Bir televizyon kanalında “gıda güvenliği” tartışılıyor. Devletin gıda sektöründe denetim mekanizmasını çalıştırıp çalıştırmadığı üzerine yorumlar yapılıyor. Koruyucu kimyasalların yarattığı sağlık sorunları gündeme geliyor. O sırada telefon çalıyor. Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı Gıda ve Kontrol Genel Müdür Vekili Harun Seçkin programa katılmak ve bazı cevaplar vermek istiyor. Kendilerine yönelik eleştirileri cevaplıyor.
Konuşmasında üzerine basa basa verdiği mesaj: “Biz Bakanlık olarak, Avrupa Birliği gıda güvenliği standartlarına harfi harfine uyuyoruz. Avrupa Birliği’nin yasaklama ve denetimin sıkılaştırılması uygulamalarını herkesten önce harekete geçerek yerine getiriyoruz.”
Genel Müdür Vekili Seçkin’in bunu kaç kez tekrarladığını merak edenler, söz konusu yayını bulup sayabilirler. Şunu da belirtelim: Programa katılan uzmanlar da bu vurguları yerinde bularak, doğru bir yol izlendiğine ilişkin görüş bildirdi.
Ben ise “AB standartlarına uyuyoruz” sözlerini bir kenara yazdım. Görebildiğimiz kadarıyla, gıda konusunda, günümüz dünyasındaki en ciddi uygulamalar ve ölçütler, AB tarafından yerine getiriliyor, yazılı kurallara geçiriliyor. Bu Avrupa’nın kusursuz bir gıda rejimi uyguladığı anlamına da gelmiyor. Onların da tartıştıkları beslenme sorunları var.
Kopenhag Kriterleri
Biraz geçmişe gidelim… Biz AB’nin demokrasi standartlarının peşine düşmüştük. “Kopenhag Kriterleri’ni Ankara Kriterleri yapacağız” demiştik. Türkiye 2000’li yılların ilk 10 senesini AB üyeliği umudu ve demokratikleşme heyecanı ile geçirdi…
Ancak işler sonra o kadar tersine gitti ki bir ara neredeyse toplu olarak tüm AB ülkelerini “baş düşman” ilan etme noktasına geldik. Şimdi de çok parlak bir noktada olduğumuz söylenemez. Örneğin Yunanistan ile olan durum ortada. “AB standartları” dediğimiz şeyler, yalnızca Avrupalıların ürünü değil elbette.
AB, birçok alanda, insanlığın günümüzde uygarlık ölçüleri açısından ulaştığı en ileri noktayı temsil ediyor. İnsan haklarından yaşam standartlarına, gıda güvenliğinden halk sağlığına, ifade özgürlüğünden eğlence ve estetiğe kadar…
AB’ye bardağın boş tarafından bakarsak: Ulusal bencillikler, sağ- milliyetçi-ırkçı zihniyetin sürekli yeniden üremesi, dünya yoksulluk ve baskı rejimleri altında acı çekerken, “gemisini kurtaran kaptan” rolünü oynayan hükümetler… Denize dökülen mülteciler… Gıda konusuna dönersek… AB’nin gıda standartları aynı zamanda demokratik bir toplumsal birikimin ürünü.
Gıda meselesi yalnızca gıda meselesi değildir. Bir yaşam tarzının, bir siyasi tercihin parçasıdır. Sağlıklı yaşamla, sağlıklı demokrasi arasında da bir ilişki olduğunu görebiliyoruz. Gelin biz de o standartları her alana yerleştirelim.
Örneğin KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın ne dediğini anlamaya çalışarak demokratik bir tartışma ortamı içinde bu meseleyi konuşabilelim. Ya da Suriye’de izlenen siyasetin doğrularını yanlışlarını ele alacak daha makul bir ortam yaratalım. Düşünce ve ifade özgürlüğünün AB standartlarının neresinde olduğunu araştıralım…