Gene sallandık…
Yer homurdandı, kükredi, biz korktuk.
Ülkemiz deprem bölgesi olsa da, bu coğrafya kitabında kalıyordu, ne biz umursuyorduk, ne belediyeler, ne yapsatçılar.
Ananemin deyişiyle, ‘tükürükle yapıştırılmış evler’ yaptılar, altında kaldık.
Dört bir yandan vurdu deprem, yaşadığımız her şehirde kükredi yer, en olmaz denen yerde bile, salladı…
Sallanmakla kaldık şükür, ya kurtulamayanlar? …
İzmir’i ara ara yoklayan sarsıntıları saymazsak, orada da zır kaya üstündeydi evimiz, dandik mandik olsa da, yıkılmadı, kaya yerin öfkesini az da olsa dizginledi, ilk ciddi sarsıntıyı Adapazarı’nı vuran depremle, Istanbul’da yaşadık… Adapazarı halkı kürem kürem öldü, biz ölümlerden ölüm beğendik…
Depremin olacağı gecenin günü emekliye ayrılmıştım.Yılım tutar tutmaz, uzatmadan, erken yaş emeklisiydim ve gündüzün göğün pembe bulutlarını, akşamın çok yıldızlı ve yere yakın gibi görünen gökyüzünü özgürlüğüme yormuştum.
Tıpkı, Bahçelievler’deki hastane bahçesinin ayrık otu gibi gür-gümrah Kantoron çiçeğiyle kaplandığını da sonradan buna yoracağım gibi.Bilen bilir nazlı, çok derde deva bir ottur, kendi biter ama, dönümlerce bahçede coşacak arsızlığı yoktur.
Yer kükredi, gidip gidip geldik, mıntıka netameliydi, Ayamama deresi üstündeydik…
Bebeğim kucağımda kaçarken, ayağımda bir şey yoktu, pabuçsuz kaçmışım…Kaldırıma oturduk, yer hala homurdanıyordu. Çiçekli, tüllü gelin arabası durdu, içinden inen gelinle damat yanımda, yere oturdu. Avcılar’a gidiyorken, gidememişler, gelinin evi oradaymış, belki Allah korumuş. ‘Biz de tam düğün salonundan çıktıydık… Evimize gidemedik…’ dedi gelin, gece boyu…
Hastane bahçesine doluştuk, artçılar boyunca geceleri sokakta, bahçede yattık.Çocuklar bayram etti, hem bahçede yatanlar hem o bahçenin asıl sahibi olanlar, devlet koruması altında olan çocuklarla yaşlılar…
Kapıdan geçip, içeriye bırakın bir gönül alma ziyaretini, oradakilere ‘huu’ bile demeyenler, onlara konuk oldu, haftalarca…Kazanlarla makarna kaynatıldı, su kupaları elden ele gezdirildi, çay tepsileri de öyle…Başımızın altında yerin uğuldadığını duyduk, uyurken, geceler boyu.
Apartman çocukları ana babalarına ‘bizim de bi köyümüz olsun’ dedi durdu. Kaçmalık köy…
Aileler ikiye bölündü, cahil cesaretiyle çok katlı ve betonu tükürükle karılmış evlerde oturmayı yeğleyenler, bohçasını kapıp karşıdaki bahçeye kaçıp, orada geceleyenler… Diafon üstünden kapışan aile üyelerini dinledik, her şeyin aşikare olduğu o deprem zamanları: ‘Bırak o süzek hocayı be, uyma ona. Ötekine kulak ver, ‘deprem olmayacak’ diyor, hem o boğazı yüzerek geçiyor…Sizin depremci habire korkutuyor…’
Adapazarı öldü, biz işin latifesindeyken…
Sonra sergilerde gördük, enkazdan çıkan eşyaları, yamyassı olmuş kitapları, durduğu yerde duramayan, beşik gibi sallanan Japonya’da görülmedik sayıda ölüm listelerini…
Sakat kalanları gördük…Kaybettikleri uzuvlarını , yakınını özler gibi özleyenleri…Yürümeye , adımlarının sesine hasret kalanları…Kimsesiz ve fotoğraf albümsüz yani geçmişsiz kalanları…
Yanlış politika, politikasızlık, yapı denetimsizliğinin sonuçlarını gördük…Biz gördük, biz ibret aldık…
Deprem bir tür ölümdü, tıpkı darbeler gibi…
Organ kaybetmeyen de kayıptaydı, yaşayan bir yanıyla ölüyordu, korku insanın ruhunu ele geçiriyordu. Tıpkı darbe gibi…
Hayırsız koca gibiydi deprem; gidiyor, ailesini dörme döküm bırakıyor, epey sonra gene gelip, yüklü, borçlu, perperişan bırakıyor, kaldığı yerden yıkıp döküyordu …
Karaburun odaklı son depremde, ilkinde bebek olduğundan kucağımda kaçırdığım kızım avuttu beni.
Adapazarı depremini Istanbul’da yaşayanlar gibi şiddet belirleme uzmanı sanınca insan kendini, Kandilli’nin açıklamasını beklemeye gerek kalmıyor.
Sol yandaki deprem bile susuyor, yoruluyor insan, kalp galeyana gelmese de olabiliyor, yer öyle değil…Yer kükrediğinde her şey bitiyor…
Darbe girişimi olunca da tanklar, silahlar, jetler kükrüyor…
İki kükreme bin hüngürtü arasında geçti garip ömrümüz… İkisinin de envaını gördük, kalp usandı, yer güçleriyle darbe güçleri usanmadı, daha bile azdı…
Ne darbe, ne deprem, demekten gayrı elimizden gelen yok!
Depremin yolu iki; ölüm yahut engelli – engelsiz yaşamak… Evsizlik, yakın yitimleri ayrı ağrı elbet…
Darbenin yolu ölüm ve çaresizliğe, demokrasiden olmaya çıkıyordu, bilip gördüğümüz…
Hem siyasette, hem gündelikte…Böyle biliyorduk, öbür türlüsünü 15 Temmuz’da gördük, çok şükür…
İki melanet işin çözümü de, en az zararla kurtulmanın yolu da aynı değil mi?
İyi yönetilmek…Doğru siyaset…