Ülkemizi bilmem de bazı insanlar için 2024 müjdesini peşin getiriyor. Zira 29 Şubat’ta doğanlar pastalarındaki mumları dört yıl sonra anca bu yıl -gününde- üflediler. Belki ayrı bir heyecan, birikmiş bir sevinç de katıyordur o kutlamaya.
Lâkin “Bir mumdur, iki mumdur, üç mumdur” kifayet etmiyor “Bana bir bade doldur” muhabbetine. İlle de o güne sadıksa biriktirdiği dört mumu toplu dikecek pastasına: “Son partide yaşım 37’diydi, bir günde, bir üflemeyle 41 kere maşallah oldum…” “Bir yaşıma daha girdim!” deyimi de değişebiliyor yani.
Hissiyatı, psikolojisi, fiiliyatta icraatı nasıldır, o tarihte doğanlar her yıl sembolik, günü gelmeden “gıyabi” yaşgünü düzenliyor mudur, bilemiyorum. Erken, bir gün önce kutlamak bir tür çözüm tabii. Nitekim Nejat İşler öyle yapıyormuş. İşler’in menecerlik ajansı da geçen yıl öyle kutlamış: “Bu yıl da erken kutluyoruz! #29Şubat”.
1 Ocak’ta “doğmak” …
Bir bakıma 1 Ocak’ta doğanların ya da başka nedenlerle, mesela nüfusa geç kaydedildiği, gerçek doğum günü hatırlanamadığı/bilinemediği için kütüğüne o tarih yazılanların da yaşgünü hissiyatı farklı olabilir.
Facebook’un hatırlatma uygulamasına bile bakarsan 1 Ocaklı arkadaşlarınla rahatça parti kurabilirsin. Ama o gün herkese gelenler geliyor. Yaşgününü Yılbaşı ritüelinin, şamatasının arasına sıkıştırmak insana iyi mi gelir, buruk mu… Bünyeye göre.
Doğduğu günü bilse de saatini bilmeyenlerin durumu da mesele bazen. Yükselen burcunu bilmeyenin derdi, ıstırabı da bünyeye göre. Bakıyorsun burcuna, yükselenini bilmezsen herkes aynı. Sen de herkes gibisin: Balıklar fena halde duygusal, Aslanlar fiyakalı da olsa hayatın cangılında tek kral-kraliçe değil. Burcu yükseleniyle çifte kavrulmuş Aslanlar bile var.
Yükselen burç da düşürebilir
Esasında öğrenince de mutluluğun garantisi yok. Hayatını Aslanlar gibi, Koç gibi sürdürürken bir bakıyorsun yükselenin Kova. Özellikleri, karakteri hoş da, biz o kovayı mânâlı mânalı doldurmuşuz. Burcunun yanında tuttuğun takım da yıllardır “kova” mesela.
Çin astrolojisinden, burçlarından medet umsan… Öküz, Domuz, Maymun sırada. Maymuna yaradılışından bir sempatin de olsa, yüzüne söylenince başka. Burç muhabbetinde herkes kendini tanıtırken “Ben Maymunum” demek de olgunluk istiyor.
Beterin beteri, bırakın doğduğu saati, günü, haftayı, ayı, yılı bile bilemeyenler var. Tarih bazı hayatların derdi başından aşkın dönemleriyle de gürültüye gidebiliyor: “Hasat zamanı doğmuşum” da olabilir, “Kırkikindi yağmurları”yla bahara-yaza da yayılabilir o tarih. Hepsi insanlar için, hepsi insanlık hali.
“Hey gidi günler!” tiradı
Gerçi çoğu insan bir yaşa gelince yaşgünü kutlamalarını da bir kenara bırakıyor. Bir bakıma normal… O yaşın pastasında resmigeçit yapan “mum alayı”nı üflerken eskiyen, yitirilen onca şeyin, nostaljinin esintisi, yaş aldıkça gidenlerin artması insanı üşütebilir: “Geçen yıl birlikte kutlamıştık…” Bir nefeste sönmüyor artık o mumlar.
“İhtiyarlığın kutlanacak nesi var?” sorusunun karşısında anca bilgeler, ermişler, Aksakallılar gerinebiliyor belki. “Hey gidi günler!” bir nefeste söylenip de unutulan bir kalıp, usulca bir “Ah” değil zira. Uzun bir tiradın başlangıcı… Sicili, hatırası kalabalık, kadrosu her an artıyor.
Japon pastası her yaşta tatlı
Ama Japonlar öyle düşünmüyormuş. Kanreki (takvime dönüş) geleneğinde 60. yaş kutlamaları hayattaki en özel günlerden biri. Çin burcunun beş kez geçilmesini ve artık orijinal doğum gününe dönülmesini simgeliyor.
Bir tür yeniden doğuş… “Kanreki”ye sadece göz attığım için tam vakıf olamasam da “Çin işi-Japon işi” deyip, o zengin, köklü uygarlıkların, geleneklerin farklı, hoş tadını çıkarıyorum. Şöyle bir gezinsen bile bilgi de seyahat gibi bazen. Seni “seyyah” kılmasa da, turisti olmak da güzel.
Kanreki’nin, o özel günün hediyeleri de hoş; kırmızı kazaklar, kravatlar… Belki beni de bir ara yoklayan kırmızı çorap sevdası o kafadan. Japonya’da o geleneği 70., 77. ve 88. yaş günlerinde de sürdürenler çok. Belki 99 da eklenir zamanla… Arkadaşım olsa 99’luk tespih hediye ederim, ufku genişler.
Asıl mesele ölüm mü?
Yeniden ana konuma dönersem… “Doğum günü 29 Şubat”ın hissiyatı sadece doğumla da ilgili değil. Yakınlarının mezarlarını ölüm yıldönümünde ziyaret etme geleneğini hassasiyetle sürdürenler için de farklı. Zaten hüzünlü, bir de “artık gün”. Belki de asıl mesele, asıl 29 Şubat o… Zira yaşayanlar, “canlı iletişim” buluyor bir çaresini. Erken ya da geç gitmek, hele aslına uyup dört yılda bire bırakmak her insana huzur, iç rahatlığı vermeyebilir.
Mevzu 29 Şubat olunca “Tarihte Bugün” sitelerine de baktım. O günün siyahlar için ayrı bir önemi var. Hattie McDaniel 29 Şubat 1940’da “Rüzgâr Gibi Geçti” filmindeki rolüyle Oscar kazanan ilk siyah kadın oluyor. Sekiz Oscar kazanan filmde ona da “Yardımcı Kadın Oyuncu” ödülü veriliyor.
Velâkin aynı film yıllar boyunca köleliği normal, gerekli, alışılmış, hatta sevimli, cici bici gösterdiği gerekçesiyle eleştiri bombardımanına uğruyor. Bu eleştirilerden zengin evin cici “Mommy”si, vefakâr dadısı McDaniel de payını alıyor. “Arap Bacı” sevimliliğine, şirinliğine biz de aşinayız. Ancak niyet ne olursa olsun ilk “Siyah Oscar” çok önemli şüphesiz. Gerisi gelir, geliyor.
İnsan Hakları ve 29 Şubat
O gün Alabama’da siyahların 1955’de başlayıp 1956’ya kadar süren ünlü “otobüs boykotu-eylemi”yle de tarihe kazınıyor. Protestolar 1 Aralık 1955’te Afro-Amerikan terzi Rosa Parks’ın otobüsteki yerini beyaz bir erkeğe vermeyi reddetmesi ve tutuklanmasıyla başlıyor. Irk ayrımı yasalarının kapısı siyahların ancak belli sayıdaki, belli koltuklara oturmasına -azıcık- aralık.
Bu olayla birlikte protestolar, eylemler her yere yayılıyor. İlk kez 29 Şubat 1956’da bu durumun sonlandırılacağı sözü veriliyor. O yıllarda siyahların varlıklarını yok saymak, haklarını alabildiğine sınırlamak için öyle “incelikler” var ki, beynimdeki komplocu şeytan da homurdanıyor. “Bu hakkı artık mecburen vereceğiz de bari 29 Şubat’ta dillendirelim, dört yılda bir ansın, kutlasınlar!” mı dediler!
Yararsız (Nafile) Önlem
Bakış açına göre o özel yahut talihsiz insanlardan birisi de 232 yıl önce 29 Şubat 1792’de doğan İtalyan besteci Gioacchino Rossini. Gerçi ona her gün yaşgünü partisi. Nâm-ı diğer Mösyö Kreşendo… “Hafiften kuvvetli”ye neşeli, “komik” operaları ülkemizde de her devirde gişe yapıyor. Ünlü “Sevil Berberi” ilk kez 1949’da Ankara’da Tatbikat Sahnesi’nde sahnelenmiş. Aslında 1940’da kurulan Tatbikat Sahnesi’nin adı 1949’da Devlet Tiyatroları olduğu için muhtemelen o kaşeyle sergilenen son eser.
Eserin orijinal adı da şakacı: “Sevilla Berberi ya da Yararsız Önlem.” Finalinde servetine konmak için vasîsi olduğu Rosina’nın peşinden koşan Doktor Bartholo’nun hayal kırıklığının manşete taşınması. “Ah, hep önlemsizliğim yüzünden yıkıldım…” diyor Bartholo.
Berber Figaro ise perde kapanırken son cümlesiyle koyuyor noktayı: “Hayır, akılsızlığınızdan; ama doktor, doğrusunu isterseniz yaşlı bir adamı kandırmak için aşkla gençlik bir olursa, adamın buna engel olmak için yapacağı her şeye ‘yararsız (nafile) sakınma’ denir.”
Müzik ruhun bifteğidir
Bence “Müzik ruhun gıdasıdır”ı en hazmetmiş bestecilerden birisi de Rossini… Böyle düşünmemin haklı nedenleri var. Fiziğinin bunu ifşa etmesi bir yana… “Aşk kalp için neyse iştah da mide için odur. Mide duyguların büyük orkestrasını yöneten ve canlandıran şeftir” sözüyle de ünlü.
Adını besteciden alan “Tournedos Rossini (Rossini Bifteği)” desen, ziyafet sofrasında hafiften kuvvetliye bir tür final aryası, cilveli capriccio. Fileminyon, kaz ciğeri, trüf (mantarı), kruton, demi glace sos, bol tereyağı… Timpanileriyle de midelere vuran şenlik.
Ağır görünse de iştahını hür bırakanlar için “nafile sakınma”. Hayatta çok öyle yararsız, hatta nafile sakınmalar. Yine de bazısı, bazı insanlar için önemli. Sağlık bilimlerindeki gelişmelerle, olduğu kadarıyla “organik” önlemlerle “geciktirilen yaşlanma”nın sayesinde -olur a- dört yılda sadece bir yaş alacak belki 2124’deki insan. Boşuna hayal mi bilemem ama dize derman, akla seyran olacaksa hayali cihan değer.