2024 yılının özelliklerinden biri dünyada bu yıl içinde yapılacak seçim sayısının olağanüstü yüksek olmasındadır. 2024 yılı içinde 2 milyar insanın oy verme imkanına sahip olacağı ve şimdiye kadar bu kadar çok seçimin aynı yılda yer almadığı hesaplanmaktadır. 2024 yılı içinde seçim görecek ülkelerin sayısı 70’ten fazla olup bunların arasında dünyada en büyük nüfusa sahip on ülkenin sekizi bulunmaktadır.
Tabii seçimlerin yapılması bizatihi demokrasinin ilerlediği anlamına gelmemektedir. Örneğin seçim yapılacak ülkelerden biri demokrasi ile uzaktan yakından ilgisi olmayan Rusya’dır. Tersine 2023 yılı içinde dünyada demokrasinin gerilediği, otokrasinin ilerlediği, serbest seçim ve hukuk gibi demokrasinin temel sacayaklarının da zayıflamakta olduğu birçok yayında dile getirilmiştir. 2024’ün bu alanda olumlu gelişmelere yol açması pek beklenmemektedir. Kasım ayında yapılacak ABD seçimleri şüphesiz bu yılın en önemlilerinin başında ve neticesinin tahmini en zorlarından biri olacaktır. Trump’un yeniden iktidara gelmesi halinde dünyada demokrasi ve hukuka yeni bir darbe indirileceği kanaati epey yaygın. Biden’den farklı olarak tek adam rejimlerine ve onların başındakilere sempati duyması onları haliyle rahatlatacaktır. Avrupa’da ve belki başka yerlerde bu tür rejimlere ve genelde aşırı sağa özenenlere teşvik gelmiş olacaktır. Adaylığı ile ilgili ilginç tespitlerin başında, desteğini eğitim ve gelir düzeyi düşük zümrelerden aldığı, seçmenin eğitim düzeyi yükseldikçe Trump’a desteğin azaldığı yönünde. Doğrusu bu tespit bana bizdeki durumu hatırlatmıyor değil.
Bu yazımda ilk önce merkezi İsveç’in başkenti Stokholm’da bulunan Uluslararası Demokrasi ve Seçim Desteği (International Institute for Democracy and Electoral Assistance, IDEA-Int) adlı 35 üyeli hükümetler arası kuruluşun raporuna (https://www.idea.int) değinmek istiyorum. 1995 yılında kurulan ve dünyanın tüm kıtalarına yayılmış bu kuruluşun 35 üyesinin ortak yönü demokrasiye inanmaları ve gerektiğinde seçim desteği vermeye hazır olmalarıdır. Gerçi bunların arasında Hindistan, Brezilya, Endonezya, hatta Tunus gibi demokratik düzeyleri en hafif tabiriyle farklılıklar gösteren ülkelerin yer almasının örgütün özelliklerinden biri olması demokrasi kavramının tanımı konusunda IDEA üyelerinin epey esnek davrandıklarının kanıtı sayılmalıdır. Üyelerinin sadece yarısının Avrupa kıtasından gelmesi kuruluşun açık kapı uyguladığının, üyeleri bir sınava tabii tutmadığının işaretidir. Dünyanın çeşitli bölgelerinde 300 kadar görevlisi bulunan örgüte ülkemiz üye değildir. Bildiğim kadarıyla da üyelik konusunda herhangi bir arzu veya heves beyan etmemiştir. Belki bir gün çoğulcu demokrasiye geri dönmeye karar verirsek, IDEA-Int’e ilgi gösterme ihtiyacını duyabiliriz.
IDEA’nin en azından seçim sistemi uzmanı olmayanlar için belki başlıca özelliği dünyada demokrasinin durumunun endeksini tutması sayılabilir. Sürekli olarak yenilenen bu endeks 173 ülkeyi kapsamaktadır. Son haftalarda 2023’e ait tespitleri içeren yıllık raporu yayınlanmıştır. Yurt dışında ilgi ile karşılanan rapor anlaşılır sebeplerle bizdeki medyanın dikkatini pek çekmemiştir. Yine de okuyucularımın sabrını test etme pahasına da olsa bu raporun başlıca tespitleri üzerinde durmak istiyorum zira görüleceği üzere gittiğimiz otokratikleşme istikametinde yalnız değiliz. Birçok ülkede demokrasinin bozulmakta olması raporun belli başlı tespitlerinden biridir. IDEA-int bir sivil toplum örgütü değil de hükümetler arası bir kuruluş olması nedeniyle tespitlerinde ve değerlendirmelerinde ihtiyatlı hareket ettiği de bir gerçektir.
Bununla birlikte IDEA dünyadaki ülkelerin yarısında demokrasinin son altı yılda aralıksız bir şekilde bozulmakta olduğunu, böyle bir gerilemenin de 1975 yılından bu yana görülmeyen bir ölçüye vardığını iddia etmekte ve bunun başlıca dört nedeni olduğunu öne sürmektedir. Bunlar: 1. Demokrasilerin toplumsal ihtiyaçlara cevap vermekte yavaş hareket ettikleri algısının yayılması; 2. yolsuzluğun dokunulmazlıktan yararlandığı inancının güç kazanması; 3. Kriz ve sosyal bunalımlar döneminde kurtarıcı figürüne sarılma ihtiyacı; 4. Batı demokrasilerinin Irak, Afganistan, şimdi de Gazze katliamları karşısında çaresizliklerine tepki şeklinde özetlenmektedir. Doğrusu bunları görünce sanki ülkemiz için yazıldıklarını düşündüm. Dünya nüfusunun yarısının aynı dertten mustarip olması bizi teselli etmeye yeter mi bilmiyorum doğrusu ancak tespitlerin bizim için de geçerli olduğu kanaatimce açıktır.
IDEA raporunda ülkemizi de dahil ettiği Avrupa’da Avusturya, Lüksemburg, Hollanda, Portekiz ve Birleşik Krallık gibi demokrasinin köklü ve güçlü olduğu ülkelerde dahi bir gerilemenin görüldüğünü, hukukun üstünlüğü ve basın özgürlüğünde bu ülkelerde dahi bazı bozulmaların meydana gelmesinin bu alanlarda çok duyarlı olunması gereğine işaret ettiği belirtilmektedir.
Orta Avrupa’da ise demokratik güçlenmenin ileri bir safhada olduğu, Macaristan ve Polonya hariç bölgenin hukukun üstünlüğü için ve yolsuzluğa karşı mücadele konularında Orta Avrupa ülkelerinin çok iyi bir performans gösterdiği belirtilmektedir. 2023 sonlarında seçim yoluyla hükümet değiştiren Polonya’da da eski hükümet yanlısı Cumhurbaşkanı Duda’nın gayretlerine rağmen bazı iyileşmeler meydana gelmesi muhtemeldir.
Raporda AB’nin genişleme sürecine hız vermesinin ve buna Moldova, Ukrayna ile Gürcistan’ı dahil etmesinin, ayrıca Batı Balkanlardaki mevcut adayların katılma müzakerelerinin canlandırılmasının bu ülkelerde demokrasinin kalitesinin yükselmesine katkıda bulunacağı ifade edilmektedir.
Ülkemizle birlikte Azerbaycan, Belarus ve Rusya’nın yer aldığı ve “açıkça demokratik olmayan” (clearly non-democratic) olarak tanımlanan son grubun Avrupa’nın kalanından uzaklaşmakta olduğu ve performanslarının ve demokrasinin temel unsurlarının çoğu açısından Avrupa ortalamasının bir hayli altında oldukları tespitine yer verilmektedir.
Raporun ülkemizde bir yansıması olsaydı bu tespitlerin yanlı ve haksız olduğunu iddia edenler çok olacaktı muhakkak. Ülkemizde görmezden gelinmiş olabilir ama potansiyel yatırımcıların bu ve benzer raporlara baktıktan sonra Türkiye’ye gelme iştahlarının kabaracağını söylemek pek mümkün değil.
Yine İsveç’te, bu defa Göteborg Üniversitesinde kurulmuş olan ancak bütün dünyayı kapsayan V-Dem Enstitüsü (https://www.v-dem.net) dünyadaki 179 ülkeyi demokrasilerin kalitesi itibarıyla sıralamaktadır. IDEA-int’ten farklı olarak Enstitü bir sivil toplum kuruluşudur. O nedenle değerlendirmelerinde daha serbesttir. Ancak tespitlerin çok da iç açıcı olmadığı ve hatta diğer benzer raporlardan pek ayrışmadığı de maalesef bir gerçektir.
V-Dem sıralamasında kullanılan endeksler özetle ülkeleri ifade özgürlüğü, hukukun üstünlüğü, sivil toplumun örgütlenme serbestisi, katılımcılık ve seçim özgürlüğü gibi beş kritere göre ölçmektedir. Listedeki ilk üç ülkenin Danimarka, Norveç ve İsveç olması çok şaşırtıcı değildir. Bunların üçünün de cumhuriyet değil, meşruti krallıklar olduğu da dikkat çekmektedir aslında. Listenin 179uncu ve son sırasında da ayrıca bir krallık yer almakta ama bu Suudi Arabistan’dır. Bu dahi devletin başındaki kişinin kral veya cumhurbaşkanı olmasının ülkenin demokrasi olup olmadığının işareti olmadığını göstermektedir sanırım.
V-Dem endeksinde ilk Müslüman ülke 52inci sıradaki Senegal olması da dikkatimi çekmektedir. Müslüman ülkelerin endeksin aşağı sıralarında kümelenmiş olması üzücü ama şaşırtıcı değildir sanırım.
Ülkemiz bu listede 132inci sırada gelmektedir maalesef. Ne yazık ki bu rapora da dikkat verilmiş olsaydı, şüphesiz önyargılı oldukları iddia edilecekti. Artık kimin haklı kimin haksız olduğu konusunda okuyucular kendi kararlarını verebilirler.
V-Dem geriye dönük araştırmalar yapıp bunları tablo halinde yayınlamaktadır. “Financial Times” gazetesi üzerinden ulaştığım Türkiye çizelgesinde demokrasi tarihimiz birinci Meşrutiyet ile başlamakta, ilk sıçrama o zaman görülmekte, sonra II. Abdülhamit yönetiminde Tanzimat döneminin de gerisine gidilmekte, ikinci sıçrama İkinci Meşrutiyetin ilanıyla meydana gelmekte, ancak 1913 Bab-ı Ali baskınıyla yine gerileme meydana gelmekte, tek parti döneminde demokrasi istikametinde ufak tefek düzelmeler görülmekte, 1950 seçimleriyle büyük bir sıçrama daha kaydedilmekte, 12 Eylül 1980 darbesiyle bütün kazanımlar kaybedilmekte, sonra 2010’lı yıllara kadar hızlı bir yükseliş ve AB reformlarıyla birlikte varılan en yüksek nokta, ondan sonra da yine hızla 1950 öncesi düzeye dönüş ile bu kısa tarih tamamlanmaktadır. Tabii bu kadar basite indirilen bir çizelge tartışmaya açıktır. Ancak bunu hazırlayanların Türkiye demokrasi tarihinden tamamen bihaber olduklarını iddia etmek pek mümkün değildir. Belki bu çizelgenin en çarpıcı tarafı son 60 yıllık tarihimizde iniş ve çıkışların ne kadar keskin ve sert oldukları hususudur. Ancak her iki rapordan da görüleceği üzere ülkemizin kısa dönemde olumlu istikamete yani V-Dem çizelgesindeki çizginin yön değiştirip tekrar yukarı dönmesi beklenmemektedir. Bu tespiti yalanlamak seçimlerde halkımızın, eylemleriyle de yöneticilerimizin görevi olmalı ama bunun yapılacağına ümit bağlamak pek mümkün değil gibi geliyor.