Ana SayfaYazarlarAnne olabilmek...

Anne olabilmek…

 

Fadime Özkan’ın köşe yazısının adı , hikayeyi kendisinden önce anlattı.

 

Devlet koruması altındaki bir çocuğa koruyucu aile/anne olmuş.

 

Sevincini, şükr’ünü, bu kıymetli ve hakikatli emanetiyle buluştuğu için mutluluğunu, hamd’ını yalın, sevgi ve sevinç akseden cümlelerle anlatmış.

 

Anlatmaya çalışmış daha doğrusu.

 

Kalbindeki davulun güm güm’lediğinin, o söylemese de dilinden yükselen şarkıların farkındayım.

 

Ya evindeki küçük melek diye özetlediği iki buçuk yaşındaki kutsal ve güzel emanetin sesi?

 

İki kalbin kucaklaşınca yaptığı düet?

 

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının illerdeki müdürlüklerine yapılacak başvuru ve bir dizi bilgi/belge/incelemenin ardından, koruyuculuğa uygun görülürseniz, koruyucu aile olabiliyorsunuz. Çocuk gene devlet koruması altında kalıyor, ama, evi, yuvası sizin eviniz ve kanatlarınızın altı oluyor. Sorumluluğu ortaklaşa üstlenseniz bile, sevgide ve kucaklaşmada devlet aradan çekiliyor, siz önden buyurun diyor, sevgili aile, yahut hanımefendi annemiz…

 

Çocuk için sahici yahut tutma, kökten sürme ya da sonradan çıkagelen anne fark etmiyor.

 

Öylesine boş ki kalbi, kurumdaki çocuğun, dokunabileceği, yalnız onun olacak, birlikte susup, çoşup, oynayıp, uyuyup, mutlu olacağı bir diz, bir el, bir kalp çarpıntısı öylesine gerekli ki, hiç fark etmiyor…

 

Fark, olabilmekte zaten… Bir şey’im sanmaktan öte, hakkıyla o olabilmekte…

 

Kızım derken, dediğini duymuyoruz elbet, yazarken bile, bin kızım dökülüyor kalbinden, Özkan’ın.

 

Nasıl da kalkınmış kalbi… Yatışması uzun sürecek… İkisinin de…İnanmak, sarılmak , söyleşmek uzun…

 

Birlikte sağlıklı, huzurlu ömür de öyle…

 

Anlayabildiğimi sanıyorum, çünkü, öğrencilik stajlarını saymazsak, ömrüm boyu, içinde olduğum meslek dalının üyesi olarak, çok evlad verdim.

 

Evlad olarak, yani nüfusa geçirerek yahut koruyucu aile yanına…

 

İyi bilirim, yahut bilirim sanırım, o düğün derneğin telaşesini, tadını…

 

Arada hüzün yok muydu? Olmaz mı? Bereket devlet her dönem hem çocuğundan hem uzmanından hem ailesinden yana verimkardı, tıpışçıydı, önce çocuk dendi hep. Elbet çetrefil durumlar, işin bozguna düştüğü de olmuştur, olmaz mı? Büyük iş yapıyorsunuz, bir çocuğa yuva, ana-baba sunmak kadar, gelecek yaratıyorsunuz. Kılı kırk yarmanız gerek, bu büyük işi yaparken ve büyük iş küçük olmaz, malum…

 

‘Yatağında mışıl mışıl uyuyor. Acaba terlemiş midir?’ diye yazmış, içim sızladı…

 

Biz çocuklarımızı kendi yaş grubunda, geceleri, başlarında bir bakıcı anneyle bırakırdık, ya nasıl edeydik?

 

Bir anne dizi için çekiş ettikleri hala hatırımdadır. Bir ninni, bir bağra basma için…

 

Yeni evlerine gittiklerinde, ilkin daha gitmeden, orası için hazırlanırken, sonra aileyle kurumda kısa süreli buluşmalarda, hele ki o ilk görüş, gözgöze geliş, ne güzel hallere gebedir.

 

Sonra kucaklaşılır, eve doğru yola koyulurlar, arada bir görseler de aslında tanımadıkları ‘dışarısı’ nasıl yabancıdır çocuğa…Hele mahalle…Eve ilk giriş…

 

Koştura koştura ev dolaşılır, bu elbet biraz serpilmiş çocuklarda görülür.

 

Her zaman aynı soru sorulur;

 

‘Hepsi bizim mi?’

 

Hicranlı haller, mutlu hikayeler, kimi zaman dolaşık işler arasında, bu soru hep burnumun direğini sızlatmıştır, hala içim cız eder…

 

Hepsi bizim mi?

 

Yirmi çocuk arasında pay edilmeyecek bir büyük ‘grup odası’…Ama öyle ki, odasında tek başına… Üstelik anne dizi çekişi edilmeyecek, evin tek çocuğu o…Koruyucu ailede ise evin kendinden önceki çocukları vardır, ablası, abisi, o ayrı güzeldir…Birçok kalp, birçok diz, pek çok gönül ve sevgi… İşte o zaman, bunun farkına varıp da gür güven besledikten sonra, ‘hepsi bizim mi’ demekten vazgeçer, inanır, kök salar. Evin insanları, başta annesi olmak üzere çıt çıkarmasa da o evden güzel , neş’eli bir şarkı yükselir, kimi insanların belki farkedebileceği, ama, bütün kuşların ve çiçeklerin duyacağı güzellikte bir şarkı…

 

Kimin detone olacağı, kimin şarkının sözlerini unutacağı belli olmaz…Varsın belli olmasın, şarkı söylensin de…

 

Bunca vak’anın ve çocuğumuzun ardından, hiç unutmadığım birini, adı, şehri gizleyerek anmak isterim. Kuşkusuz hepsi birbirinden önemliydi, ilginçti, sır’dı, biz çıt çıkarmadık, yazmadık, paylaşmadık, çocuk bize emanetti, faş edilmezdi; bakmayın şimdi pazara döküldüğüne her işin, sır saklaması gerekenlerin bile ekranlarda işportacılığa, hikaye satmaya soyunduğuna, biz böyle bellemedik…Koruyucu ailemizin annesi, bizden bir bebek evlad edinmenin peşisıra hamile kaldı. Bu çok olur, hatta yuvada sözleşmeli anne olarak göreve başladıktan sonra, yaşı elvermese bile çocuğa kalan kadın çoktur…Denetleme ziyaretlerimizin sonuncusunda eve gittik ki, kapı duvar. Muhtar, komşular, emniyet, bilen yok…Kuruma neden sonra bir mektup geldi. Karısı, aldıklarından farklı cinsiyette bir bebek dünyaya getirmiş. İlkin koruyucu aile olarak alıp, sonra yasal yoldan üzerlerine geçirmeyi beklerken başa gelen bu güzel olay, güzel bir babayı tanımamıza vesile oldu. Bizim çocuk erken doğmuştu, cansızdı, dokuz ay fark hiç belli olmuyormuş, ki kardeş bile olsalar olur da bir sitemkar söz ederse asıl çocuk, uğurları, tılsımları, ilk gözağrıları saydıkları ilki incinirse ya, diyerek, ara ebesinden aldıkları ikiz doğum belgesiyle, o zamanlar oluyordu öyle, nüfusa kaydetmişler…Başka ile göçmüşler, başka yurt edinmişler, iz kaybettirmişler…Hoş, nüfus kütüğü üstünden biz peşlerini bırakmadık, iz sürdük, kapılarının ipini çekmedik, ama, davranışın inceliği, asaleti, güzelliğini de farklı bir dosyaya kaydettik, kalbimize…

 

Fadime Özkan’a güzel kalbi ve evladıyla hayırlı, sağlıklı, mutlu bir ömür diliyorum. Karnında değil, kalbinde varedenlerden oldu o da, ilkinden daha zor, daha sorumluluk ve incelik isteyen, sevgisi de en az ilki kadar büyük olan bir iştir, ki o bunu zaten biliyor…Bir can sırtladı, şarkıları tükenmesin, sevgileri gün günden artsın, özenleri, merakları , hevesleri de öyle…Şimdi o kızının terleyip terlemediğinin tasasında, yarın yavrusu serpilip yetiştiğinde o kendinin merağına düşecek…Sahici sevmek bu demek değil mi zaten, karşılıklı içlenmek, birbirini derdetmek,  dipdibeyken bile özlemek, uzak düşünce meraktan ölmek, söyledikçe söylemek, sevdikçe sevmek…

 

Yuvası şen olsun, kızıyla birlikte donanmış, gölgeli ağaç, başı yıldızlı yalçın dağ, bir güzel sada olsun…

- Advertisment -