Jürgen Habermas, Hamas-İsrail savaşı hakkında Nicole Deitelhoff, Rainer Forst, Klaus Günther ile “Dayanışma İlkeleri, Üzerine Açıklama” (Grundsätze der Solidarität, Eine Stellungnahme) başlıklı bildiri yayımladı. Bildiri yayımlanmasıyla birlikte, geniş çevreler arasında tartışmaya yol açtı. Bunlardan en anlamlısı 107 etkili aydının, Guardian’da bir karşı bildiri yayımlaması oldu. Bildirinin çevirisi Serbestiyet’te yayınlandı. Yaşayan en tanınınmış filozoflardan biri olan Habermas’ın, süren savaşta İsrail’i açıkça desteklemesi Türkiye’de şaşkınlıkla karşılandı. Doğrusu Habermas’ın bu tutumunun anlaşıldığını, doğru çözümlendiğini söylemek mümkün değil. Habermas’ın savaştaki yanlılığı basit siyasi saiklerle oluşmuş değil. Bu tutumun asıl nedenlerini kavramak, Habermas’ın felsefesi üzerinde düşünmeyi gerektiriyor.
Bu bidiri, Habermas’ın savaş hakkındaki ilk açıklaması değil. 1992 Körfez Savaşı’nda, 1999 Kosova Savaşı’nda, 2022 yılında başlayan Ukrayna Savaşı’nda ve nihayetinde Hamas-İsrail Savaşı’nda konuştu. Habermas, savaş hakkındaki görüşlerini duyurmak için kamuoyunda etkili gazeteleri seçti. Habermas, düşüncelerini gazetelerde yayımlamakla, yöneticileri ve kamuoyunu etkileme çabasının başarılı bir örneği oluyor. Yöneticilerin Habermas’ın görüşlerini, politik tutumlarının teorik temeli olarak kullandıklarına da şüphe yok. İşte tam da bu yüzden Habermas’a “yeni düzenin filozofu” deniyor.
Hamas-İsrail Savaşı
Bu bildirin temel kaygısı, Almanya’da Yahudilere karşı girişilecek dışlama tutumları ve mümkün fiziki saldırılar konusunda uyarmak. Bu kaygının tamamlayıcı düşüncesi, İsrail’in ve Yahudi yaşamının var olma hakkının vurgulanması. Şöyle diyor: “Federal Almanya Cumhuriyeti’nin insan onuruna saygı yükümlülüğüne dayanan demokratik ethosu, Nazi döneminin kitlesel suçları ışığında Yahudi yaşamının ve İsrail’in var olma hakkının özel olarak korunmaya değer temel unsurlar olduğu bir siyasi kültürle yakından bağlantılıdır.” (Habermas, vd. Serbestiyet, 2023).
Bu savaşın nasıl başladığına bakışı da son derece net; Hamas’ın genel olarak Yahudi yaşamını yok etme niyetiyle gerçekleştirdiği katliam, İsrail devletini bir misilleme yapmaya sevk ediyor. Yani bu, İsrail’in meşru müdafaasıdır, tartışmalı olan da haklı karşı saldırının, nasıl gerçekleştirileceğidir. Bu noktada Habermas’ın Filistinlilere “demokratik ethos” konusunda ne diyeceği merak konusu oluyor: “Orantılılık ve mütekabiliyet ilkeleri, sivil kayıplardan kaçınma, gelecekte barışa dönüşmesi arzulanan bir savaşın yürütülmesi yol gösterici ilkeler olmalıdır. Filistin halkının kaderine ilişkin tüm kaygılara rağmen, İsrail’in eylemlerine soykırımcı niyetler atfedildiğinde bu değerlendirmeler ve yargı standartları tamamen şaşmaktadır.” (Habermas, vd. Serbestiyet, 2023).
Bu cümlede üç nokta vurgulanıyor: Orantılı güç kullanımı, sivil kayıplarına dikkat ve gelecekte barış masasına oturulacağı gerçeğiyle hareket etmek. Burada Filistinlilerin konumuna ilişkin bir belirlenimin olmadığı açık. Guardian’da karşı bildiri yayımlayan aydınların da belirtiği üzere; Gazze’de yıkımla karşı karşıya olan sivillerin insan onuru hakkında duyulması gereken kaygı dile getirilmiyor. Dayanışma; insan onuru ilkesinin, bütün insanlar için geçerli olduğu anlamına gelir ama insan hakları ve insan onurunun, bütün insanları içine aldığına, Habermas’ın imza attığı bildiride yer verilmiyor. İslamofobi’ye karşı bir tutum ve Avrupa sokaklarında Müslümanlara yönelecek saldırılara karşı bir uyarıda bulunulmuyor.
Kosova Savaşı
Habermas, Körfez Savaşı’nda hiç tereddütsüz ittifak güçlerinin saldırısını destekledi. “Saldırgan diktatör” olarak Saddam’ın saf dışı edilmesini, “dünya yurttaşlığına” doğru yol alan dünya tarihinde, bu yönelimin önündeki bir pürüzün kaldırılması olarak yorumladı. İşte buradaki “dünya yurttaşlığı” ifadesi onun felsefesinin devreye girdiği nokta. Habermas’ın savaş tutumunu doğru kavramanın anahtarı da bu kavram. Ancak Habarmas’ın, Kosova Savaşı hakkında yazdığı Die Zeit gazetesinde 29 Nisan 1999 yayımladığı “Bestialität und Humanität” (Canavarlık ve İnsanlık) başlıklı metin savaş hakkında yazdığı en derinlikli makale. Bu makalenin önemi, onun güncel savaşlar hakkındaki görüşlerinin felsefi temellendirilmesi olması.
“Canavarlık ve İnsanlık”tan son derece sıkıştırarak çıkacak sonuç şöyle: Almanya İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez Kosova Savaşı’nda, yurtdışında askeri harekete katılıyor. Şüphesiz bu, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki sınırlanmış pozisyonundan çıkmak anlamına geldiğinden, önemli bir değişiklik. İşte Habermas, bu durumu teorik olarak analiz etme birikiminden yoksun iktidara, müdahalenin teorik temellendirmesi için malzeme üretiyor. Kanımca bu çabasında en dikkat çeken nokta, açık bir şekilde Kant ile bağlantı kurabileceğimiz şu düşüncedir: Uluslararası hukukun devre dışına çıkarılması, uluslararası hukukun, dünya yurttaşlığı hukukuna bir dönüşümdür. “[…] Devletler arasındaki doğa durumunun insan hakları idesine doğru evcilleştirilmesidir (Domestizierung). Bu, uluslararası hukukun, dünya yurttaşlığı hukukuna dönüştürülmesinin gündemde olduğu anlamına geliyor.” (Habermas, Die Zeit, 1999). Habermas, Kant’tan Kelsen’e kadar uzayan söz konusu bu düşüncenin, Alman hükümeti tarafından ilk kez ciddiye alındığını ekliyor ve devam ediyor: Sağcı pasifizm, yalnızca egemen devletler arasında gizlenen savaş durumunu uluslararası hukuk kapsamında kontrol altına almak istemiyor, aynı zamanda onu tamamen yasallaştırılmış kozmopolit bir düzen içinde ortadan kaldırmak istiyor. “Dünya yurttaşlığının dolaysız üyeliği, yurttaşları kendi hükümetlerinin keyfi uygulamalarına karşı da koruyacaktır.” (Habarmas, age.). İşte meselenin özü bu cümlede saklı: “Uluslararası hukukun dünya yurttaşları hukukuna dönüştürülmesi.”
Habermas’a göre insan hakları politikası; yeterince kurumsal bir düzeye ulaşmamış dünya yurttaşlığı göz önünde tutulduğunda, kendisinin de teşvik ettiği gelecekteki kozmopolit devleti yalnızca öngörmek zorunda kalıyor. Şimdi soru şu: “Bu paradoksal durumda, insan haklarına eşit saygıyı, gerekirse askeri güçle de olsa sağlamaya yönelik askeri bir politika nasıl izlenebilir?” (Habermas, age.). Habermas, bu müdahale konusunda fazla tereddüt etmiyor. İnsan haklarının çiğnendiği her yere müdahale edilmesi belki mümkün değildir ama hemen eşikteki Balkanlara müdahale kaçınılmazdır. Ancak Habermas, ABD’nin ve Avrupa’nın insan hakları politikasından anladığı şeyin aynı olmadığını da vurguluyor. ABD, insan haklarının küresel düzeyde uygulanmasını; güç siyaseti öncülüğünde sürdüren bir dünya gücünün, ulusal misyonu olarak yürütüyor. Buna karşı AB ülkeleri, insan hakları politikasını, hali hazırda güç politikalarının parametrelerini değiştiren, uluslararası ilişkilerin kapsamlı bir şekilde yasallaştırılmasına yönelik bir proje olarak görüyor.
Bir soru daha cevap bekliyor: “Ahlaki ilkelere, gerekirse şiddet kullanarak (hatta olaya dahil olan ve olmayanları öldürerek) ‘saygı’ göstermeyi istemek gerçekten ahlak teorisinde haklı gösterilebilir mi?”. Soruyu sürdürmek mümkün, radikal pasifist diskurs teorisinin ahlak öğretisinden, şiddetin ahlaki pedagojisine bir köprü var mıdır? Bu sorulara cevap arayan Thomas Blanke, Habermas’ın 1992’den beri geliştirdiği hukuk teorisinde, hukukun rasyonelliği ve hukuk ile ahlak arasındaki farkı belirginleştirmeye çalıştığını tespit ediyor. “Onun hukuk teorisinde, ahlak öğretisinin son derece idealize edilmiş varsayımları yerini, normatif iddiaları koruyan ancak onları gerçek dünyada yeri olan geçerlilik koşullarına bağlayan bir gerçekliğe bırakır.” (Blanke, Kritische Justiz, 1999). Bu arka planın Habermas’ı vardırdığı nokta Kosova Savaşı’nı değerlendirirken belirginleşiyor ve insan hakları kavramı tamamen ahlaki bir içeriğe bürünüyor.
Habermas’ın dünya algısı, basit ve yalın yeni iki dünya teorisinde belirginleşiyor. Bunlardan “birinci dünya” barışçı refah toplumu olan OECD ülkeleridir. Bunlar kendi ulusal çıkarlarını, Birleşmiş Milletler’in makul ölçülere varmış dünya yurttaşlığı standartlarıyla uyumlu hale getirebiliyorlar. Yeni “ikinci dünya” ülkeleri ise Avrupa ülkelerinin milliyetçi güç politikalarını devralmış ülkelerdir. Bunlarla birlikte Habermas, “Almanya’nın eski demokrasilerin yanında yer aldığı klasik güç siyasetinden dünya yurttaşlığı durumuna istikrarsız bir geçiş yaşandığını” düşünüyor.
Kantçı Temeller
Habermas’ın savaş hakkındaki düşüncelerinin arkasında tam bir sadakatle bağlı olduğu Kant bulunuyor. Kant, nasıl bir dünya tasarladığını farklı tarihlerde yazdığı üç ayrı metinde anlatıyor. Bu metinlerde kullanılan kavramlar farklı olsa da Kant, bir dünya devleti, dünya yurttaşlığı ve ahlak bütünlüğüne ermiş insanlar topluluğu tasarlıyor.
Kant, 1795 yılında “Ebedï Barış Üzerine Felsefi Deneme” (Zum ewigen Frieden. Ein philosophischer Entwurf) başlıklı makaleyi yazıyor. (Habermas, bu metin üzerine, bu metinden çok daha uzun bir makale yazıyor). Bu kez konuyu ele aldığı ilk iki metinden farklı olarak siyasi önermeler geliştiriyor. Kuşkusuz siyasi önermeleri de onun insan ve tarih hakkındaki görüşleriyle uyumlu. Kant, adeta Hobbes’u tekrarlıyor: “Bir arada yaşayan insanlar arasındaki tabii hal (status naturalis) bir barış hali değil, her zaman ilan edilmiş olmasa bile her an patlayabilecek görülen bir harp halidir.” (Kant, 1960, 17). Kant, devletlerin tek tek ve kanunsuz bir şekilde varlıklarını sürdürdüğü durumu da bireylerin doğal durumuna benzetiyor. Bu ise her bir devletin komşusu için tehdit oluşturması anlamına geliyor. Bu durumu aşmanın yolu da her bir devletin kendini koruyabileceği kanunlara yine kendini bağlaması oluyor. İşte bu, bir federasyondur. Devletlerin karşılıklı ilişkilerinde savaş tehlikesini sürekli taşıyan kanunsuz durumdan kurtaracak tek yol, tıpkı tek tek insanlarda olduğu gibi, vahşi ve başıboş özgürlüklerinden vaz geçip, her bir devlet için bağlayıcı olan kanunların denetimi altına girmektir. Bu gidiş, sürekli genişleyerek bir dünya devletleri (civitas gentium) sistemine ulaşacaktır.
Bu makalede, Habermas’ın savaş yorumunun Kantçı temellerini sorgulama açasından, altı en belirgin şekilde çizilmesi gereken tespit belki de şudur: “Aklın gösterdiği yön, yasasız vahşilik durumundan çıkmak ve bir halklar federasyonuna girmektir.” (Kant, 1982, 123). İşte Habermas’a göre, Avrupa Birliği’nde bu tasarı somutlaşıyor. Habermas, Avrupa Birliği projesinin ve değerlerinin yaralanacağı her yere arkasını dönüyor. Avrupa Birliği’nin olası genişlemesi ve değerlerinin kabul görebileceğini düşündüğü her yere de hassas davranıyor. Habermas’ın dünya yurttaşlığı tezi, yazdıklarının derinlerine nüfuz ederek ve iyiniyetli bir okumayla İsrail ve Türkiye’nin bu projenin parçası olması gerektiğini hissettiriyor. Habermas’ın İsrail taraftarlığını, kendini hissettiren bu bağda görmek gerekiyor. Filistin’e duyarsızlığını da bu bağdan uzaklığında…
Kuşkusuz Kant’a getirilecek en basit ama sarsıcı eleştiri tezlerinin nesnel bir zemine oturmaması. Habermas da bu nesnel zemini Avrupa Birliği’nde görmekle yanılıyor. Okudukça Tjark Kunstreich haklılık kazanıyor: Habermas, “özgürlük krallığının doğuşunu kapitalizmin zaferinde görüyor ve bununla tipik bir Alman ütopyacılığına varıyor.” (Kunstreich, 1999, 26).
Kaynaklar
Immanuel Kant, Ebedï Barış Üzerine Felsefi Deneme, Çeviri: Yavuz Abadan, Seha, L. Meray, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1960.
Jürgen Habermas, Bestialität und Humanität, Ein Krieg an der Grenze zwischen Recht und Moral, içinde: Die Zeit, 29 April 1999.
Jürgen Habermas, Grundsätze der Solidarität, Eine Stellungnahme, içinde: Normative Orders, 13 November 2023. (Serbestiyet)
Tjark Kunstreich, Der deutsche Krieg, içinde: Konkret, Juni 1999.
Thomas Blanke, Recht und moral im Kosovo-Krieg. Eine Auseinandersetzung mit Jürgen Habermas, içinde: Kritische Justiz, 1999.