidiyet ve o aidiyet etrafında bir mesleki davranış gerektirir. Bu aynı zamanda demokratik bir terbiyedir. Bu demokratik terbiye bir siyasi aidiyetiniz ve tercihiniz olmayacağı anlamına gelmez. Ama bunun bir sınırı vardır. Siyasi eğiliminiz partizanlıktan hareketle alan büyütme, kadrolaşma, kendi aidiyetinizi çalıştığınız kurumdan daha fazla önemseme mantığı ile ilerliyorsa -ki FETÖ hikayesi tamamen budur- burada sorun başlar. FETÖ hadisesinden sonra siyasi iktidarın yapması gereken öen önemli şey, partizanlıktan kaçınmak, liyakatı esas almak idi. Özellikle söz konusu TSK olunca bu daha da önemli. Dün FETÖ olan yarın METÖ neden olmasın? Herkesin masasında bu soru duracaktır. Ne yazık ki Türk siyasal sistemi ve özellikle mevcut siyasi iktidar bu konudan hiç ders almamış gibi davranmaya devam etti. İnanılmaz bir biat, sadakat mekanizması üzerinden yapılan bir devlet kadrolaşmasını hemen her yerde izledik. Bunun tabii zaman zaman liyakat ayakları olmadı değil. Ama çoğunluk daha kalitesiz ve emir kulu sadıklardan oluştu.
Bugün orduda Atatürk rozeti etrafında hala bir tartışma yaşanıyorsa orada pis koku var demektir. Birinin tarafını tutmak değildir mesele. Burada bir karşılaşma vardır ve bu karşılaşma simgesel bir karşılaşma. Sonuç olarak Cumhuriyet tarihinin en derin, en keskin ideolojik izdüşümlerine işaret eder bunlar. Çok hafife almamak lazım. Kendisi tek başına bir şey ifade etmeyebilir, arkası da gelmeyebilir ama böyle bir gözlük, denetim gözlüğü her zaman gözlerde olmalı. Bu devlet kurumları açısından da böyle, basın açısından da böyle, demokratik tutum açısından da böyle…