Eskiden fakirler cılız, zenginler şişman olurdu. Günümüzde fakirler şişman, zenginler cılız olur. Yoklukta zaruret hükümfermadır. Daha fazlasını istese de fakirin eline ancak ona yetecek kadar yiyecek geçtiği için fakir ister istemez cılız ve ister istemez ahlaklı kalırdı. Nefse konan bu gönülsüz fren (israf imkanından mahrumluk) fakiri ahlaklılık spektrumu içinde tutardı. Zengin ise bulması kolay olmayan bol yiyecek ve çeşitliliği elde etmenin imtiyazıyla hudutsuz bir tüketici ve dolayısıyla hadsiz bir ahlaksız gibi görünürdü.
Zengin ve fakirlerin ahlakı bir olmadığı gibi dinleri de bir olmaz. Biri şükrederken diğeri infak eder. Fakirliğin hakim renk olduğu zamanlarda ahlak tevazuyu, çileyi yüceltmeye meyleder. Zenginlik hakim olunca ahlak Allah yolunda vermeyi, iyi olmaktan çok iyiye destek olmayı yüceltmeye başlar. Fakirlik artık bir lütuf olmaktan çıkıp bir zillet olarak görülmeye başlanır. Veren el alan elden üstün olmaya başlar. Eskiden bir imtihan ve hatta bir musibet olarak insanlara verilen zenginlik artık bir istihdam ve bir lütuf nişanesi olarak görülmeye başlanır.
Ahlakın sandığımız kadar ahlaklı olmayıp kaypaklık gösterdiğini yokluk toplumundan bolluk toplumuna geçişte görürüz. Her zamanın bir hükmü, her zamanın bir ahlakı vardır. İnsan nefsi, bireysel ve kolektif olarak kendi kendisini meşrulaştırır. Türkiye’de bugün aksi yöndeki vaveylaya rağmen son yirmi yılda yokluk toplumundan tokluk toplumuna geçiş yaşandı. Eski ahlak ve din anlayışı ofsaytta kaldı. Hala yeni zenginleri eski fakirliğin sopasıyla dövmeye çalışan muhalif idealizminin attığını sandığı gollerin gol sayılmamasının sebebi budur. Mesela artık çok düşük gelir grubundaki insanlar için bile erişilebilir bir tüketim nesnesi olan serpme kahvaltının suçüstüsü gibi sunulmasındaki aculluk bundandır. Herkes şaşkın: Dindarlar kadar dindarlardaki ahlaksızlığı dine sığdıramayanlar da şaşkın.
Zenginleşen fakirler (yeni burjuva dindarlar) da bu ahlaki yarılmayı tecrübe ederler. Sözleri ile yaptıkları bir olmaz. Vaazları ile pratikleri birbirinin zıddıdır. Onlar da yeni realiteye uymayan ellerindeki eski din ve ahlakın çelişkisini görmemek için gözlerini kapatırlar. Etrafı suçlarlar, onlardaki çelişkiyi gösterenlerin “din-siz”liğinden medet umarlar. Ama gerçek mızrağının ucu keskindir ve bir süre sonra çuvalı delmeye başlar.
Din anlayışında ve ahlak biçiminde yaşanan bu kabuk değiştirme aslında son derece normal bir yenilenmedir. Ama hem o ahlakı sahiplenme iddiasındakiler hem de o ahlak üzerinden onları sigaya çekmek isteyenler bunu böyle görmezler. Meleklik iddiasındayken hayvan gibi yiyenler ile hayvan gibi yiyenlere bakıp niye melek değilsiniz diyenlerin ikisi de insana ve dine dair bu basit gerçeği görmekten uzaklar.
Zarurette ahlak gerekmeyip fıtrat hükümferma olduğu için yoklukta din büyük ölçüde ahlaksızdır (yemek). Toklukta ahlak din haline gelmeye başlar (diyet). Onun için yeni zenginleşenler her zaman yokluktaki ahlaksızlığı varlığın içine getirmiş gibi görünürler. Bu medeniyette (sivil toplumda) hala zaptedilememiş şiddet görünümlerine verilen tepkiyle benzerdir. Çirkin görünür. Halbuki o çirkinlik bir dönemden sonraki bir döneme geçişin karmaşasından ibarettir. Açlar iftarı gözler, iftar edenler ise orucu. İkisi de din(den)dir.