Zulüm kavramının da, merhametin de aşındığı, iki kavrama da başka anlamlar yüklenen zor günlerdeyiz …
Gönülden yana ebleh olan dışında herkes bunun farkında …
Suriyeli Emani er-Rahmun, Sakarya Kaynarca’da tecavüz edilip, öldürüldü.
Daha yirmi yaşındaydı, dokuz aylık hamileydi, bize sığınmıştı…Yanındaki on aylık oğlu Halaf da öldürüldü.
Zulüm hikayelerinin ayrıntısı yazılmasa da olur, hatta yazılmamalı,tersinden gösterip emsal oluşturmasın diye. Ama, bu olayda yükünü yıkmaya gün bekleyen genç kadının tecavüze uğraması, sopayla döğülerek anasına sığınmış , doğum için geri sayan bebeğinin de öldürülmesi, yanıbaşındaki on aylık oğlunun boğulması, kadına yapılan hayvani işleri saymıyorum, bilinmeli…
Hayvanlar bizi bağışlasın, onlar böyle yapmaz.
Bunu ancak insan olduğunu sanan insanımsılar yapar, pantol giydiği için adamdan sayılanlar yapar, ne aileyi, ne töreyi, ne insan olma gereklerini ne kendi ana babasını, adını, ne eşini evladını önemseyenler yapar…
Irkçı, tutucu, ötekileştirici, sığınmacıyı sınır dışına sürmeyi vaadeden merhametsizler, kötücüller böyle yapılmasına yol açar, çanak tutar.
Bu işin içinde kötülük tohumu kadar, ırkçı tohum da var, insanı insana düşürmek de var, yok sanılmasın …
Zulmün böylesini ne gördüm, ne duydum…Aylan Kurdi bebecik bile yunmuş yıkanmış kaldı bu karanın yanında.
Ömrüm zulüm ve dağılan aile hikayelerine tanıklıkla geçti.Devlet kurumlarında, yuvalarda, cezaevlerinde, hastanelerde.
Ensesti gördüm, üstelik en tutucu bölgede, kasabada, hikaye ettim, ‘Ağam Erim Oldu’, kimse inanmadı, okuyan önemsemedi, kulak ardı edilen işlerdendi, ayrıca bizde olmazdı, bir Türk cihana bedeldi, olmuşsa da teşvik vardı, abi kötüydü, baba tarafına çekmişti, biz sütten çıkmaak kaşıktık…
Kürt kadınlarına reva görülen zulmü yazdım, kırk yıldan da önce…Büyük kente göçüp, başkaldırdı diye aile meclisi kararıyla kurşuna dizilen gencecik kadınları…Kurşuna dizilmek sözün gelişi, kurşuna yazıktı, taşla ezdiler, sonra can çekişiyor diye abisi geldi tek kurşunla halletti (!)
Gözümün önünden gitmiyor yüzleri, sesleri, duruşları, söyledikleri…Öldürüp bi de bize başsağlığı pusulası yolluyorlardı, kuruma, yuva yahut il müdürlüğü, hangisinde isek artık…
Ermeni kadınlarının hikayesini yazdım, üstünde hiç durulmayıp, adı anılmayan hikayelerim onlar oldu. Hele farklı cinsel tercihi olanları kahraman yaptığımda, misal, ‘Mucize Var Mıdır Memed Abla?’
Baba saldırısına uğrayanları, fiili livata kurbanlarını, mahalle bakkalının depoya çektiği, üstünde siyah önlük beyaz yakasıyla, okul dönüşü, veresiye ekmek için uğradığında küçük kızı, depoda hamile bırakan soysuzları…Hem tecavüz hem işkence edilenleri, kızlı erkekli, cinsiyet fark etmiyor, saldırılanları, hayat kadınlarını, onların çocuklarını, en zoru da mağdurların sonraki hayatlarında onlara eşlik etmekti.Düze çıkabildiler mi sizce? Siz olsanız çıkar mıydınız?
Karşınızdaki koca bir zalimler ordusuyla, nasıl başa çıkardınız?
Nasıl sileceksiniz?Bunca zulmü , işkenceyi, düşmanlığı toplumun yüzünden, gönlünden kim silebilecek, hangi ilaç sağaltabilecek? Kimimiz kimilerimize canım deme kisvesiyle ‘canın çıksın e mi!’ derken, nasıl olacak bu?
Terk bebek hikayesi yazdıydım, hem terk, hem işkenceyle kolu bacağı kırılıp, üstünde sigara söndürülmüş…Dikkat çeksin diye ciddi bir kurumun yarışmasına yollamıştım, seçici kurulun bembeyaz bir üyesi yanıt yazdıydı, ‘atılır ama bu kadar mı atılır, kim reva görür böylesini bir bebeğe, hayattan haberdar olun biraz’ diye…
Oysa biz hayatın ortasındaydık, kalbimiz kanayarak işimizi yapıyorduk, yazmak çifte kavrulmak faslıydı, o steril arkadaşın ne bizden, ne hayattan ne hayatın kurbanlarından haberi vardı…O beyaz Türklüğüyle sırça sarayında hayatta olan bitene şaşadursun, iyi ki biz koyu beyaz’dık…
Aylan bebeği , onu sarıp sarmalayıp bizden korumak istercesine üstünü örten denizin kollarından alıp, kendi kollarında sahile taşıyan görevlinin yüzüne çizilmiş acı hepsinden daha sahiciydi…Şimdi Kaynarca üçlü cinayetinin herkesin kalbine çektiği derin çizik nasıl hep sızlayacak/ kanayacaksa, tıpkı öyle…
Babül hava sınır kapısından muhalif denetimindeki İdlib’in Cibale köyüne ambulansla götürülmüşler, İHH ekipleri eşliğinde, sivil savunma ekibiyle köylerinde toprağa verilmişler.
İnsan hakları…Can kaygusuyla terk edilen toprağına cansız dönüş…Ve bizim kimilerimizdeki deriiin suskunluğumuz…
Biz gençken ve sosyal hizmet alanında kan terliyorken, gönlümüz aklımıza ağır bastığında, gözyaşımızı engelleyemediğimizde, yönetici çıkışırdı…Aklı kendine göre olan müdür, çeyrek aklı, bulanık gönlüyle bize ayar vermek ister, ‘ağlamamayı emrediyorum!’ derdi. Kimileyin de, alt personel yahut derdi olanla konuşmamıza nizamat vermek istediğinde, ‘emretmenizi emrediyorum!Bunlarla samimi olmayın!’ derdi…
Hoş, sonra bir kitabımda dalgamı geçmiş, onu kahraman yapıp iyi kalaylamıştım: ‘Gül Bekçisi’…Keşke hayatta da yapılabileydi böylesi alay ve kalay…
Güle de kalbe de nöbetçi diken, Diken. Başımıza ne geldiyse, kalbimize, demokrasiye, güllere bile bir bekçi Murtaza dikenlerden gelmedi mi?
Suriyelileri hedef gösteren yayın organları, heeey, alooo, duymuyor musunuz?Utanmıyor musunuz?Bu çorbada tuzunuz çok. Kadın örgütleri, kadın hakları savunucuları, neredesiniz?
Kötücül, ırkçı, kendi kırk yamasının farkında olmayıp, yama üstüne yama vurulu gelerek, kanadımız altına sığınanları öteleyen, onları sınır ötesine yollayacağı çalımı eden, huuu! Dilini, kalbini, eksik aklını eşek arıları soksun e mi, sen gibilerin!Suriyelilerin ülkeye yama değil, insanca mühür olduğunu nereden bileceksin?Yamalıklı böğrüm, acizlerden, ‘Rab’bena, hep bana’cılardan neler umuyor gönlüm?
Böyle ede ede, umudumuz budanıp indirilmek isteniyor…
Bu memlekette yaşanmaz, demeye getiriliyor.
Bu memlekette yaşanır, bunun için ölünür, tatlı candan geçilir, diyenlerdendi, şehit: Ayşe Aykaç, Cennet Yiğit, Demet Sezer, Gülşah Güler, Seher Yaşar, Sevda Güngör, Sevgi Yeşilyurt, Türkmen Tekin, Yıldız Gürsoy, Zeynep Sağır…Unutmuş olabilirsiniz, Suriyelinin de vatan işgaline karşı duranın da düşmanı olanlar…249 işgali önleyen, tankların üstüne çıkan, altında ezilen, canını vatana siper eden kişinin, kadın şehitleri bunlar.Öteki, erkek şehitlerimizin eşi, anası, evlatlarını da bir yanıyla şehide yazmak gerek…
Emani de şehidimiz…
Hamileyken ölenler / öldürülenler de şehid.
Vatansız kalmışı, ülkemizi vatan edinip sığınmışı, karnındakiyle koynundaki bebesiyle, tecavüzle, işkenceyle öldüren ne olsa gerek? Bu zulmü duyup görmezden gelenlere ne dense gerek?
Eskilerin deyişidir, ‘Allah el kınamaz ayrılığı versin.’
Buna ve adalete sığınalım, elden başka şey gelmiyorken, ‘Allah, el kınamaz ölümü versin.Bir ölümden binbir ölüm çıkmayan ölüm versin.Ölümün bile güzelini, ayıplanmayanını versin.’