Bugünlerde yine gündeme yerleşen Teksas, oraların bağımsızlığı filan bizim nesil için eski mesele. Çocukluğumuzdan vakıfız. Bir marka hatta… Çizgi romanlarda kovboyların maceraları o adla ayrılıyor diğerlerinden: “Teksas-Tommiks…” Esasında bütün çizgi romanlar öyle anılıyor. “Teksas-Tommiks okuyorum” dedin mi Mandrake, Kızıl Maske vs. de o kitaplıkta.
Lâkin adı “Teksas” da aslı öyle değil… Çizgi romanın Teksas eyaletiyle bile ilgisi yok. Boston’da, New England’da filan geçiyor. Orijinali de sanıldığı gibi Amerikan değil İtalyan. Serinin, hatta lafın gelişi kahramanının adı da zaten bizdeki gibi Teksas değil “Il Grande Blek”. Büyük, muhteşem Blek.
Black-Blek-Bilek…
Onun da aslı “Black”miş; sarı saçlı ama gözü kara gibilerinden belki. Kaynaklara göre yaratıcısı Black’in telaffuzunun İtalyan okura zor geleceği düşüncesiyle adını okunduğu gibi “Blek” yapmış. Yerinde bir tedbir, başarılı bir PR çalışması…
Zira “Teksasçılık”, kovboyculuk oynarken “Akdeniz insanı” olmanın tez canlılığı, heyecanıyla o kitaplardaki yumruk-tokat efekti olan “Smack”i de aynen yazıldığı gibi seslendiriyoruz. Eğreti duruyor biraz. Bizim buralarda vurunca sesi öyle, “ck”lı çıkmasa da piyasaya uyum önemli.
Bizim için kahramanın adını kitabına öyle uydurmak daha da kullanışlı: Çelik Blek. İtalyanca orijinali gibi “Blek” yazıyoruz ama “Bilek” diye okuyor, öyle de anlıyoruz. Bilekli toplum olduğumuz için anlamı derin, çok önemli.
Bir paragraf açarak… Blek’i aynen alıyoruz da, misal Texas’taki, Tex Willer’deki “x” yok oluyor hemen. Öyle ki adını “Teks” yazıyoruz ama soyadındaki “W” değişmiyor. Oysa “dubluve” de bizde yok, Viller yapmıyoruz elimiz değmişken. “X” işaretiyle, o harfi kullanan bazı dillerle kompulsif bir problemimiz mi var acaba? O da derin mevzu…
Yerli “Çelik Bilek” çabası
İstisnai de olsa bazı “Blek”lerde milliyetçi hassasiyet görülüyor. O haliyle “Çelik Bilek” 1967 yapımı filmin de adı. Başrolde Yıldırım Gencer. “Yeşilçam’ın kötü adamı” olsa da o filmde kahraman. Onun da adı-sanı-salınışıyla “Teksas”la alakası yok. Bıyığını kesse de nafile.
Sadece belindeki kılıfı süslü altıpatlar kovboy tabancasıyla azıcık Teksaslı. O da hakiki “Çelik Blek”in silahı değil; o dönemin tabancaları-tüfekleri henüz ağızdan dolma piştov, Martin.
Filmdeki kankası Hayati Hamzaoğlu ise bir tarafıyla Kızılderili olabilir. Üstündeki siyah beyaz koyun postundan yeleği, boynundaki deriden muskası, ayağındaki Ardahan kilim çorabı, elindeki bildik odun baltasıyla niyet o sanıyorum. Da, bıyığını kestirememişler herhal. Oysa resimli-filmli tarih’çeme göre Kızılderililer köse oluyor.
Teksas’a ezelden aşinayız
Olsun… Bizdeki “Teksas” serilerinde de aslolan niyet. Seyirci de niyetini öyle bozuyor. Serinin adını Teksas’ın kapaklarını çizen Samim Utkun yaratmış. O adın halkın ilgisini daha çok çekeceğini düşünmüş. Haklı, Türkiye’de “Teksas gibi” deyimi ezelden yaygın. Sason’u sorsan herkes bilmez ama… Teksas’ı “Bizim Teksas” yapan özellikleriyle fahri hemşeri sayılırız.
“Buralar Teksas’a döndü” bugün de geçerli. “Yaratıcı” haber başlıklarında, toplumsal analizerde Esenyurt “İstanbul’un Teksas’ı” mesela… Oraya Los Angeles’dan mülhem “Esengeles (Esencılıs diye okunur)” diyen yeni nesil de var. Demek benimseniyor, tutuyor ki bazı “haber kanalları”nın bültenleri her akşam İstanbul’un Teksasları’ndan naklen yayın.
Oldun mu, olmadın mı…
Oysa macera çok farklı. Teksas, Çelik Blek serisi aslında Amerika’nın bağımsızlık mücadelesinin kahramanlarını anlatıyor. Ama o tarihte savaş “Kırmızı Urbalılar”la yani İngilizlerle… Bağımsızlık kazanılmamış henüz.
Bugün de gündeme yerleş(tiril)en “Bağımsız Teksas” yıllar sonra. Teksas 1836’da Meksika’ya karşı bağımsızlığını ilan ediyor. Anca dokuz yıl; sonra o da ABD’ye katılıyor. Bağımsızlık öyle bir şey; oldun mu, olmadın mı kestirmek zor bazen. Tamı, yarımı, çeyreğiyle ekmek arası.
Çocukluk “belgesel”leri unutulmaz
Mesele, kaba hatlarıyla “Bağımsız Teksas”, yine güncel. Benim için hissiyatı da kuvvetli… Tam 188 yıl önceki o mücadelenin zorlu çarpışmaları, kahramanları bugün bile tek tek gözümün önünde, kanlı-canlı!
Nasıl olur, demeyin. Zira Teksas’ın bağımsızlık mücadelesindeki o günlerin en önemli, ölümüne savunmalarından birini anlatan 60 yıllık “The Alamo” filminin birçok sahnesini bugün gibi hatırlıyorum. Türkiye’de “Alamo Kalesi” adıyla gösterilen film çocukluğumun “belgesel”lerinden. Belgesellerimiz hep “kurgu”, filmlerimiz hep “belgesel” o zamanlar.
Küçüktüm ama hafızamdan silinmedi. O dönem çoğu üç saati bulan “Ben-Hur”, “Spartacus”, “Batı Yakasının Hikâyesi”, Steve McQueen’in döktürdüğü “Büyük Firar”, “Bir Avuç Dolar” gibi filmlerin, tarih’çenin o yaşların salon-salomanje hafızalarındaki yeri sağlam. Esasında o hafıza, o “bilgi” temel problem de o da derin mesele.
“Doğrulanabilir tek sahnesi yok”
Binlerce askeriyle el kadar Alamo Kalesi’ni kuşatan Meksika ordusuna teslim olmayı reddeden, kanının son damlasına kadar savaşan bir avuç kahraman! Tam nabzımıza göre… Mahalledeki Kovboyculuk&Kızılderilicik oyunlarımıza ilham, sahne bile oluyor. Lâkin yıllar geçiyor, yine çekiyorlar uçan halıyı hayallerimizin, kahraman(lık)larımızın altından… Meğer o film de fasulyedenmiş.
Kaynaklara göz atınca tutar tarafı yok. Öyle ki “Alamo tarihçisi” olarak da anılan Timothy Todish filmde “tarihsel olarak doğrulanabilir tek bir sahnenin bile olmadığını” savunuyor. Yapımda danışmanlık yapan iki yazar da filmi seyredince isimlerinin künyeden çıkarılmasını istemiş zaten. Muhtemelen şöyle dediler: “Hayır, başroldeki kahramanın kafasındaki -aslı rakun kürkünden- Crockett şapkasının kuyruğu bile öyle değil!”
Kovboy yönetmenin lobiciliği
Aslında filmin “Big Boss”una bakınca sonucun ne olacağı baştan belli. Zira yapımcılığını, yönetmenliğini “Duke” John Wayne yapıyor. Başroldeki butik kürk şapkalı Davy Crockett de o… Savaşın final sahnesi bile Wayne’in kendisiyle birlikte patlattığı cephanelikte noktalanıyor. Yetmiyor, Oscar ödüllerinde filmin “lobi”si de Dük’te… Malum kendileri filmlerinde fiili, hayatında fahri “Teksas Korucu”su. Masuscuktan da olsa o rollere fena kaptırmış.
Nihayetinde Alfred Hitchcock’un efsanevi, gerilim-korku türünde devir açan, akım-moda yaratan “Psycho”su anca dört, Stanley Kubrick’in “Spartacus”u altı adaylık alırken, kovboy yönetmenin “The Alamo”su yedi dalda aday gösteriliyor. Her yere sokulan “burun” farkıyla.
Ötesi, Wayne’in filminin senaryosu bile aynı mevzudaki 1955 yapımı The Last Command’dan devşirme. Olsun varsın… Milli Lobicilik adını Meksikalılar koysa da Melekler Şehri’ndeki kırmızı halılarda güzel yürüyor.
Korucu’nun sicili yakışıklı değil
Alamo’da da paramiliter güçler arasında “Texas Rangers” var. Göğsündeki özel yıldızı filmlerle, çizgi romanlarla parlayan o ünlü “Teksas Korucuları”nı bacak kadarken tanıyor, biliyoruz. Rahmetli zevcesi Kızılderili olan Ranger Teks’in (Tex Willer) yanında bize muhallebici (turtacı) gelse de kızların bayıldığı, hatta bazı yeni yetme “çapkın”ların o uğurda saçlarını ortadan ayırdığı Tom Miks de öyle. Cici bici, iki dirhem yarım çekirdek Yavruranger.
Fularlarına kadar biliyoruz da -Ku Klux Klan düşmanı, kabile Reis’i Teks hariç- onların siyahlara, Kızılderililere eziyetini, katıldıkları linçleri, katliamları, işkenceleri sonradan öğreniyoruz. O nedenle Dallas Havaalanı’ndaki “Korucu heykeli”ni bile kaldırmak zorunda kalmışlar. Havalimanı deyince yine geliyoruz Wayne’e, ardından da bugünlere, damardan Wayne savunucularına…
John Wayne de bazı filmlerinde Korucu, Ranger rolünde. Hayranları gişede kuyruk olunca ne taksa yakışıyor o devirde… Savaş filmlerinin de miğferli marka kahramanı zaten. Aslında askere de gitmemiş. Evli-çocuklu ve 30’lu yaşlarında olduğu için İkinci Dünya Savaşı’na da katılmıyor. “Kariyerim önemli” diyerek beyazperdede -o saflarda- savaşmış, madalyalarını öyle toplamış.
“Duke”un Korucusu “Duck”
Ağzı -sarkastik tebessüm sendromuyla- eğri, kibirli kovboylardan “Duke” lakaplı Wayne’in ülkesine mirası da tartışmalı. Alışkanlık yaratan, bir döneme damgasını vuran filmleriyle seversiniz-sevmezseniz başka mesele de… Spagetti Western’de “Clintçi” olmak bile ondan “temiz” ya da net sanki. Sade… Film, rol icabı abartsa da hemen herkes gibi maço sadece.
Wayne farklı; o devirde yaşayan, devletlû abide. En azgın döneminde McCarthy’ye yandaşlığı, ırkçılığa meyli, Kızılderilere yapılanları normalleştiren açıklamalarıyla sabıkalı. 1971’de Playboy dergisiyle röportajında “siyahların eğitilmesi gerektiğini, beyazların üstünlüğüne inandığını” söylemesi, “Midnight Cowboy” filmine yaptığı kısa küfürbaz yorumuyla otomatikman sergilediği homofobisi kayıtlarda.
Wayne’in oynadığı Alamo Kalesi bugün turistik durak ama Teksas hâlâ Donald Trump’ın partisinin kalesi olarak anılıyor. (Karışmasın diye ilkinin kahramanına “Duke” , ikincisine “Duck” diyen de var.) Yıllar sonra onu savunmak da başta -her eyaletten- Teksaslılara, koruculuğu Trump’a filan düşüyor. Trump “John Wayne Havaalanı”nın isminin değiştirilmesine hemen karşı çıkıyor mesela: “İnanılmaz aptallık!”
Teksas’da çevrilen film!
“Bağımsız Teksas” sloganı da onca yıl sonra bugün yine gündemde. Ama ona ben giremem, objektif olmam da zor. Zira bu mevzuda birikimim, donanımım, neslim itibarıyla “Yaşasın Bağımsızlık” sloganlarımız Amerika’ya endeksli. Duygusal hafızam da oralarda kalmış. O yüzden ABD’deki “Bağımsız Teksas” tartışmalarına konsantre olamıyorum.
Hele ki ABD’deki İsrail Elçiliği’nin önünde “Artık soykırımın suç ortağı olmayacağım. Yaşasın özgür Filistin” sloganını atarak kendini yakan Amerikalı askerin görüntüleri gözümün önündeyken… Biden yönetimine öfkeli, göçmen karşıtı Amerikalı bir fanatiğin güvenlik gücü olarak çalışan babasının kafasını kesip gösterdiği video ortalıktayken… Teksas’da çevrilen yeni filmin kahramanlarını seyretmek zor.
Yerim, toprağım, yurdum yok
Son yerine o yüreğe dokunan Alamo ağıtının, “Naci En Alamo (Alamo’da doğdum)”nun sözlerini bırakayım. Durmadan göç etmek, sürülmek zorunda kalan Kızılderililere, Siyahlara, Çingenelere, Filistinlilere, hakları yok- varlığı fazla sayılan her millete uyar. Hatta hemen herkesin geçmişinden koparılan, üzerine başka bir şey dikilen bir toprak, yitirilen bir anı parçası, sökülen bir ağacı, bir tür “sürgün”ü vardır:
“Adsız yerlerden (hiçlik ülkesinden) geldim /toprağım yok /anavatanım belirsiz /ateşler yakıyorum parmaklarımla /ve sana şarkılar söylüyorum kalbimle /yürek telim gönül yakıyor /Alamo’da doğdum /yerim yok, toprağım yok, yurdum yok /böyledir, bizim kadınlarımız /acınla şarkını söylediğinde /seni darmadağın eder.”
Bizim maceralarımız bitmez
“Teksas”ın İtalyan orijinali “Il Grande Blek” 1954-1967 arasında 650 fasikül halinde yayınlanmış. Eser, macera sürükleyici olunca yetmez tabii. Mesela Mike Hammer… Türkçeye bizim “Mayk” olarak çevrilen kitapları “best seller”. Lâkin Mickey Spallene altı romandan sonra yazmaya ara veriyor.
Sorun değil literatüre de özenle yerleştirilen “Türk aklı” anında çözüyor meseleyi. O adla uydurulan maceraları, “yerli serisi” peş peşe basılıyor hemen. Yazarları arasında takma adla Kemal Tahir bile var. (Serbestiyet’e 15 Mayıs 2022’de yazmıştım uzun uzun: “Aman külhan, canım, imanım külhan.”) https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/aman-kulhan-canim-imanim-kulhan-92001/
Teksas da öyle… Kaynak yetersiz kalsa da devam. Mesela Cem Demirbaş’ın hikâyesi, Rasim Abay’ın “çizim”leriyle “Çelik Blek İstanbul’da-Zaman Makinası”… Özel sayı! Aslının yerli çakması; kumaşına bakınca hemen anlıyorsun. Wikipedia’da da “orijinal Çelik Blek maceralarından alınmış karelerin biraz değiştirilmesiyle yapılan kolaj çalışması” olduğu vurgulanıyor.
Türkçe aranjman: Profesör Oklitus’un icat ettiği zaman makinesine binen kahramanlarımız İstanbul’a geliyorlar, tarihi, turistik mekânları geziyorlar. İstanbul’da bir kahvede hesap ödemek istediklerinde de “Burada sizin paranız geçmez abi” karşılığını alıyorlar tabii. İkinci durak ise Çanakkale ve savaş. Teksas bizden elbette.