İlk baştaki düşüncemi koruyorum: AKP ve MHP ile birlikte dokunulmazlıkların kaldırılmasına çanak tutup ateş kendine değince can havliyle tepki vermesi, CHP adına siyasi bir handikaptır. HDP milletvekilleri birbiri peşi sıra içeri alınırken ses vermeyen CHP’nin Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasından sonra yollara düşmesi, partinin bu tavrının ikna ve inandırıcılık potansiyelini örselemiştir. (https://serbestiyet.com/yazarlar/vahap-coskun/akilsiz-basin-cezasi-797139)
Madalyonun bir tarafı budur. Lakin madalyonun bir de diğer tarafı vardır ve bu tarafta CHP adına müspet birkaç hususu tespit etmek mümkündür.
Birincisi, eylemin icra edilme biçimidir. Yola çıkıldığı ilk andan şimdiye kadar geçen sürede eylem son derece demokratik bir çerçevede cereyan etti. CHP yönetimi eylemin demokratik niteliğine bir halel gelmemesi için azami çaba sarfediyor. Kitlesel bir katılımla gerçekleşen yürüyüşün trafiği aksatmaması ve yol emniyetine zarar vermemesi için gerekli tedbirler alınıyor. Her sabah basınla yapılan değerlendirme toplantılarında muhtemel provokasyonların altı çiziliyor. Asayişi tehlikeye sokacak hiçbir davranışa izin verilmiyor. Güzergâhta olası protestolara karşı herhangi bir taşkınlık yapılmaması konusunda yürüyüşçüler sürekli uyarılıyor. Demokratik bir eyleme kenarından köşesinden şiddetin bulaşmaması için yoğun bir gayret gösteriliyor.
CHP, eylemin barışçıl kimliğini hem söylem hem de fiili tavır düzeyinde titizlikle koruyor. Bu da eyleme olan ilgiyi ve aktif katılımı artırıyor. CHP’nin artı hanesine atılabilecek ilk çentik budur.
Halka dokunmak
İkincisi, CHP’nin en çok eleştirildiği hususlardan biri, halka dokunan siyaset üretmedeki yetersizliğiydi. Hemen belirtilmeli ki bu, yalnızca Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı dönemine ilişkin bir tenkit değildi. 1970’lerdeki kısa süreli Ecevit rüzgârı istisna tutulabilir belki, ama genel olarak gelmiş geçmiş bütün CHP yönetimlerine yöneltilen en büyük siyasi itham, halka uzak olmaları, halkı tanımamaları ve halkın gerçek gündemine değen siyaset geliştirememeleriydi. Dolasıyla Türkiye’de her daim bir muhalefet sorunu yaşanıyor, bu da Türkiye’nin gerçek anlamda bir demokrasi olmasını imkânsız kılıyordu.
“Adalet” eksenli muhalefet, CHP’nin bu eksiğini gidermesine katkıda bulunabilir. Çünkü adalet, halkın çok büyük bir bölümünün ortak derdi. Ülkede ciddi bir adalet sorunun yaşandığı, işe alımlardan tutun mahkemelerdeki dâvâların sonuçlarına kadar hayatın her alanında ciddi bir adaletsizliğin hüküm sürdüğü konusunda geniş bir mutabakat var. Adaletten yana şikâyeti olmayan birini bulmak güç.
CHP de bunun farkında. Sadece “adalet” diyor; başka bir mevzuyu diline dolayıp geniş tabanın dikkatini dağıtmıyor. Meseleyi bir “parti meselesi” olarak değil “memleket meselesi” olarak sunuyor. Sahada da buna uygun davranıyor. Parti bayrakları ve marşlarından uzak duruluyor. Yürüyüşe katılmak isteyenlerden parti rozetlerini öne çıkarmamaları talep ediliyor. Yürüyüşün bir bütün olarak adaletten yana derdi olanların ortak bir platformu gibi işlev görmesi amaçlanıyor.
Adalet, herkesin ortak keseni ve herkesi şöyle ya da böyle ilgilendiriyor. Bu itibarla geniş CHP’nin geniş halk kesimleriyle irtibat kurması için biçilmiş kaftan.
Takip edilen olmak
Üçüncüsü, CHP’den mustarip olanların yakındıkları bir diğer konu, CHP’nin gündem oluşturma ve kamuoyunun ilgisini o gündem üzerinde tutmada beceri gösterememesiydi. Gündemi iktidar tayin eder, CHP bunun peşine takılır, iktidarın onu sürüklediği yere giderdi. Erdoğan bir söz eder, CHP o söze cevap yetiştirmeye çalışır, tartışma biraz harlanırdı. Sonra Erdoğan istediğini elde ettiğine kani olur ve bir başka laf eder, tartışmanın mecrasını değiştirirdi. CHP bu kez de buna atlardı. Yani yaratıcı bir muhalefet inşa edemez, hep iktidarı takip eden ve tepki gösteren konumunda olurdu.
Fakat bu sefer öyle olmadı. Adalet yürüyüşü bir gündem yarattı. Erdoğan ve AKP yürüyüşü önce küçümseme ve ilgisizlikle karşıladı. Ama sonradan, muhtemelen yaptırdıkları araştırmalarda kamuoyunda bu yürüyüşün bir karşılığının bulunduğunu gördüklerinden olsa gerek, aşırı bir şekilde yüklenmeye başladılar Kılıçdaroğlu’na. Öyle ki işi, Kılıçdaroğlu’nun terörü ve teröristleri desteklemek için yürüdüğünü söylemeye kadar vardırdılar.
Bana göre Kılıçdaroğlu burada da doğru bir siyaset izliyor. Tansiyonu yükseltmiyor. İktidarın temsilcilerinin söylediklerinden bağımsız olarak kendi önceliklerini dile getiriyor. Oyunu iktidarın sahasında değil kendi sahasında oynuyor. AKP’nin istediği hatta girmiyor. En keskin suçlamalara bile dozunda cevap vermekle yetiniyor. Bu sakin tutum AKP’nin kimyasını bozmuş gibi; gün geçmiyor ki iktidar cenahından biri Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşüne dair bir-iki kelâm etmesin. İktidarın bu kadar üzerine gitmesi ise yürüyüşün etkisini artıran bir sonuç doğuruyor.
Demokratik kazanım
Dördüncü bir sonuç, CHP’nin içiyle alâkalı. Adalet yürüyüşü CHP’deki çalkantıları durdurdu. 16 Nisan referandumundan sonra CHP bir dalgalanmıştı; bazı parti içi muhalifler Kılıçdaroğlu’na bayrak açmanın arifesindeydi. Baykal, eğer 2019’da cumhurbaşkanlığına aday olmayacaksa Kılıçdaroğlu’nun çekilmesi gerektiğini söylemişti. CHP’den iyi koku alan bazı gazeteciler de partide genel başkanlık için farklı kliklerin mücadele hazırlığı içinde olduğunu yazmışlardı.
Ancak Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü tüm bunların önünü kesti. Genel başkana karşı konumda olanlar dahi yürüyüşte Kılıçdaroğlu’nun yanında durmak, onunla kol kola yürümek mecburiyetinde kaldı. Yürüyüş genel başkanlık tartışmasını bitirdi, Kılıçdaroğlu’nun koltuğunu sağlamlaştırdı.
Siyasette göz ardı edilebilecek sonuçlar değil bunlar. Ama benim için en önemlisi eylemin herhangi bir kimse zarar görmeden neticelenmesidir. Başladığı ve devam ettiği gibi bitmesi halinde bu adalet yürüyüşü, Türkiye’de demokratik protesto kültürünün yerleşmesi açısından ciddi bir kazanım olur.